Dağlık Karabağ gene savaş alanı. Ancak korkunç bir bilgi kirliliği, meseleyi anlamayı zorlaştırıyor. Ben burada, iki gündür devam eden askeri eylemlerin gidişatına, bunları durdurmak (ve kışkırtmak) için yapılan diplomatik ve siyasi girişimlere değinmeden, meselenin tarihine göz atmak ve olası çözümü yönünde bir eğilime işaret etmek istiyorum.
SSCB’nin 1977 Anayasası’na göre Sovyetler Birliği’nin idari düzeni
Sovyetler Birliği’nin idari yapısı son derece karmaşıktı, ancak iki temel hedef güdüyordu: birincisi, merkezin idaresini kolaylaştırmak ve yerele yaymak; ikincisi de milletler ve milliyetlerin serbestçe gelişmesini kesinkes temin etmek. Sadece konumuzla ilgili kısımlarına bakarsak:
Birlik üyesi cumhuriyetler, SSCB Anayasası’nda gösterilen durumlar dışında kendi topraklarında devlet iktidarını bağımsız olarak tesis ederler. Birlik üyesi cumhuriyetin, SSCB Anayasası’nın yetki alanına girmeyen ve cumhuriyetin kendi hususiyetlerini gözeten kendi anayasası vardır. Birlik üyesi cumhuriyet, birliğin ve birlik cumhuriyetinin yetkisini gasp etmeksizin topraklarında çok yönlü iktisadi ve sosyal gelişmeyi garanti eder. Birlik üyesi cumhuriyet, kendi idari oblast, okrug, ilçe bölünmesini kendisi yapar ve idari ve toprak yapısıyla ilgili kimi sorunları da kendisi çözer. Birlik üyesi cumhuriyet, birlik üyesi olmayan başka devletlerle ilişki kurabilir, uluslararası örgütlere katılabilir, elçilik ve konsolosluk kurabilir. Birlik üyesi cumhuriyetin egemenlik hakkı SSCB anayasasıyla tespit edilir.
Özerk cumhuriyetler, birlik (SSCB) üyesi cumhuriyetin bünyesindedir. Ne var ki varlığı, birlik üyesi cumhuriyet tarafından değil, birlik Anayasa’sıyla tayin ve tespit edilir. Otonom cumhuriyet, birliğin veya birlik cumhuriyetinin çizdiği sınırlar dışında kendi hukuki meselelerini çözmeye yönelik karar alabilirler. Özerk cumhuriyetler kendi anayasalarına sahiptirler; ancak bunlar, birlik anayasasına ve birlik cumhuriyeti anayasasına uygun olmak ve esas itibariyle özerk cumhuriyetin hususiyetlerini dikkate almak zorundadır. Özerk cumhuriyet, birliğin ve birlik cumhuriyetinin yetkisini gasp etmeksizin topraklarında çok yönlü iktisadi ve sosyal gelişmeyi garanti eder. (Birlik üyesi cumhuriyetlerden aşağı doğru onlara bağlı özerk cumhuriyetlere vb. 1977 Anayasası’yla tanınan bu geniş iktisadi yetki, Sovyetler Birliği’nin dağılmasına kadar gidecek ademimerkezileşme sürecinin bir parçasıdır.) Özerk cumhuriyetin sınırları, ne birlik ne de birlik cumhuriyeti tarafından, özerk cumhuriyetin kendi rızası dışında değiştirilemez. SSCB Anayasası, birlik cumhuriyetlerinde şu özerk sovyet sosyalist cumhuriyetlerini tespit eder:
Rusya Sovyet Federatif Sosyalist Cumhuriyeti’nde Başkir, Buryat, Dağıstan, Kabardin-Balkar, Kalmık, Karel, Komi, Mariy, Mordov, Kuzey Osetya, Tataristan, Tuvin, Udmurst, Çeçen-İnguş, Çuvaş ve Yakut özerk sovyet sosyalist cumhuriyetleri.
Özbekistan SSC’nde Karakalpak Özerk Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti.
Gürcistan SSC’nde Abhaz ve Acar özerk sovyet sosyalist cumhuriyetleri.
Azerbaycan SSC’nde Nahçıvan Özerk Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti.
Özerk oblastler, birlik cumhuriyeti veya bir krayın bünyesinde bulunur. Özerk oblastin kanunları, özerk oblast halk temsilcileri sovyetinin önerisiyle, birlik cumhuriyetindeki Yüksek Sovyet tarafından kabul edilir. SSCB Anayasası, birlik cumhuriyetlerinde şu özerk oblastleri tespit eder:
Rusya Sovyet Federatif Sosyalist Cumhuriyeti’nde Güney Osetya Özerk Oblasti.
Azerbaycan SSC’nde Dağlık Karabağ Özerk Oblasti.
Tacikistan SSC’nde Dağlık Badahşan Özerk Oblasti.
Özerk okruglar kray veya oblast bünyesinde kurulur. Bunlarla ilgili yasalar birlik üyesi cumhuriyetteki Yüksek Sovyet tarafından kabul edilir.
Bu kapsamda Dağlık Karabağ’ın durumu
Demek ki Dağlık Karabağ Özerk Oblasti, şu temel haklara sahiptir:
Oblastin kuruluşu SSCB anayasası tarafından güvence altına alınmıştır. Azerbaycan’ın Dağlık Karabağ Özerk Oblasti’ni, dolayısıyla oblastin halk temsilcileri sovyetini feshetme, oblastin sınırlarını değiştirme veya başka oblastlerle birleştirme hakkı yoktur. Özerk oblast, her şeyden önce milli bir coğrafyadır. Oblast, kendi kanunlarını, ilkin birlik kanunlarıyla, ikincisi de Azerbaycan kanunlarıyla çelişmemek şartıyla ve Azerbaycan Yüksek Sovyeti onayıyla, kendi yapar.
Dağlık Karabağ oblast değil de cumhuriyet olarak tanınsa ne olacaktı? Pratikte değişen çok bir şey olmayacaktı, zira nihayetinde bütün bu topraklarda yaşayanlar, Sovyetler Birliği’nin eşit haklara sahip yurttaşları sayılıyorlardı. Ancak hukuken iki şey değişebilirdi: öncelikle mevcut hakların dışında daha geniş bir iktisadi ve sosyal özerklik de kazanacaktı, dolayısıyla milli bölgenin iktisadi gelişmesi, bağlı bulunduğu ülkeden farklılaşabilirdi. İkincisi de, özerk cumhuriyet, doğrudan doğruya birlik üyesi cumhuriyet olmak yolunda bir adım teşkil edecekti.
Dört başlıkta kısa bir tarih
Sovyet yöneticilerinin Karabağ’ın statüsünü birçok defa tartıştıkları bilinir.
Ama bu tartışmalar ancak genel olarak bölgenin ve özel olarak da Karabağ’ın tarihi içinde anlam kazanır. Dolayısıyla, çok kısa ve bu son derece karmaşık doku içinde mümkün olduğunca anlaşılır olarak özetlemek gerek.
Ben, bütün bu tarihi dört döneme ayıracağım: 1918’den 1930’a kadar; 1930’dan 1945’e kadar, 1945’ten 1987’ye kadar ve 1987’den sonrası.
Birinci dönemden başlayalım. Bakü, bilindiği gibi, geçen yüzyılın başından beri petrol dolayısıyla işçi merkeziydi; bu nedenle Bolşeviklerin Kafkasya’da en iyi örgütlü oldukları şehirlerdendir. Ermenistan ve Gürcistan en gevşek örgütlü oldukları coğrafyalardır; Gürcistan’da her zaman Menşevikler güçlü olmuştur, Ermenistan’da ise geçmişi Osmanlı’ya olduğu kadar İran’a da dayanan daşnak milliyetçiliği son derece köklüdür. Bolşevik iktidarı için, dolayısıyla Azerbaycan Bolşevikleri için de, devrimden sonra bu bölgenin çokuluslu birleşmesi temel hedefken, 1915’in değirmeninden geçmiş Ermeni milliyetçileri ayrılığı hedefliyorlardı. Bu, Azerbaycan’da milliyetçiliğin olmadığı anlamına gelmiyor elbette.
Enver’in bu bölgede sonu geldikten sonra da mücadele devam etti. İlk defa 5 Temmuz 1921’de, Tüm Rusya Komünist Partisi (bolşevik) (bundan böyle RKP(b)) Kafkasya Bürosu tarafından Dağlık Karabağ, geniş bir özerklikle Azerbaycan SSC’ne bağlandı. 1923’te de ilk defa özerk oblast ilan edildi.
Sovyetler Birliği’nin milliyetler ilkesi, bütün milliyetlerin özgürce yaşayabileceği bölgelerin kurulmasına dayanıyordu. Karabağ’a özerklik tanınması da, Ermenistan’la arasında Kürt nüfusunun yaşadığı bu bölgedeki Ermenilerin varlığını güvence altına almak amacını güdüyordu. Nitekim bu ara bölgede özerk bir “Kızıl Kürdistan” da kurulmuştu. Kaldı ki bu ilk dönemde özerk oblast, daha sonra taşıyacağından daha geniş bir özerklik anlamı taşıyordu; nitekim 1930’ların ortalarından itibaren birçok “özerk oblast” özerk cumhuriyetler haline getirildi.
Karabağ’da ise bu yola başvurulmadı. Böylece ikinci dönem başlar: bu dönemde, bu defa Sovyet organları içinde, Karabağ’ın Ermenistan’a bağlanması istekleri duyuldu. Ne var ki şimdi, sadece milliyetlerin özgürce yaşayabilmeleri değil, birbirlerini boğazlamamaları da Moskova’nın başlıca kaygılarından biri gibi görünür. RKP(b), olası çatışmalara yol açmaktansa mevcut durumu rölantiye almayı tercih etti.
Üçüncü dönemin başı olarak kabul ettiğim 1945, Sovyetlerin zaferi olmasından başka, Sovyet halklarının da ulusal duygularının okşanmasına da yol açmıştı. Bu fırtına içinde Ermenistan ve Gürcistan, Türkiye’den toprak talebinde bulundular. Ne var ki (Kafkasya söz koşunu olduğunda adeta) ezelden beri mevcut milliyetçilik, büyük zaferle birlikte öylesine tırmanmıştı ki, ortada fol yok yumurta yokken, Ermeni ve Gürcistan KP’leri hangisinin daha çok toprak alacağı konusunda kavgaya tutuştular. Bu arada Azerbaycan da boş durmuyor, İran’dan toprak istiyordu. Karabağ meselesi bütün bu gerilimler içinde tekrar gündeme geldi. İlkin Ermenistan KP(b) Sekreteri Arutyunov, Dağlık Karabağ Özerk Oblasti’nin Ermenistan’a bağlanması için başvurdu. Azerbaycan KP(b) Sekreteri Bagirov, kendisine Moskova tarafından iletilen bu talebi kabul eder göründü, ancak buna karşılık Ermenistan’dan toprak talep etti.
Stalin sadece milliyetçi saiklerle ileri sürülmüş her iki talebi de reddetti ve rölanti durumu devam ettirildi.
Tek taraflı bağımsızlık ilan edip işgal başlatan Ermeni tarafı, Azerbaycan tarafının Karabağ’ın nüfus bileşimini sistematik olarak değiştirdiğini ileri sürer. Haydar Aliyev’in 2002 tarihli bir mülakatı da bunu teyit eder niteliktedir; 1969—1982 arasında Azerbaycan KP Genel Sekreteri, daha sonra SBKP Politbüro üyesi, 1993—2003 arasında da Azerbaycan Devlet Başkanı olan Aliyev, Sovyetler Birliği döneminde “kendi aldığı tedbirlerle Karabağ’daki Ermeni nüfusunun azaltıldığını” iddia eder. Ancak rakamlara bakılırsa bu çok da doğru bir iddia gibi görünmüyor: 1926’da Karabağ nüfusunun yüzde 10’u Azerbaycanlıydı; bu oran 1970’de yüzde 18,1, 1989’da ise yüzde 21,5’tir. Bunun doğal bir bileşim değişikliği olduğunu kabul etmek gerek. Kaldı ki, en azından son dönemine kadar Sovyetler Birliği’nde yerel milliyetçiliklerin Kafkasya’da bile bu tür bir nüfus mühendisliğine girişmesi mümkün değildi.
Dördüncü dönem, Sovyetler Birliği’nin sonunun başlangıcı olan, Gorbaçov’un “glasnost” (açıklık) ve “perestroyka” (yeniden inşa) politikalarının ilan edildiği 1987’de başlar. Bunun Karabağ’daki ilk yansıması, bölgenin Ermenistan’a bağlanması için aktif bir imza kampanyası oldu. İlk itiş kakışlar bu sırada ortaya çıktı ve her itiş kakış, en anlamsız sokak kavgası bile olsa, iki tarafta da büyük bir süratle alevlendi, iki tarafın milliyetçileri tarafından geniş protestoların bahanesi olarak kullanıldı.
Aynı yıl Ermenistan’da yaşayan Azerbaycanlıların önemli bir bölümü doğrudan veya dolaylı tehditler ve provokasyonlarla yaşadıkları yerleri terk ettiler.
Bu sırada gene de milliyetçi isteri henüz çok güçlenmemişti. Karabağ’ın başkenti Stepanakert’te 13 Şubat 1988’de yapılan ilk gösteriye ancak birkaç yüz kişi katıldı. 20 Şubat’taki gösteriye katılanların sayısı ise 1.000’i geçmiyordu. Aynı gün Dağlık Karabağ Özerk Oblasti Halk Temsilcileri Sovyeti, bölgenin Ermenistan’a bağlanması için SSCB Yüksek Sovyeti’ne başvuruda bulundu. Bu sırada aşağı yukarı 145.000 Ermeni ve 40.000 Azerbaycanlının yaşadığı bölgede ayrılık talebi karşı tarafın hiddetini artırdı. Henüz silah kullanılmasa bile çatışmalar başlamıştı: Yüzlerce Karabağlı Azerbaycanlı Bakü’ye göçüyordu.
İki gün sonra kuzey sınırında ilk silahlı çatışmalar başladı. O yıl, Ermenistan’daki bütün Azerbaycanlıların ve müslüman Kürtlerin ülkelerini terk ettiği sanılıyor. Aynı şey karşı taraf için de geçerliydi: Dağlık Karabağ ve kısmen Bakü dışında Azerbaycan’daki bütün Ermeniler ülkelerini terk ettiler.
12 Temmuz 1989’da Karabağ Halk Temsilcileri Sovyeti, Azerbaycan’dan ayrılma kararı aldı. Bu, yukarıda Sovyet Anayasası’nın kurduğu çerçevede görmüş olduğumuz gibi, bütünüyle hukuksuz bir karardı. 1 Aralık’ta Ermenistan Yüksek Sovyeti ve Karabağ Halk Temsilcileri Sovyeti’nin ortak oturumunda Ermenistan’a bağlanma kararı da öyle. Ama aynı şekilde Azerbaycan’ın Oblast Halk Temsilcileri Sovyeti’ni dağıtma kararı da öyle.
Bu sırada Sovyetler Birliği’nin yıkılması, Sovyet Birlikleri’nin çekilmek zorunda kalması, Ermenilere karşı kullanmak için MHP mensupları ticareti, bunlar aracılığıyla Azerbaycan’da darbe girişimi (günümüzde gene muteber olmuş bir eski başbakanın “Alibey” dediği olay), Azerbaycan’da iç savaş vb. her şeyi daha da içinden çıkarmaz hale getirdi.
Neticede Ermenistan, Sovyet Dağlık Karabağ Özerk Oblasti’nin neredeyse tamamını (kuzeyinde ve doğusunda çok küçük toprak parçaları dışında) ele geçirmekle kalmadı, bunların dışında 1930’lu yılların “Kızıl Kürdistan” bölgesini (Karabağ ile Ermenistan arasında kalan şerit) kontrol altına aldı.
1992—1994 yılları arasında yapılan ve her iki taraftan en az 40 bin kişinin hayatına mal olan savaş, böyle başladı.
Bugün neler oluyor?
Şu anki kavga, aslında iki bölük toprak parçası üzerinde sürüyor. İlki, Dağlık Karabağ Özerk Oblasti. Sadece tarihsel olarak değil, 1989’a kadar nüfus bileşimi olarak da bu oblastin Ermeni yurdu olduğuna şüphe yok (1989 sayımına göre halkın yüzde 76,9’u Ermeni’ydi). Ne var ki Ermenilerin bağımsızlık kararı (fiilen Ermenistan işgali), bu sırada yürürlükte bulunan Sovyet anayasası açısından bir geçerlilik taşımıyordu. Bununla birlikte, Azerbaycan’ın oblast sovyetinin iradesini doğrudan doğruya çiğnemesi ve oblast idaresini feshetmesi de aynı şekilde hukuksuzdu.
Azerbaycan, ilk grup hukuksuzluğu öne çıkartıyor ve 1994’te savaşa son veren Bişkek Mutabakatı’na (Rusya, Fransa ve ABD’nin bulunduğu Minsk grubu da denilir) atıfta bulunarak Dağlık Karabağ’ın ilhak edildiğini savunuyor. (Yeltsin döneminin bir jeopolitik felaket haline gelmesinin Kafkasya veçhesi, Fransa ve ABD’nin adeta garantör kabul edildiği bu Minsk grubudur.) Ermenistan tarafı ise, Dağlık Karabağ Özerk Oblasti’nin 1988 ve 1989’daki üç kararına (son ikisi Sovyetler Birliği açısından hukuksuzdu), keza Azerbaycan’ın fesih kararına atıfta bulunarak (bu da aynı şekilde hukuksuzdu), bağımsızlık ilanının meşru olduğunu savunuyor. Dolayısıyla Ermenistan, Dağlık Karabağ ve çevresindeki toprakları işgal ettiğini reddediyor, hukuki bir ilhaktan söz etmiyor ve burada (kimsenin tanımadığı) bir Dağlık Karabağ Cumhuriyeti olduğunu ileri sürüyor.
İkinci bölük toprak parçası, bu hukuki mülahazaların tamamen dışında ve ilhak olduğuna kimsenin kuşkusu bulunmayan bölgeler. Bu bölgeler aşağıdaki haritada kahverengi ile gösteriliyor.
Bununla birlikte, Sovyetler Birliği’nin dağılmasının da Sovyet Anayasası açısından tamamen hukuksuz bir karar olduğunu hatırlatmak gerek; yani bugün tartışma her ne kadar siyasi ve askeri eylemlerinde meşruluk kazanmak için hukuk çerçevesinde devam ediyorsa da, aslında hukukla ilgisi yok. Dolayısıyla, meselenin çözümü, yakın zamanda bu bölgede tekrar sosyalizm ilan edilmeyeceğine göre, ancak fiili durumu ve hukuku bir arada alarak gerçekleşebilir. Bunun ilk adımı, Sovyet Dağlık Karabağ Özerk Oblasti ile onun etrafındaki işgal topraklarının statülerinin kesin bir şekilde ayrılması olabilir.
Minsk grubunda ABD ve Fransa’nın varlığı, Ankara’nın gizlemeye gerek duymadığı doğrudan müdahalesi (ve ÖSO’cuların açıklamalarına bakılırsa Azerbaycan’a cihatçı nakliyesi), İsrail faktörü ve bunun İran üzerinde yarattığı tehdit gibi başka birçok faktör daha, çözümü zorlaştırıyor. Azerbaycan (ve danışmanları) öyle anlaşılıyor ki son saldırıları bir blitzkrieg olarak örgütlemek istediler; ancak görüldüğü kadarıyla savaş, devam edecek olurlarsa onların bekledikleri kadar hızlı bitmeyecek. 1992—1994’te olduğu gibi iki yıllık, on binlerce can kaybına mal olan bir savaşı da taraflar kaldıramazlar. Taraflar açısından bu çıkmaz durumu, Rusya’nın bütün olanaklarını kullanmasıyla birlikte, belki de ciddi bir çözümün önünü açabilir.
Yakın Doğu Haber / 28.09.20