Ukrayna krizine paralel olarak bir de nükleer krizi çıktı. “Rusya, nükleer silah kullanır mı?” tartışmalarından değil, ABD ve İran arasında epeydir devam eden nükleer çalışmalar konusundaki müzakerelerden bahsediyorum.
Nükleer konusu uzunca bir süre “ABD, İran’ı işgale hazırlanıyor” yorumlarının temel gerekçesi olarak gösteriliyordu. ABD ve AB ülkeleri İran’ın nükleer silah edinmek için çalışmalar yaptıklarını söylüyordu. İran ise, silah yapmaya niyeti olmadığını nükleer çalışmaları barışçıl amaçlarla yani enerji gibi sebeplerle yürüttüğünü savunuyordu.
Çok genel ifadelerle özetlemeye çalıştığım bu tartışmalar, içinden çıkılması zor detaylarla büyüyerek yıllara yayıldı.
Nihayet 2013 yılında dönemin ABD Başkanı Barack Obama ve İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, İran İslam Devrimi’nin gerçekleştiği 1979 yılından beri ilk defa telefonda görüştü. Bu görüşme, zaman zaman tansiyonu ‘Savaş mı çıkıyor?’ tartışmalarının ortaya çıkmasına sebep olacak kadar yükselten nükleer meselesi açısından bir dönüm noktası oldu.
ABD ve İran Almanya, İngiltere, Fransa, Rusya ve Çin’in garantörlüğünde bir uzlaşmaya vardı ve nihayetinde 2015 yılında bir anlaşma yapıldı. Ancak daha anlaşmanın teknik detayları tam olarak uygulanamadan 2018 yılında Dönemin ABD Başkanı Trump anlaşmadan çekildiklerini duyurdu. Bununla da yetinmeyip İran’a yönelik ek yaptırımlar içeren bir kararı ivedilikle imzaladı.
İran başta olmak üzere birçok ülke ABD’ye anlaşmaya geri dönmesi çağrısı yaptı bir süre ancak Trump’ın böyle bir niyeti olmadığı kesinleşince İran da “O zaman benim de anlaşma ile belirlenen çerçeveye sadık kalma yükümlülüğüm yok” deyip nükleer çalışmalarına devam etti.
Normalde anlaşmaya göre İran’ın nükleer çalışmalarını Uluslararası Atom Enerjisi Kurumunun gözetiminde yürütmesi ve uranyum zenginleştirme gibi çalışmaların da nükleer silah edinmeye izin vermeyen seviyelerde tutulması öngörülüyordu.
Bıden dönemi
Aradan birkaç yıl geçti ve Trump’a karşı başkanlık yarışına giren Joe Biden daha seçim kampanyasını yürütürken nükleer anlaşmaya geri dönülmesi gerektiğini duyurdu. Seçildikten sonra da Obama döneminde nükleer müzakere süreçlerine katılmış isimlerden bazılarını da ekibine aldı.
Ancak nükleer anlaşmaya 2015’te kesilen yerden hemen devam etmek mümkün değildi. Bir taraftan UAEK teknik detaylarla ilgili çalışmaların zaman alacağını söylüyordu. Diğer taraftan UAEK’ye kayıtlı olmayan bazı tesislerde uranyum izine rastlandığı, anlaşmanın askıda olduğu 3 yıl içinde İran’ın çalışmalarını ne kadar ilerlettiğini tam olarak bilmedikleri yönünde açıklamalar yapılıyordu.
Bu arada İran’da da cumhurbaşkanlığı seçimleri yapıldı, Yeni Lider İbrahim Reisi koltuğuna oturana kadar İran bir süre kendi iç meselelerine odaklandı.
Velhasıl 2021’in son ayında ABD ve İran, garantör ülkelerle birlikte müzakere masasına yeniden oturdu.
Müzakerelerde tek konu nükleer çalışmalar değildi. Mesela İran tarafı ABD’den Trump döneminde yürürlüğe girenler dahil yaptırımların büyük ölçüde kaldırılmasını istiyordu. Ayrıca yine Trump, hızını alamayıp İran Devrim Muhafızları’nı terör listesine almıştı. İran, bunun da iptal edilmesini istiyordu. İran’ın en büyük tedirginliklerinden biri de ABD başkanlık koltuğuna kim oturursa otursun anlaşmaya sadık kalacağının garanti edilmesiydi.
ABD tarafı ise, böyle bir garanti veremeyeceğini söyledi. Hatta Cumhuriyetçiler daha şimdiden ‘Biz kazanırsak anlaşmayı tanımayacağız. Şimdiden söyleyelim’ mealinde açıklama bile yaptı.
İnişli çıkışlı birkaç ayın ardından nihayet tarafların anlaşmaya varmak üzere olduğu duyuruldu.
Ukrayna krizi
Bir taraftan müzakereler devam ederken diğer taraftan Ukrayna krizi patladı ve garantör ülkelerden biri olan Rusya’nın Başmüzakerecisi Muhail Ulyanov’un dile getirdiği yeni taleplerle süreç çökmenin eşiğine geldi.
Rusya, ‘Müzakereler sonucu ulaşılacak anlaşmanın Rusya-İran arasındaki ilişkileri etkilemeyeceğinin garanti edilmesini’ istiyordu. Ukrayna krizi sebebiyle muhtemelen İran’dan bile çok yaptırıma hedef olan Rusya, bu yaptırımlardan İran’ın muaf tutulmasını şart koşuyordu.
Aslında bu süreç de biraz tuhaf ilerledi. Önce Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov bu talebe ilişkin sosyal medyada bir mesaj paylaştı. İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Said Katipzade, “Rusya’nın talebini biz de medyadan öğrendik, Rusya’nın diplomatik kanallar üzerinden bize bilgi vermesini bekliyoruz” dedi. Rusya’nın Tahran Büyükelçisi, “Lavrov’un mesajı yanlış anlaşıldı, Batı medyasında bu konuda çıkan haberleri ciddiye almayın, Moskova en kısa sürede Tahran’ı bilgilendirecek” açıklaması ile ortalığı yatıştırdı. Rusya ve İran arasında ticari, siyasi ve güvenlik konularında ilişkilerin çok iyi olduğu biliniyor. Böylesi önemli bir konuyu Rusya niye sosyal medyadan duyurdu, İran gibi her kelimesini dikkatle seçen bir ülke niye yine medya üzerinden karşılık verdi; anlamak güç. İran Dışişleri Bakanı Amir Abdullahiyan hemen Moskova’ya gitti ve o arada Rusya da istediği garantiyi aldığını açıkladı.
Aslında Rusya’nın devreye girdiği noktadan itibaren gelişmelerin tuhaf olduğu söylenebilir. Rusya’nın müzakereleri çökme noktasına getiren talebini Batı medyası sabotaj olarak yorumluyor ekseriyetle. Bu bakış açısına göre Rusya, anlaşmanın ardından yaptırımların hafiflemesi ile birlikte İran’ın enerji piyasasındaki payının artmasını istemiyordu. Ayrıca Ukrayna savaşında Batıya karşı hâlâ elindeki en güçlü kart olan enerji tedarikçiliği rolünün İran tarafından zayıflatılmasını istemiyordu. Ve Rusya’ya göre, nükleer konusu ABD’nin dikkatini dağıtan sorunlardan biri olarak kalmalıydı.
Evet, hiçbir ülke dünya piyasasını domine etmesini sağlayan bir kartın başka bir rakibin ortaya çıkması ile zayıflamasını istemez elbette. Rusya’ya yönelik yaptırımlarla birlikte enerji ihtiyacını karşılamak üzere arayışa giren Avrupa ülkelerinin İran’a yaklaştıkları da doğru. Hatta ABD’nin İran üzerindeki yaptırımları ivedilikle kaldırabileceği, İran’a zeytin dalı uzatılmasının İran’ı Rusya ekseninden koparmayı da sağlayabileceği gibi tamamen hayal ürünü diyebileceğimiz yorumlar da yapıldı.
Sonuçta Rusya ve İran her konuda aynı politikalar yürüten iki ülke olmasalar da İranlılar, yaptırımlar hemen kalksa bile ABD ve Batı’nın ilişkileri hemen düzeltmek, seri bir şekilde yatırım yapmak gibi çabalara girişmeyeceklerini biliyorlar. Ayrıca güvenilirlilik açısından Rusya’nın karnesi ABD ve AB ülkelerinden çok daha iyi. İran-Rusya-Çin arasında derinleşen ticari ve askeri iş birliklerine değinmiyorum bile. Kısacası ‘Yaptırımları kaldırırsak İran bizi seçer’ yaklaşımının gerçekleşmesi zaten olası değil.
“Rusya neden müzakereleri çökmenin eşiğine getirdi?” sorusu hâlâ cevapsız ancak ikinci ihtimal de İran ve Rusya arasında koordineli hareket edilmiş olması. Sonuçta, Rusya’nın çıkışı ile birlikte İran’ın eli müzakerelerde daha da güçlendi. Çünkü elinde petrol ve gaz var, dahası stokları var ve bu stokların Avrupa’nın 3-6 ay arasındaki ihtiyacını karşılamaya yeteceği belirtiliyor. Ayrıca İran yaptırımlar sebebiyle günlük petrol üretimini kısa sürede artırabilecek durumda.
ABD’nin enerji ihtiyacı sebebiyle İran’a ve Venezuela’ya yaklaşması da tarihe diplomatik ironilerden biri olarak geçecek cinsten.
İsrail’in pozisyonu
Bu arada nükleer müzakerelerden hiç ama hiç hazzetmeyen bir ülke daha var; İsrail. 2021’in aralık ayından beri müzakerelere paralel olarak çok sayıda İsrailli üst düzey istihbarat ve güvenlik görevlisinin Washington’u müzakerelerin askıya alınması konusunda ikna etmek üzere ABD’ye gittiği biliniyor.
İsrail Başbakanı Naftali Benett’in “Ahtapotun Hizbullah gibi kolları ile enerji harcamamalı ve başına yani İran’a odaklanmalıyız” yönündeki ifadeleri Arap basınında epeyce ses getirmişti.
İsrail, İran’a ve İranlı nükleer enerji uzmanlarına yönelik birçok saldırı yaptı. Tam da nükleer müzakerelerde bir anlaşma noktasına gelinmişken İran, Erbil’deki bir ABD askeri üssünü füzelerle vurdu.
Hedefin ABD değil İsrail istihbarat merkezi olduğu duyuruldu, ABD’den de bunu teyid eder nitelikte açıklamalar geldi. İran Dışişleri Bakanı Abdullahiyan da Moskova’ya son dakika nükleer müzakere krizini çözmek üzere giderken “Kum şehri yakınlarındaki Fordo Nükleer Tesisine siber saldırı yaparak bir dizi patlamaları tetiklemeye hazırlanan bir hücreyi ele geçirdiklerini” duyurdu.
Tam da müzakere sürecinde İran Erbil’i, üstelik ABD’nin askeri kompleksini niye vurur? Bu konuda hâlâ net bir açıklama yok ancak spekülasyon çok. En mantıklı tahminlerden biri şu; İsrail’in Erbil’deki askeri komplekste bir istihbarat üssü vardı. Bu üsten komuta edilen bir operasyonla kısa süre önce İran’ın Kirmanşah kentinde bir kısmı silahlı olan çok sayıda insansız hava aracı imha edildi. Ayrıca Şam kırsalı yakınlarında 2 İranlı üst düzey askeri yetkilinin öldürüldüğü operasyonun da komuta merkezi olan bu üs, İran içindeki bazı nükleer tesislere siber saldırılar yapmaya hazırlanıyordu. Böylece diplomatik yöntemlerle engelleyemediği nükleer müzakereleri çökertmeyi planlıyordu.
Şimdilik nükleer müzakerelerde krizler yatışmış görünüyor ancak yarının ne getireceği bilinmez.
17.03.22 / Evrensel