Erdoğan’ın bir hafta içinde “Ekonominin kitabını yazdık, yazmaya devam ediyoruz” yüksekliğinden “Ekonomik kurtuluş savaşı veriyoruz” seviyesine inmesi, Türkiye’nin yönetim krizine işaret etmektedir.
Bu krizden nasıl çıkılacağı, krizin faturasının sermayeye mi yoksa halka mı kesileceği, önümüzdeki en büyük sorundur. Bunun için de 41 yıllık muhasebenin yapılması zorunludur.
AKP’nin serbest piyasaya bağlılığı
Bırakın gerçek enflasyonu (yüzde 50), resmi enflasyonun (yüzde 20) bile altında faiz (yüzde 15) vermek, fiilen TL sahiplerine “dolar alın” demektir. Dolayısıyla son üç ayda yaşanan üç faiz indirimi, sonuçları itibarıyla dolarizasyon operasyonu anlamına gelmektedir. Nitekim eylül başında 8.88 TL olan dolar, kasım sonu yaklaşırken 13 TL seviyesindedir.
Erdoğan’ın faiz indiriminden sonra TÜSİAD’ı hedef alırken söylediği “Biz işadamlarına diyoruz ki sen düşük faizle kredi istiyordun. Al, niye almıyorsun” sözleri, tüm kesimlere verilen mesajdır ve “Düşük faizle kredi çek, konut al, araba al, tüket” anlamına gelmektedir. Bu da borçlandırma operasyonudur.
Asıl önemli nokta da şudur: Cumhurbaşkanı Erdoğan ile TCMB Başkanı Şahap Kavcıoğlu görüşmesinden sonra TCMB’den yapılan açıklamada “serbest piyasa ekonomisine bağlılık” mesajı verilmiştir.
O zaman soru şudur: Erdoğan “ekonomik kurtuluş savaşını” nasıl verebilecek? Çünkü serbest piyasa ekonomisine bağlılık içinde ekonomik kurtuluş savaşı verilemez. Çünkü krizin asıl sebebi “kötü yönetim” değildir, neo-liberal kapitalizmin bizzat kendisidir. Kötü yönetimler krizin çapını artırmaktadır sadece.
Borcu borçla ödeme ekonomisi
24 Ocak 1980’den bu yana kaç iktidar değişti. Ancak tüm iktidarlar aynı ekonomi düzenini sürdürdüler. O nedenle 41 yılı bir süreklilik içinde Özal - Çiller - Erdoğan dönemi olarak sınıflandırmalıyız. Üçü de serbest piyasa ekonomi modelini, birbirlerini aşa aşa uyguladılar!
Özetlersek: Yabancı finans kuruluşlarına ülkeye serbest giriş vizesi verilmesiyle dövize/uyuşturucuya alıştırılan, döviz kazancı sağlamayan özel şirketlere de dövizle borçlanma yetkisi vererek dövize/uyuşturucuya bağımlı yapılan ve yap-işlet-devret modeliyle de bağımlılığı artırılan bir ülke olduk.
“Döviz bağımlısı” bu model ile kaçınılmaz olarak dış borç arttı. Dış borç arttıkça, özelleştirme/yabancılaştırma yapıldı, yetmeyince daha da borçlanıldı. Sonuçta ortaya “borcu borçla ödeme” ekonomisi çıktı. Milli gelirin yüzde 60’ına ulaşan 465 milyar dolarlık bir büyük borç yükü altındayız özetle.
Bu model, yeni zenginler yarattı, zengini zenginleştirdi ama daha geniş kesimleri yoksullaştırdı, mevcut yoksulları ise daha da yoksullaştırdı.
Çare: Karma ekonomi modeli
Erdoğan’ın iktisatçıları mandacılıkla suçlaması, gerçeği örtmüyor. Ulusal parasını, ABD’nin neo-liberal ekonomi düzeninde dalgalı kura çapalayan her iktidar, mandacıdır çünkü. Borcu borçla çevirme ekonomisi inşa ettikten sonra iktidarını sürdürebilmek adına para arama yöntemi olarak cumhuriyetin iktisadi kuruluşlarını yok pahasına yabancılara satan her iktidar mandacıdır çünkü.
Dolayısıyla Türkiye’nin önündeki sorun 41 yıllık mandacılıktan çıkıp tam bağımsız ekonomi için kurtuluş savaşı vermektir. Bunun yolu da sistem içinde düzeltme aramaktan değil, sistem dışına çıkmaktan geçmektedir.
41 yılın özeti dövize bağımlılık ve borçlanmadır. Çözüm bu modelin içinde değil, dışındadır. Kamuculuğun yeniden öne çıkacağı karma ekonomik modeli, seferberlik programı olarak ilan eden parti, ancak Türkiye’yi gerçekten yönetebilecek ve düzlüğe çıkarabilecektir. Uluslararası finans kapitalin soygununa son vermek, ancak yeniden beş yıllık planlamalar yapmakla, tarımı yeniden ayağa kaldırmakla, endüstriyel tarıma geçmekle, yeniden büyük sanayi hamlesi yapmakla, üretmekle, döviz soygunculuğunu ve rantçılığı frenlemekle mümkündür.
Cumhuriyet / 25.11.21