Bölgede birden fazla ülke arasında kartların yeniden karıldığı bir diplomatik temas trafiği yaşanıyor.
Bugün Ukrayna kriziyle bağlantılı olarak Biden ile Putin görüşmesi beklenirken konu Karadeniz’deki stratejisiyle bağlantılı olarak konu bir şekilde Türkiye’yi de ilgilendiriyor. Fakat Türkiye’de yanıltıcı bir algı oluşturuldu; Erdoğan’ın Putin ile Zelenski arasında arabuluculuk yapabileceği yönünde haberler köpürtüldü. Halbuki bu konuda Rusya’nın muhatap olarak gördüğü asıl taraf ABD.
Ruslar Erdoğan’ın Ukrayna liderine mesaj ileten bir kanal olarak görüyor, fazlası değil. Riga ve Stockholm’deki toplantılarda Ruslar ne istediklerini ortaya koydu ve bugün Putin bu talepleri Biden’e iletecek. Üç konu var; Ukrayna’nın NATO’ya üyeliği gibi bir planın peşinden gidilmemesi, Romanya, Polonya ve Bulgaristan’ı önceleyen ABD’nin NATO konuşlanmasının Ukrayna’ya kaydırılmaması; Kiev’in Donbas’ı askeri yolla geri alma yönünde teşvik edilmemesi. Özellikle sonuncusunda mesaj SİHA satışıyla nedeniyle gerilime müdahil olması nedeniyle Ankara’ya da ulaşıyor.
Bu üç konuda NATO kanadının stratejisini belirleyen ABD, haliyle Putin meseleyi Biden’la konuşmak istiyor. ABD ise Rusya’yı SWIFT’ten atma gibi yaptırım tehditleriyle Rusya’ya Ukrayna’yı istila etmeye kalkışma diye kırmızıçizgi çiziyor. Savaş çıkmadığı sürece bu tehdidi yerine getirmek o kadar kolay değil. Bu evvela doğalgaz satışlarını etkileşeceği için evvela ABD’nin Avrupa’daki müttefiklerini vurur.
Putin Ukrayna sınırına yapılan yığınakla ABD’nin bölge siyasetinin önüne bir hat çiziyor ve bir ölçüde Doğu Ukrayna’daki gerilimi odaklanarak Kırım’ın iltihakının hazmedilmesini ve artık bunun yaptırımlara konu olan bir mesele olmaktan çıkartılmasını umuyor.
İran ile ABD arasındaki nükleer pazarlıklarda bir anlaşmaya varılması ya da tersinden gerilimli bir sürece dönülmesi seçeneklerine göre bölgedeki ülkeler kendi seçeneklerine bakıyor. ABD’nin askeri ve sivil temsilcileri son zamanlarda her iki olasılıkta da bölgedeki müttefiklerin terk edilmeyeceği güvencesini verdi. Fakat yine de Suudi Arabistan ve BAE gibi ülkeler ABD’nin bölgede askeri ve diplomatik kapasitesini düşürme eğilimini dikkate alarak İran ve Türkiye dahil bölgenin önde gelen aktörleri ile ilişkileri normalleştirme ya da gerilimleri düşürme ihtiyacı duyuyor. İran’la gerilimin tırmanması halinde Türkiye’ye atfedilen önem artabilir.
Erdoğan’ın Katar’a ziyaretinin arkasında ekonomik darboğaz karşısında kuşkusuz çaresiz olmadığını gösterme, biraz belki nakit akışı sağlama gibi saikler var. Katar’ın komşuları ile gerilimi kullanarak askeri boyutu büyütülen ortaklığın daha da ilerletilmesi artık yeni koşullarda çok gerçekçi değil. Katar komşularıyla normalleşme sürecine girerken Türkiye’nin dış politika önceliklerini kendi stratejik tercihlerinin önüne geçirmek istemiyor.
Kıbrıs Cumhuriyeti’nin ilan ettiği parselde ExxonMobil ile doğalgaz araştırma işine girmesi bunun göstergesi. Mavi Vatan’ı ulusal beka meselesine çevirenler nedense Doha’nın Rumlarla ortaklığını sorun etmek istemedi. İlk önce Katar’ın ortaklığı onuncu parseldeydi ve Ankara buranın Türkiye’nin ilan ettiği bölgede yer almadığını belirterek tepkisini göstermelik düzeyde tuttu.
Sonra Türkiye’nin haritasıyla çakışan beşinci parselde Katar arama projesine dahil oldu. Ankara’yı açığa düşüren bu durum karşısında derin bir sessizlik oluştu. Bütün bunlar Katar’ın 2016-2017’deki abluka altında kaldığı dönemlerden farklı olarak Türkiye’ye ihtiyacının azaldığını, buna karşın Türkiye’nin Katar’a abartılı bir ortaklık payesi biçtiğini gösteriyor.
Artı Gerçek / 08.12.21