Türkiye bir kez daha ölümlerle, arama kurtarma çalışmalarıyla, kayıplarla deprem gerçeğini tecrübe ediyor. Merkez üssü Elazığ’ın Sivrice ilçesi olan ve çevre illerden de hissedilen 6,8 büyüklüğündeki depremin ardından sürecin nasıl yönetilemediğine de şahitlik ediyor.
2020 yılında bu büyüklükte bir bir depremin binaları yerle bir etmesi ve can alması, “kader-i ilahi” ile açıklanamaz. Ancak, plansızlıkla, yıllardır defalarca uyarılar yapılmasına rağmen önlem almamakla, bina güçlendirme çalışması yapmamakla, akla, bilime öncelik vermemekle, uzmanlara kulak asmamakla ve kaynakları para hırsına feda etmekle açıklanabilir.
18 Haziran 2019’da Japonya’nın kuzeybatı kıyılarında Yamagata sahiline 10 kilometre derinlikte 6,8 büyüklüğünde bir deprem yaşandı. Elbette sarsıntılara sebep oldu ve tsunami uyarıları yapıldı. Aynı büyüklükte bir depremde ne ölü ne de yaralanan vardı.
Türkiye’nin her bölgesinin aynı gelir seviyesinde olmadığını, yoksulluğun önemli bir gösterge olduğunu söyleyenler olacaktır. Bu noktada, devletin varsıl ya da yoksul diye ayırmadan deprem kuşağındaki ülkenin tüm yurttaşlarının can güvenliğini sağlayacak şekilde politikalar inşa ederek uygulamasının zorunlu ve öncelikli olması beklenir.
Türkiye’nin böyle bir depremde insanlarını kaybedecek kadar yoksul olmadığını, durumun doğrudan nepotizmle, ahbap çavuş ekonomisiyle, bürokratik yapının içinin boşaltılarak, işlevsizleştirilmesiyle hatta çürütülmesiyle ilgili olduğunu da söylemek gerek.
Çünkü, kamu yararı olduğu iddiasıyla yapılan ancak kimseye faydası olmayan mega projelere yığınla para harcayan, Kanal İstanbul diye tutturan, bulduğu her boşluğu hatta deprem toplanma alanlarını dahi alışveriş merkezleriyle dolduran, geçilmeyen köprülere, tünellere, otoyollara milyonlar akıtan bir ülkenin deprem önlemleri için parasının olmadığını kimse söyleyemez, söyleyen çıkarsa da bu asla kabul edilemez. Kimse, ülkenin imkanlarının olmadığı gibi bir argümanın arkasına saklanmasın…
Para ve güç hırsının zehirlediği bir iktidarın, akla, bilime uygun bir kentsel planlama anlayışını tüm unsurlarıyla eşgüdüm içinde harekete geçirmeyişinin bedelini yurttaşlar canıyla, malıyla ödüyor…
Prof. Dr. Naci Görür’ün daha önce Elazığ ve köylerinin depreme hazırlıklı olması gerektiği yönünde uyarılarda bulunduklarını, bu konuda projeler hazırladıklarını ancak TÜBİTAK ve Devlet Planlama Teşkilatı'nın reddettiğini ifade etmesi içinizi sızlatmıyorsa, insanlığınızı sorgulayın…
Bu ülkenin imkanlarının olmaması meselesi değil, yaşama, yurttaşa, can güvenliğine değer vermeme, saçma sapan bir şehitlik mertebesi arkasına sığınarak ya da “durumu politikleştirmeyin” diyerek durumu öteleme, yasak savma meselesi…
Bu depremin er ya da geç geleceği biliniyordu. Aynısı Türkiye’nin deprem riski yüksek başka bölgeleri için de geçerli. 1999 depreminden sonra yapılabilecek pek çok şey vardı, maalesef yapılmadı, yıllar boşa harcandı, geçen zaman planlama fırsatı için değil, yandaş inşaat ağalarını zengin etmek için kullanıldı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın depremde kaybedilenlerin cenazesi sırasında, “Bu enkazları kaldırarak bir diğer taraftan da gerek köylerdeki gerek mahallelerdeki yıkılanların yerine TOKİ olarak adımlarımızı atacağız, yapılması gerekenleri yapacağız” demesinde bir tuhaflık yok mu sizce?
Mesele depremde yıkılan binayı tekrar yerine dikmek mi? Bizleri depreme TOKİ mi hazırlayacak?
Hem tüm kamuoyuna “siyaset yapmanın sırası değil” diye azar çekilirken, cenaze töreninde siyasetin tam da en popülist halinin yapılıyor olması…
Yaşamımızın tüm veçheleri politiktir, aldığımız ya da almadığımız kararlar, attığımız adımlar, ağzımızdan dökülen sözler, o sözleri ifade etme biçimlerimiz hepsi inkar edilemez şekilde politiktir. O yüzden böyle günlerde “siyaset yapmayın” diyenin en ufak bir samimiyeti, bu sözün de gerçeklikle en ufak bir ilgisi yoktur.
Felaket anında zor durumdaki insanların yardımına koşması gereken kurumun başındaki kişinin “10 lira gönderin” mesajı herkesi çıldırtınca, zihinlerdeki en meşru soru tekrar gündeme geldi: Deprem vergileri nereye gitti?
1999 depreminden sonra geçici olarak getirilen ancak daha sonrasında kalıcı hale gelen deprem vergilerinin nereye gittiği yönündeki soruya yıllar önce dönemin Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, “duble yollara harcadık” demişti.
Geçtiğimiz aylarda CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, yaptığı bir konuşmada, “Sadece AKP döneminde İstanbul’un depreme dayanıklı hale gelmesi için 17 yılda 36 milyar dolar toplandı” ifadelerini kullanmıştı.
26 Kasım 1999’da deprem sonrası sadece bir yıllığına yürürlüğe giren Özel İletişim Vergisi (ÖİV), AKP döneminde kalıcı hale getirildi. ÖİV yoluyla 2004 ile 2018 arasında halkın cebinden 60,6 milyar lira para toplandı. Eskiden otoyola harcadık diyebiliyorlardı, artık onu da diyen yok… Hesap verilebilirlik sıfır.
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun, “Türkiye’nin deprem konusundaki yeterliliğini tartışmaya açmak, bu saatte yapılabilecek insanlık dışı bir davranıştır. Başka deprem fotoğraflarını gösterip sosyal medyada paylaşıp panik havası oluşturanlar hakkında tahkikat başlatacağız” sözleri de ilginçti.
Deprem için toplanan vergilerin, imar aflarıyla toplanan milyonlarca liranın neden depreme karşı dayanıklı kentler için kullanılmadığı yönünde tahkikat açılması daha anlamlı olur, herkes paralar nereye gitmiş öğrenir, yapılabilirse tabii…
Bugünden sonrasında seferberlik bile ilan etseniz, artık kentsel dönüşüm öyle düşünüldüğü gibi kolay değil. Türkiye, kötü yönetilen bir ekonominin sonucu olarak hem kaynaklarını doğru kullanmayan hem de fazlasıyla borçlanmış bir ülke. Kentlerin yeniden inşası için eskiden olduğu kadar kolay finansal kaynaklara erişimi mümkün değil. Yüksek faizlerle borçlanmak zorunda.
Üstelik, İstanbul başta olmak üzere pek çok kentte ihtiyaç fazlası bina stoku mevcut. Konut stoku her geçen gün daha ciddi boyutlara ulaşıyor. Sadece İstanbul’da konut stoku 1 milyon seviyelerine ulaşmış durumda.
1999 Marmara depreminin üzerinden 20 koca yıl geçti. Bu 20 yıl boyunca fay hatlarının nerelerden geçtiği bir dönem konuşuldu, sonra gündemden düştü, deprem sonrası felaketi yaratan koşullarla nasıl baş edileceği hep geri planda kaldı. Sadece kentsel dönüşümle işin halledileceği gibi bir algıyla durum yönetilmeye çalışıldı, eylemsellik, hazırlık, deprem sonrası süreçle ilgili sorumluluklar havada kaldı.
Kentsel dönüşüm hamlesindeki niyetin depreme hazırlık olmadığı artık gün gibi ortada. Depremle mücadelenin bile bir sektör haline getirildiği bir ülkede herkes tesadüfen yaşıyor.
Durum çaresiz değil, zor da olsa çok yönlü bir risk azaltımı ve afetlere hazırlık çerçevesiyle ülke genelinde deprem, merkezi ve yerel yönetimlerin ana gündemi haline getirilmeli, çok kritik ihtiyaçlara cevap vermeyecek mega rant projeleri derhal iptal edilerek bu projeler için ayrılacak kaynaklar afetlere hazırlık için ayrılmalı, her şeyden önemlisi ise bu kaynaklar partiler üstü bir şekilde, şeffaf, kamunun bilgilendirilmesine açık, günlük siyasi çekişmelerden uzak bir biçimde kullanılmalı.
Deprem gerçeğiyle yüzleşerek bir şekilde bir yerden başlamak gerek…
Tüm Türkiye’ye çok geçmiş olsun…
Artı Gerçek / 26.01.20