Jeoloji Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi yönetim kurulu, yaptığı yazılı basın açıklaması ile deprem sorununa dikkat çekerek “Binalar öldürüyor, deprem değil!” dedi. Bir deprem ülkesinde yaşadığımızın altını çizen oda yönetimi, devletin bunun karşısında yeterli bir hazırlık içerisinde olmadığını, tersine Kanal İstanbul vb. projelerle yeni felaketlere davetiye çıkardığını vurguladı.
Jeoloji Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi yönetim kurulunun konuyla ilgili basın metninde şunlar ifade edildi:
Doğa bir kez daha uyardı... Binalar öldürüyor deprem değil!
Deprem ülkemizin bir gerçeği… Depremler oldu… olmaya devam edecek…Sorun bizlerin bu gerçeği yok sayması…
24.01.2020 saat 20.55 de, merkez üssü Elazığ’ın Sivrice ilçesi olan Mw: 6.8 büyüklüğündeki deprem ve devamında meydana gelen büyüklükleri 2.7 ile 5.4 arasında değişen 35 adet artçı deprem… 34 kişi hayatını kaybetti
23.01.2020 tarihinde Ankara/Akyurt’ta sabah saat 6.54’de meydana gelen Mw: 4.5 büyüklüğündeki deprem ve artçıları…
22.01.2020 tarihinde Manisa/Akhisar/Musalar Mahallesi bölgesinde meydana gelen Mw: 5.4 büyüklüğündeki deprem ile ardında meydana gelen artçı depremleri …
27.09.2019 tarihinde saat 13.59 de Silivri açıklarında Mw: 5.8 olan deprem meydana geldi, 2’si ağır 28 kişi yararlandı…
23.10.2011 Van depremi, 604 kişi hayatını kaybetti
01.05.2003 Bingöl depremi, Mw: 6.4, 176 kişi hayatını kaybetti
12.11.1999, Düzce depremi, Mw: 7.2, 845 kişi hayatını kaybetti
17.08.1999, Gölcük depremi, Mw: 7.5, 17.480 kişi hayatını kaybetti
Ülkemizin yakın tarihinde yaşanan depremlerden bazıları…Doğa bizleri daha nasıl uyarsın…
Üstelik 2012 yılında MTA Genel Müdürlüğü tarafından yayınlanan Türkiye Diri Fay Haritasına bakıldığında, ülkemiz kara sınırları içerisinde Mw: 5.5 üzeri büyüklüğünde deprem üretme potansiyeline sahip 485 adet fay segmentinin bulunduğu, 2012 yılından günümüze kadar yapılan bilimsel çalışmalar sonucunda, bu sayının 2014 yılına kadar 535 olduğu, ayrıca ülkemiz karasuları içinde de çok sayıda deprem üretme potansiyeline sahip fay hatları ve zonlarının bulunduğu bilinmektedir.
Buna rağmen ülke nüfusunun yaklaşık ¼’ünün yaşadığı depremini bekleyen İstanbul başta olmak üzere deprem zararlarını azaltacak önlemler ve yasal düzenlemeler gerçekleştirilmiyor… Aksine ülkemizin deprem gerçeğini yok sayan, insan hayatına değer vermeyen bir takım yasal düzenlemelerle adeta gün kurtarılıyor…
Jeoloji Mühendisleri Odası tarafından Türkiye Diri Fay Haritası baz alınarak yapılan incelemede, “Aksaray, Bolu, Sakarya, Yalova, Bursa, Balıkesir, Manisa, İzmir, Aydın, Denizli, Erzurum, Kahramanmaraş, Hatay, Hakkari, Muğla, Eskişehir, Kütahya, Bingöl” başta olmak üzere en az 18 ilimizin merkez yerleşim birimleri, 80’ni aşkın ilçe merkezi ve ilk belirlemelere göre 502 köyümüz deprem üretme potansiyeli yüksek aktif fayların geçtiği hatlar üzerine oturduğu anlaşılmaktadır.
Yukarıda belirtilen il, ilçe ve köylerde yer alan, yaklaşık 100.000’ne yakın binanın doğrudan fay hattı veya zonları üzerinde yer aldığı tespit edilmiştir.
Elazığ’da gerçekleşen deprem de yıkılan 72 bina ve üzerlerinde bulundukları alüvyon zemin yapısı düşünüldüğünde, ülke nüfusunun %25’inin yaşadığı İstanbul’un saatli bomba üzerinde oturduğunu ifade etmek hiç yanlış olmayacaktır. Ülkemizin üretim, sanayi, finans, eğitim ve sanat başkenti olan depremini bekleyen İstanbul’un başta Marmara denizi kıyı kesimleri olmak üzere önemli bir kısmı birinci derece deprem bölgesi içinde yer almaktadır. Buna rağmen afet öncesine dair ciddi hiçbir önlem alınmamıştır; şehir adeta kaderine terk edilmiştir.
İstanbul ilinin Avrupa Yakası dar birkaç bölgesi haricinde genel itibariyle Neojen yaşlı jeolojik olarak genç birimlerden oluşmaktadır. Özellikle ilin güneyinde görülen Çekmece ve Danişmen Formasyonları genç oluşuklar olup deprem dalgalarını büyütme eğilimdedir. Özellikle Çekmece Formasyonu’nun üyesi olan Güngören killeri bu bölgelerde depreme en dayanıksız birim olarak karşımıza çıkmaktadır. 1999 yılındaki büyük Marmara depreminde İstanbul ili sınırları içerisindeki hasarlı yapıların çoğunun bu Güngören killeri üzerine kurulu yapılarda görülmesi bu birimin hassasiyeti konusunda üzerinde durulmasını zarüri kılmaktadır. Yine birçok alanda görülen kontrolsüz dolgu sahaları ve alüvyonal birikintiler de bu bölgedeki sorunlu alanların başında gelmektedir. İstanbul için planlanan “Çılgın Proje-Kanal İstanbul”un güzergahının önemli bir kısmının bu birimler üzerinde olması ise olası ve ne yazık ki beklenmekte olan bir depremde İstanbul’u bir facia ile burun buruna bırakacaktır.
Fay hatları üzerinde yer aldığı belirlenen binaların yıkılarak, bu alanların konut amacıyla kullanılmasının engellenmesi gerekirken, bunun aksi durumunu içeren düzenleme “ 2/2512 sıra sayılı Coğrafi Bilgi Sistemleri ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkındaki Kanun Tasarısı” teklifi TBMM Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm Komisyonunda kabul edilmiştir. Söz konusu düzenlemenin 11 ve 13. Maddesi ile fay hatları veya zonları üzerine inşa edilen, imar kanununun geçici 16. Maddesi gereğince (imar barışı düzenlemesi) “yapı kayıt belgesi” alan binaların güçlendirilmesini içeren düzenleme de komisyonda kabul edilmiştir.
Doğrudan fay hatları veya zonları üzerine oturan bu tip binaların güçlendirilmesi ülkemiz insanının yaşamını yitirmesine ve mal kayıplarına neden olmasına engel olamaz, mevcut risk devam edecektir.
TMMOB Jeoloji Mühendisleri Odası olarak bir kez daha uyarıyoruz!
1- Afet zararlarının azaltılmasını esas alacak şekilde, 3194 sayılı İmar, 4708 sayılı Yapı Denetim, 7269 sayılı Afet, 2872 sayılı Çevre ile 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkındaki Kanuni düzenlemeleri bütünlüklü olarak ele alarak, halkın afetlere karşı güvenli olmasını sağlayacak şekilde yeniden düzenlenmelidir.
2- ABD’de olduğu (Kaliforniya fay yasası) gibi, aktif fay hatları veya zonları üzerine bina inşa edilmesi yasaklanmalı veya özel jeolojik araştırmalardan sonra verilecek karara göre bina inşa edilip edilmeyeceğine ilişkin yasal düzenlemeler acilen gerçekleştirilmelidir.
3- Günümüzde Afet ve Acil Durum Yönetimi (AFAD) Başkanlığı “acil durum ve müdahale” iş ve işlemlerini yürütür bir konuma sürüklenmiş bulunmaktadır. Deprem ve depremlerle mücadele kurum iş yükü arasında ikinci, hatta üçüncü plana itilmiş durumdadır. Birçok gelişmiş ülkede olduğu gibi “Deprem Araştırma Dairesi Başkanlığı” ülkemizin jeolojik araştırmalar kurumu niteliğinde olan MTA Genel Müdürlüğü bünyesine alınmalı, deprem araştırmaları ve alınacak önlemler bütünlüklü olarak koordine edilmelidir.
4- Depremlerle mücadele etmek amacıyla başta Büyükşehir Belediyeleri olmaküzere, tüm belediyelerde “Jeolojik-Jeoteknik Araştırma Şube Müdürlükleri veya Daire Başkanlıkları” kurularak kentsel altyapı ve üstyapının afet duyarlı bir anlayışla “ etüt, planlama, projelendirme, yapı üretim ve denetim” süreçleri kontrol altına alınmalıdır.
Sonuç olarak ülkemiz insanının can ve mal güvenliğini yok sayan, yasal düzenleme eksikliği, kurumsal altyapı, organizasyon ve eşgüdümün olmadığı bir ortamda deprem zararlarının azaltılmasının “yapı üretim süreçlerinde betonda karot numunelerin alınması ve denetlenmesi” ile mümkün olamayacağı, imar, planlama, kentleşme, çevre, yapı üretim ve denetim ile afet kanunların bütünlüklü olarak ele alınıp değerlendirilmesi, ortak akıl ile ülkemiz insanın talepleri çerçevesinde “afetlere karşı güvenliği esas alan” bir şekilde yeniden düzenlenmesi ile mümkün olacağına inanıyoruz.
Kamuoyuna saygıyla duyurulur.
TMMOB Jeoloji Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi Yönetim Kurulu