Soçi'de Dağlık Karabağ zirvesi

Dağlık Karabağ meselesi üzerinden ortaya çıkan sorun, son yirmi yıl içerisinde Ermeni ve Azeri halklarının birbirlerini boğazlamasına neden olmaktadır. Oysa Bolşeviklerin önderliğindeki Büyük Sosyalist Ekim Devrimi, bir halklar hapishanesi olan o geniş coğrafyada ulusların kendi kaderini tayin hakkını kayıtsız şartsız uygulayarak, halklar arasındaki en gerçekçi barışı sağlamıştı.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Dünya
  • |
  • 03 Aralık 2021
  • 19:10

Azerbaycan ve Ermenistan arasında geçen yıl eylül ayında başlayan ve 44 gün süren “İkinci Dağlık Karabağ Savaşı” olarak bilinen bir savaş yaşandı. Bu savaşta Azerbaycan sermaye devleti, Türkiye ve İsrail’den aldığı askeri destekle, Ermenistan güçlerini Dağlık Karabağ ve çevresinde 1990’lı yıllardan beri kontrol ettikleri topraklardan çıkardı. Azerbaycan ile Ermenistan arasında yaşanan bu savaşta en az 6 bin 500 kişinin yaşamını yitirdiği açıklandı ve savaş Rusya’nın arabuluculuğunda sağlanan ateşkesle son buldu.

Ateşkes anlaşmasının birinci yılında, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in çağrısıyla, Rusya’nın Soçi kentinde 26 Kasım tarihinde bir zirve düzenlendi. Zirveye, Putin’in ev sahipliğinde Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev ve Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan katılımıyla gerçekleşti. Dağlık Karabağ’daki gelişmelerin ele alındığı üçlü zirvenin sonunda, Rusya, Azerbaycan ve Ermenistan tarafından imzalanan ortak bir bildiri yayınladı. Bildiriye göre, tarafların iki ülke arasındaki sınırların yeniden belirlenmesi için ortak komisyon kurulması konusunda uzlaşma sağladığı açıklandı. Üçlü görüşme ile ilgili konuşan Putin, temel noktalarda anlaşma sağladıklarını, aradaki ulaşım hatlarının yeniden açılması ve insani konuların görüşülmesi gerektiğini belirtti. Putin konuşmasının devamında, “Tarihsel bağlarımız var. Onları gelecekte yeniden tesis etmeli ve geliştirmeliyiz. Tansiyonun düşmesi ve insanların barış içinde yaşayabilmesi gerekiyor. Yakın gelecekte sınırların belirlenmesi konusunda çalışacağız.” dedi.

Ortak yapılan açıklamada konuşan Aliyev, Rusya’nın Azerbaycan ile Ermenistan arasındaki sınır sorunlarına verdiği desteği takdir ettiğini belirtirken, Azerbaycan’ın Ermenistan ile sınırlarını belirleme sürecini başlatmaya hazır olduğunu vurguladı. Rus barış güçlerinin bulunduğu bölgede durumun genel olarak istikrarlı olduğunu kaydeden Aliyev, “Ciddi olaylar, kasıtlı yapılan provokasyonlar olmadı. Sistematik nitelik taşımayan ufak olaylar yaşandı. Bu nedenle Rus barış güçlerine iyi hizmetlerinden dolayı teşekkür ediyoruz. Bölgede güvenliği sağlıyorlar.” ifadelerini kullandı.

Ermenistan medyasına yansıya bilgilere göre, Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan, üçlü görüşmelerde, Ermeni savaş esirleri ve Ermenistan topraklarının Azerbaycan kuvvetleri tarafından işgali konusunu gündeme getirdi. Haberlere göre Paşinyan “Bu yıl 12 Mayıs’tan sonra aslında Ermenistan-Azerbaycan sınırında bir kriz durumumuz var. Bizim değerlendirmemiz, Azerbaycan birliklerinin Ermenistan’ın egemen topraklarını işgal ettiği yönündedir.” diyerek, Azerbaycan Cumhurbaşkanı ile aynı fikirde olmadığını, savaş esirleri, rehineler ve diğer tutuklular meselesinin de çok önemli insani meseleler olduğunu vurguladı. Ayrıca görüşmede olumlu havanın oluşturulmasından dolayı Putin’e teşekkür eden Paşinyan, “Dağlık Karabağ sorununun çözümünün AGİT Minsk Grubu eş başkanlığı çerçevesinde gerçekleşmesi gerektiğine inanıyoruz. Ancak birçok konunun üçlü ve ikili formatlarda tartışılabileceğini, çözülebileceğini düşünüyorum.” dedi.

Yüzölçümü 4 bin 400 kilometrekare olan Dağlık Karabağ, bugün Azerbaycan ve Ermenistan arasında 20. yüzyılın başlarından bu yana süren, yani Sovyetler Birliği döneminden kalma bir sorun alanıdır. Azerbaycan ve Ermenistan, 1922’de Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’ne katıldılar. Tarihi olarak iki toplum arasında sorunlu bir alan olan Dağlık Karabağ da 1923’te Azerbaycan Cumhuriyeti’ne bağlı özerk bir bölge statüsü kazandı. Moskova’nın kararı, Ermenistan yönetimi tarafından hiçbir zaman kabul görmedi. Sovyetler Birliği’nin dağılmaya başladığı dönem olan 1980’lerde Dağlık Karabağ sorunu da su yüzüne çıktı.

Dağlık Karabağ’da örgütlü Ermeniler, Sovyetlerin kuruluşunda “Türkiye’yi memnun etmek için bölgenin Azerbaycan’a bağlandığını” iddia ederek, Bakü yönetiminden ayrılmayı talep ettiler. Ekim 1987’de Erivan’da bu talebe destek gösterileri düzenlendi. Gösterilerden birkaç gün sonra, 18 Ekim 1987’de, bugün hala sınır bölgesinde zaman zaman yaşanan çatışmaların ilk temeli atıldı. 1988’de ise Dağlık Karabağ Ulusal Konseyi üyesi Ermeni vekiller, bölge nüfusunun “yüzde 70’ini” Ermenilerin oluşturduğunu iddia ederek, Ermenistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’ne bağlanmayı talep ettiler. Bakü bu talebi reddetti, Moskova da Bakü’ye destek verdi. 1988’in sonunda iki halk arasındaki çatışmaların durdurulması için, bugün Dağlık Karabağ’ın idari merkezi konumundaki Henkendi’den Azeriler çıkarılırken, Suşa’dan da Ermeniler çıkarıldı. 1989’da Moskova, Dağlık Karabağ’ın yönetimini doğrudan Bakü’ye devretmişti. Bu tarihten sonra Dağlık Karabağ sorunu, bir süre sonra bağımsızlığını kazanacak Bakü ve Erivan için en öncelikli sorunlardan biri haline geldi.

Azerbaycan, Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından, 1991 yılında bağımsızlığını ilan ettikten sonra, Dağlık Karadağ’ın özerklik statüsünü kaldırdığını açıkladı. Bu açıklamadan bir ay sonra Dağlık Karabağ Meclisi referanduma giderek Azerbaycan’dan ayrılmak istediğini duyurdu. Referandumu, Azeriler boykot etti. Dağlık Karabağ meclisi 1992 başında da bağımsızlığını ilan etti ancak bu ilanı sadece Ermenistan Cumhuriyeti tanıdı. Ardından çatışmalar yoğunluk kazandı. 1994’e kadar süren savaşlarda 30 bin kişi hayatını kaybetti. Dağlık Karabağ bölgesi ile “rayon” adı verilen 7 bölge Ermenistan tarafından işgal edilmiş oldu. Bölgede yaşayan yaklaşık 600 bin Azeri mülteci durumuna düştü. Zaman zaman iki ülke arasında üst düzey görüşmeler yürütüldü. Bu görüşmelerde Azerbaycan Ermenistan’ın işgal ettiği topraklardan çekilmesini talep ederken, Ermenistan Dağlık Karabağ’a kendi kaderini tayin edeceği bir statü sağlanmaması halinde bunu yapmayacağını duyurdu. İki taraf bugüne kadar sorunlar üzerinde herhangi bir anlaşmaya varamadı.

Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından bağımsızlığını ilan eden Ermenistan hem diplomatik hem askeri hem de maddi anlamda büyük ölçüde Rusya’nın etkisini üzerinde hissetmeye devam etti. İki ülke arasında (Belarus, Kırgızistan, Kazakistan ve Tacikistan’ın da taraf olduğu) Kolektif Güvenlik Anlaşması Örgütü çerçevesinde yürüyen bir askeri ittifak var. Bu kapsamda Ermenistan’da Rus ordusuna ait üsler de bulunuyor. İki ülke, aynı zamanda (Belarus, Kırgızistan ve Kazakistan’ın da taraf olduğu) Rusya öncülüğünde oluşturulan Avrasya Ekonomik Birliği’nin de üyesi. Sovyetlerin yıkılışı ile birlikte Dağlık Karabağ sorunu, emperyalist güçlerin bölgeye müdahalesi için bir vesile nedeni olarak kullanılmaktadır. Bu durum ise sorunu çözmek bir yana, bölgedeki istikrarsızlığı artıran bir faktör olmaktadır.

Öte yandan jeopolitik konumuyla Güney Kafkasya bölgesi, Rusya, Türkiye ve İran gibi üç büyük gücün rekabet merkezindedir. Meselenin uluslararası bir problem haline gelmesi ise asıl olarak bölgenin zengin yeraltı kaynakları ve jeopolitik konumu ile ilgilidir. Azerbaycan’ın Hazar kıyılarında petrol ve doğalgaz bulunmasından bu yana, ülkenin siyasal ve sosyal istikrarı, emperyalist ülkeleri yakından ilgilendiren bir konu haline gelmiştir. Azerbaycan’ın bulunduğu bölge, Hazar petrollerinin ihraç yollarını giderek daha çok kontrol altında tutmak isteyen Rusya için önemlidir. Diğer taraftan Batılı emperyalist ülkeler de enerji zengini ve ulaşım açısından önemli olan bu bölgede etkili olmak istemektedirler. Azerbaycan’ın doğal kaynaklarını dünya pazarlarına ulaştırmada bir bakıma garantör olan ABD emperyalizmi Hazar petrollerinin güvenliği açısından ülkenin dış politikasında doğrudan etkin rol almaktadır. Ayrıca Rusya’yı Güney Asya cephesinden kuşatılabilmek amacı çerçevesinde bölge ülkeleriyle yakın ilişkiler kurmak için yoğun bir çaba sarf edilmektedir.

Bugün Dağlık Karabağ meselesi üzerinden ortaya çıkan sorun, son yirmi yıl içerisinde Ermeni ve Azeri halklarının birbirlerini boğazlamasına neden olmaktadır. Oysa Bolşeviklerin önderliğindeki Büyük Sosyalist Ekim Devrimi, bir halklar hapishanesi olan o geniş coğrafyada ulusların kendi kaderini tayin hakkını kayıtsız şartsız uygulayarak, halklar arasındaki en gerçekçi barışı sağlamıştı. Eşitlik ve gönüllü birlik ilkeleri üzerinden yaratılan bu sistem her türden ayrımcılığın ve ırkçılığın panzehiri olmuş, yıllarca halkların hoşgörüye dayalı kardeşçe yaşamalarının zeminini oluşturmuştur. Bugün ise kapitalist sisteme entegre olmuş bu ülkelerde sermayenin çıkarları için mazlum halkların kanı akıtılmakta, savaşların sonu gelmemektedir. Ve emperyalist gericilerin düzenlediği zirvelerden de hiçbir biçimde gerçek anlamda kalıcı bir barış çıkmayacaktır. Gerçek bir barış için dünya halklarının önündeki tek yol yeni Ekim Devrimlerini gerçekleştirmektir.