NATO’nun Ukrayna ve Gürcistan’ı ittifaka alma seçeneğini tartıştığı, Kiev’in Rus ayrılıkçılarının elindeki Donbas cephesine asker yığdığı, bunlara karşılık Rusya’nın Ukrayna sınırlarında yeni bir askeri tatbikat başlatıp “işgal” senaryolarını tetiklediği zorlu bir denklemde Ankara arabuluculuk teklifiyle heyecan yarattı. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Ukrayna ve Rusya liderleri arasındaki mesajlaşma kanallarından biri olsa da arabuluculuk teklifinin Kiev ve Moskova’da karşılık bulduğunu söylemek iddialı olur.
Ukrayna krizi üzerinden şekillenen NATO-Rusya geriliminde Türkiye “iki ileri bir geri adım” nakaratında çelişkili bir siyaset izliyor. Türk hükümeti bir yandan Ukrayna’ya Bayraktar TB2 silahlı insansız hava araçları (SİHA) temin edip Kırım’da Kiev’in sözcülüğüne soyunarak Rusya’nın sinir telleriyle oynuyor. Benzer şekilde Rusya Federasyonu Başkanı Vladimir Putin’in NATO’nun Rusya sınırlarına doğru genişlemesini kırmızı çizgi ilan ettiği bir düzlemde Ankara, Ukrayna ve Gürcistan’ın NATO’ya alınmasına hararetle destek veriyor. Beri tarafta Ankara, Batı’nın Ukrayna nedeniyle Rusya’ya yaptırımlarına karşı çıkıyor. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu Riga’daki NATO dışişleri bakanları toplantısında yaptırımların sorunu çözmeyeceği görüşünü tekrarladı. Yine Ankara, Rusya’nın Ukrayna’yı bypass edecek şekilde enerji hatlarını çeşitlendirme stratejisine ortak olmak için çok hevesli olduğunu Türk Akımı Doğalgaz Boru Hattı ile gösterdi. Türkiye 1990’larda Karadeniz’de kıyıdaş ülkelerle ortak güç oluşturmaktan yana tercih yapmışken Erdoğan yönetimi, ABD’nin bölgeye NATO deniz gücü planına teşne duruyor.
Ukrayna’da özellikle İngiliz hükümetinin gündemiyle uyumlu giden Erdoğan’ın, ABD Başkanı Joe Biden’la iyi bir başlangıç yapmak için aylarca Rus karşıtı cepheye yaptığı yatırım, Türkiye’yi Karadeniz’de olası bir savaşın içine çekebilecek tehlikeli bir eşiğe taşıdı. İşte tam bu noktada Erdoğan, 29 Kasım’da Türkmenistan dönüşünde bölgede barışın hâkim olmasını istediklerini belirtip Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenski ve Putin’le görüşerek arabuluculuk edebileceklerini söyledi.
Ardından Rus Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, “Son günlerde Erdoğan’ın Moskova ile Kiev arasında Donbas krizinde arabulucu olma fikri vurgusu yapılıyor. (3 Aralık’ta) Putin’in Erdoğan ile telefon görüşmesi planlanıyor. Sanırım bu arabuluculuk meselesi de burada gündeme gelebilir” diyerek beklentiyi yükseltti.
Gerçi daha sonra Rus Dışişleri Sözcüsü Mariya Zaharova, “Türkiye’nin Moskova ile Kiev arasında Ukrayna’nın iç meselesi Donbas krizinde herhangi bir arabuluculuk görevi üstlenmesi söz konusu olamaz” sözleriyle beklentiyi aşağı çekti. Dahası Zaharova’ya göre Türk tarafı katkı sunmak istiyorsa Ukraynalı yetkilileri Donbas’a yönelik saldırgan planlarını terk etmeye ve doğrudan Donetsk ile Lugansk temsilcileriyle diyalog içinde Minsk anlaşmalarını uygulamaya ikna edebilir.
Kremlin Sözcüsü Dimitri Peskov da “Türkiye yapıcı rol üstlenmek istiyor ise Kiev yönetiminin Minsk anlaşmalarını hayata geçirmesini sağlaması yararlı olacaktır” dedi. Yani beklenti, Erdoğan’ın Putin’e değil Zelenski üzerine yoğunlaşması gerektiği yönünde.
Bu beklenti, 3 Aralık'ta Putin-Erdoğan görüşmesinin ardından Kremlin’in geçtiği bilgi notuna da yansıdı: "Putin, Kiev'in Minsk anlaşmalarının bozulmasına yönelik yıkıcı bir çizgi izlemeye devam ettiğine dikkat çekti. Bayraktar hava araçlarının kullanılması dahil Ukrayna Silahlı Kuvvetleri'nin çatışma bölgesindeki provokatif eylemleri bunu doğruluyor. Kiev'in Donbas'a cebren müdahale etme girişimlerinden vazgeçmesi gerektiğinin altı çizildi."
Ukrayna Dışişleri Bakanı Dmitro Kuleba ise Riga'daki toplantıda ittifaktan askeri işbirliği ve yaptırımlar içeren bir paketle Rusya’yı kötü senaryodan yani askeri seçeneğe yönelmekten caydırmaya davet ederken, Zelenski parlamentodaki konuşmasında Putin’le doğrudan görüşme isteğini açığa vurdu: “Donbas'taki savaş sekiz yıldır devam ediyor. Rusya'nın Kırım'ı ilhak etmesinin üzerinden sekiz yıl geçti. Ve bunu herkese anlatmaktan ve doğrudan Ruslarla konuşmaktan korkmuyorum… Gerçeği söylemeliyiz ki Rusya ile doğrudan görüşmeden savaşı durduramayız.” Yani Zelenski’nin tercihi Putin’le doğrudan görüşme. Bunu daha önce de dile getirmişti.
Kuleba ise daha önce Anadolu Ajansı’nın sorusuna cevaben “Tek bir kuralımız var: Ukrayna'sız Ukrayna'ya ilişkin herhangi bir anlaşma olamaz, bu kırmızı çizgi. Diğer her şeyi memnuniyetle karşılıyoruz ve krizi sonlandıracak tüm inisiyatifleri konuşmaya hazırız” demişti.
Erdoğan’ın Zelenski’den Putin’e mesaj ilettiği biliniyor. Zelenski daha önce Rusya’ya iletilmek üzere Türkiye’ye esirler listesini verdiğini açıklamıştı.
Erdoğan arabuluculuk öneriyor fakat Kiev’i destekleyen politikaları nedeniyle Rusya’nın suçladığı bir taraf hâline gelmiş durumda. Hâliyle Erdoğan’ın hedefiyle Putin’in beklentileri arasında ciddi bir uyumsuzluk olabilir. Rusya bir süredir Erdoğan’dan Kiev’i Donbas meselesini silahla çözme konusunda cesaretlendirecek adımlardan vazgeçmesini istiyor. Kiev’i askeri bir maceradan alıkoyacak bir Türk rolü Putin’i memnun edebilir. Fakat Erdoğan’ın çatışma bölgelerine SİHA satma konusundaki “tereddütsüz” arayışları dikkate alındığında Ukrayna ile savunma alanındaki anlaşmalardan geri dönmesi olası gözükmüyor. Erdoğan’ın Kırım’ın Rus işgali altında olduğu yönündeki görüşünü değiştireceğine dair de hiçbir emare yok.
Daha da önemlisi kriz, Ukrayna üzerinden NATO’nun genişlemesini içeriyor. Hâliyle Rusya asıl pazarlığı Ukrayna’yı silahlandırmaktan bahseden Biden yönetimi ve ikinci derecede Avrupa Birliği’nin belli başlı aktörleriyle yapmak istiyor. Polonya ve Romanya’ya hava savunma sistemleri yerleştiren NATO’nun Rusya sınırlarına yaklaşma stratejisine yanıt olarak Ukrayna sınır hatlarına askeri sevkiyat yapmak, Kırım ve Ukrayna sınır hatlarını da kapsayan 30 bölgede askeri tatbikatları tekrarlamak, martta envantere girmesi beklenen hipersonik füzeleri (Tsirkon) geliştirmek oldu.
Rusların yanıtlarına Zelenski’nin kendisine karşı darbe komplosu da eklenebilir: Ukrayna lideri, muhalif oligark Rinat Ahmetov'un dâhil olduğu bir mihrakın 1 Aralık’ta darbe yapacağına dair ellerinde ses kayıtları olduğunu iddia etti.
Putin’in ortaya koyduğu kırmızı çizgi çok net. Eğer senaryo Donbas’ı askeri müdahaleyle geri alma ya da Ukrayna’yı NATO’ya sokma şeklinde ilerlerse Rus müdahalesinin boyutları değişebilir. Bu durumda Rusya’nın askeri birliklerle Donbas’ı koruma altına alması, burayı tam anlamıyla Rusya ve NATO arasında tampon bölgeye çevirmesi, ileride de-facto ‘Donetsk Halk Cumhuriyeti’ ile ‘Lugansk Halk Cumhuriyeti’ni tanıması ya da Kırım’daki gibi doğu Ukrayna için ilhak seçeneğini çalıştırması olasılık senaryoları arasında yer alıyor.
Ankara, Ukrayna-Rusya gerilimiyle NATO’nun Karadeniz stratejisindeki yerini sağlamlaştırıp Kiev ve Varşova ile stratejik ilişkiler geliştirme fırsatı bulsa da Moskova ile ilişkilerindeki risk torbasını şişirmiş bulunuyor. Olası bir tırmanışta Erdoğan’ın oynadığı oyunla kazanma ihtimali zayıf. Son 20 yılda Karadeniz havzasındaki çatışma stratejileri Rusya’nın toprak ya da nüfusunu genişletmesine hizmet etti. 2014’te Kırım’ın iltihakı bunun son örneği. Öncesinde 2008’de Gürcistan’ın Batı’nın desteğiyle Abhazya ve Güney Osetya’yı geri alma hamlesi bu iki de facto bağımsız cumhuriyetin Moskova tarafından tanınmasıyla sonuçlanmıştı. Belarus’taki seçim türbülansı da Minsk yönetiminin birkaç yıldır Rusya ile arasına koyduğu mesafeleri yok etti. Şimdi Belarus, Ukrayna’ya karşı kuzey sınırından namlu gösteriyor.
Velhasıl Putin, Türkiye’nin Ukrayna’nın askeri kapasitesini artırmaya dönük çabalarını frenleyecek ya da Kiev’in Minsk anlaşmalarına uymasına hizmet edecekse Erdoğan’ın arabuluculuk çabasına değer verebilir. Çavuşoğlu daha sonra Stockholm’de Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) toplantısında Ukraynalı ve Rus mevkidaşlarıyla gerilimi düşürmeye dönük görüşmeler yaparken Minsk anlaşmalarına riayetin önemine vurgu yaptı.
Ne var ki bu anlaşmalar, Türkiye’nin rolünü sorgulanmasına imkân veren maddeler içeriyor. 26 Ekim’de Ukrayna Genelkurmay Başkanlığı, Bayraktar TB2 ile Donbas’ta ayrılıkçıların elindeki D-30 122 mm havan topunu imha ettiklerine gösteren bir video yayımladığında Moskova Minsk anlaşmalarının ihlal edildiğini öne sürmüştü. 5 Eylül 2014 tarihli ilk Minsk protokolünün uygulanmasıyla ilgili ihlaller üzerine 19 Eylül 2014’te ilave bir mutabakat imzalanmıştı. Buna göre güvenlik bölgesinde saldırılar ve savaş uçaklarının uçuşlarına son verilecekti. Rusya, Türkiye’yi de hedef alan ihlal suçlamasında bu ek mutabakatı referans alıyor.
Moskova ayrıca Minsk grubunun 2014’ten sonra iki protokol ve ilave mutabakatlarla belirlediği çözüm parametrelerinin değiştirilmeyeceğine dair güvence ve NATO’nun Rusya’ya doğru genişlemeyeceğine dair anlaşma istiyor. Bu yöndeki talepler Lavrov tarafından Stockholm’de dile getirildi. AGİT’in üstleneceği rolü önemsese de Rusya’nın bu konuda muhatap olarak gördüğü ana aktör Türkiye değil. Krizin taşıdığı boyutlar, Putin-Biden arasında yeni bir zirveyi gerektiriyor.
Al-Monitor / 03.12.21