Yangının nasıl çıktığına dair her zaman iki hikâye vardır: Savaşan hiçbir taraf ilk günahı üstlenmez.
Kafkas ötesinde Ermenistan ile Azerbaycan yeniden silahların diliyle konuşuyor.
Dağlık Karabağ’ın bağımsızlık ilanı ve burayı Ermenistan ile İran’a bağlayan bölgelerdeki işgalden kaynaklı kriz çözülemediği için iki ülke arasında 1994’te sağlanan ateşkese rağmen çatışmalar yer yer tekrarlanıyor.
Son çatışma 12 Temmuz’da Tovuz’da başladı. 2016’daki ‘dört gün savaşı’ndan bu yana en ciddi vakıa.
Her iki taraf birbirini çatışmayı kışkırtmakla suçluyor. Ermenistan tarafına göre Azerbaycan’a ait askeri bir araç bilinmeyen bir nedenle sınırı geçmeye kalkıştı. Uyarı ateşi üzerine askerler araçtan inip uzaklaştı. Bir saat sonra Azerbaycan askerleri top atışları eşliğinde sınır karakolunu ele geçirmeye kalkıştı. Böylece çatışma alevlendi. Azerbaycan tarafına göre ise Ermeniler nedensiz yere ateş açarak çatışmayı kışkırttı. İşin ilginç tarafı çatışma işgal bölgesinde ya da ateşkes sınırlarında gerçekleşmedi. Olay mahalli Tovuz, epey kuzeyde, iki devlet arasındaki uluslararası tanınmış sınırda yer alıyor.
Top, havan ve tankların yanı sıra insansız hava araçlarının (İHA) kullanıldığı çatışmalarda Azerbaycan tarafında bir tümgeneral ve bir albay dahil 11 asker ile bir sivil ölürken Ermenistan 4 askerini kaybetti. Azerbaycan Savunma Bakanlığı’na göre Ermenistan’ın kayıpları 100’ün üzerinde. Azerbaycan havadan çekilmiş Ermeni mevzilerinin vurulduğu anın görüntüsünü yayımladı. Ermenistan da “Hermes 900” tipi İsrail yapımı bir İHA’nın düşürüldüğüne dair bir görüntüyü servis etti.
Ermenistan bölgede bazı Ermeni köylerini tehdit eden bir mevziiyi ele geçirdiklerini öne sürürken Azerbaycan Devlet Başkanı İlham Aliyev, “Ermeni askerleri Azerbaycan topraklarına bir santimetre bile geçemedi” dedi.
Dördüncü gününe giren çatışmalar kontrolden çıkar mı?
Bölgenin içinde bulunduğu koşullar, Rusya’nın hassasiyetleri ve uluslararası aktörlerin pozisyonu savaş için davetkâr değil. Ermeni-Azeri sorununu çözmekle mükellef Minsk Grubu (Rusya, ABD ve Fransa) ateşkes ihlallerini kınarken Moskova derhal arabuluculuk önerdi. Çok farklı iç ve dış bağlamları yüzünden ABD, Ukrayna ve Gürcistan’da olduğu gibi Ermeni-Azeri çelişkisinde taraf tutarak Ruslarla bir hesaplaşmaya giremiyor. O yüzden daha çok Rusya’nın tutumu önem kazanıyor. Bir taraftan yana açık tutum sergileyen tek aktör Türkiye.
***
Rusya 1988-1994 arasındaki çatışma sürecinde bugünkü statükonun oluşmasına imkân verecek şekilde askeri-siyasi tercihlerde bulundu. Bu tutum bir yere kadar dağılma sürecinin getirdiği karmaşaya da bağlanabilir. 1994’te Bişkek Protokolü imzalanırken Sovyet nüfuz aygıtları bağımsızlığını kazanmış cumhuriyetlerde hâlâ etkiliydi. Bakü’deki askeri-siyasi elit, cephe hattından çekilmeyi maslahatçı bir değerlendirmeyle kabul etti. Kâh ordusuzluk kâh Rus telkinleriyle. Hikâye de aslında o zaman bitti. Bugün, “Azerbaycan topraklarının yüzde 20’si işgal altında” söylemiyle canlı tutulan bir ulusal dava var ama doğrusu bu mesele iktidarların siyasi manipülasyon aracı olmanın ötesine geçemiyor. Azerbaycan muhalefetindeki havayı kokladığımızda şu soruyu sormak icap ediyor: Gerçekten de Aliyev, Ermenistan’la savaş istiyor mu? Yoksa ufak tefek kahramanlık hikâyeleri devşirip siyasi gündemini ilerletmeye mi çalışıyor? Ya da bıkkınlık veren Minsk Grubu’nu tetiklemek mi istiyor? Bir tarafın yanıtı, “Kontrollü gerilimler Aliyev hanedanlığında gelecek planlarının yürümesi için elzem olabilir.”
Ermenistan’ın kontrol ettiği bölgelerden çıkan Azerbaycanlılar Bakü gibi yerlerde hayatlarını yeniden kurdu. Ulusal dava deyince sular seller coşmuyor. Laçın, Hocavend, Kelbecer, Ağdere, Ağdam, Cebrayıl, Fuzuli, Gubadlı ve Zengilan gibi yerler 1 milyon ‘kaçkın’ın hafızasında anı olarak kaldı.
Acı bir realitedir; giden geldiği yere dönemiyor. Kafkasya ve ötesinde bunun örnekleri çok.
Minsk Grubu’nun savaşın yarattığı statükoyu eski haline getirecek bir baskı üretmesini bekleyen var mıydı emin değilim. Minsk süreci Ermenistan için statükonun kalıcı hale gelmesi için krizi zamana yayma, Azerbaycan açısından da davayı sürdürme işlevi gördü.
***
Minsk üçlüsünden bağımsız olarak jeopolitik bir gerçeklik, savaş sırasında olduğu gibi savaş sonrası dönemde de kendisini dayatıyor. O gerçeklik Rusya’nın bölgesel ağırlığıdır. Rusya, Ermenistan’ı Kafkas ötesindeki güvenlik ve jeostratejik paradigmasında hem kontrol edilmesi hem de güvenli tutulması gereken yer olarak görüyor. Aynı şekilde Ruslar, Azerbaycan’ı da hepten Batı’ya kaybedilemeyecek bir halka olarak değerlendiriyor. 1990 sonrası NATO adım adım Gürcistan ve Ukrayna’ya sokulurken Rusya da Ermenistan ve Azerbaycan’da Sovyetlerden kalma üslerini tutmaya çalıştı. Ruslar 6 bin km. radar menzili olan Gebele üssünden 2012’de Bakü ile anlaşamayıp çekilirken Ermenistan’ın ağırlığı arttı. Rusya 2010’da Ermenistan’daki Gümrü Üssü’nün sözleşmesini 2044’e dek uzatmıştı. Dönemin Cumhurbaşkanı Serj Sarkisyan, 20 Ağustos 2010’da Erivan’da imzalanan protokol için, “Rusya’nın coğrafi ve stratejik sorumluluklarını genişletiyor, Ermenistan’a askeri güvenlik garantisi sunuyor” diyordu. Aynı Rusya, Azerbaycan’ı da kendinden uzaklaştırmamak için Gümrü’de konuşlu S-300 füze kalkanının Azerbaycan’a karşı kullanılmayacağı garantisini veriyordu. Daha sonra Azerbaycan’a S-300 de sattılar.
Azerbaycan, Rus silahlarının iyi müşterilerinden biri. Azerbaycan envanterine girerken hayli para eden silahlar Ermenistan’a dost fiyatına ya da bedelsiz gidiyor. Rusya ile doğalgaz ve petrol alanındaki işbirliği de Bakü-Moskova ilişkilerindeki hatırın oranını yükseltiyor. Erivan ve Bakü ile ilişkiler Rusya’yı her halükarda ‘ağabey’ konumunda tutuyor. Barışmaları da kavga etmeleri de Rusya’nın rolünü perçinliyor.
***
Azerbaycan 1990’ların koşullarıyla kıyaslanamayacak ölçüde silahlanırken savaşı bir seçenek olarak da dillendirmeye başladı. En son 7 Temmuz’da Aliyev, “Askeri çözüm mümkün değil” görüşünü yineleyen Minsk Grubu eş başkanlarına, “Kim demiş onu? Gidin BM Sözleşmesi’ne bakın bakalım orada ülkelerin kendini savunma hakkı var mı yok mu? Siz kendinizi ne zannediyorsunuz” diye çıkıştı. Çatışmalar da bu restin ardından geldi. “Aliyev, Ankara’dan mı cesaret alıyor” diye de sorulabilir. Türkiye, Ermenistan’la ilişkileri normalleştirme protokolünü çöpe attıktan sonra artan oranda Azerbaycan’a güvenceler veriyor. Son kriz üzerine Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, “Ermenistan aklını başına toplasın” diye kükredi! Ve ekledi: “Azerbaycan yalnız değildir. Biz tüm imkânlarımızla Azerbaycan’ın yanındayız.”
Ancak şahsen Aliyev’in bu yola, Rusya ile Suriye ve Libya’da ikide bir kafa kafaya gelen Türkiye’ye güvenerek girdiğini zannetmiyorum. Ritimsiz ‘Tek millet iki devlet’ tekerlemesine rağmen iki ülke yönetimleri arasında dillendirilmeyen bir güvensizlik var. Azerbaycan’ın Türkiye ile Türkçe, Rusya ile Rusça konuştuğunu unutmayalım. Üstelik siyasal mantalite hâlâ pek çok açıdan Sovyet kodlarıyla işliyor. Kodların üstüne çıkan bir kod daha var: Çıkarlar. Devletin ve hanedanın çıkarları.
***
Ermenistan tarafındaki şahinliği nasıl izah etmeli? Ermenistan 2015’te savunma doktrinindeki ‘hendek savunması’ yaklaşımını ‘önleyici caydırıcılık’ ile değiştirdi. Hatta yeni Savunma Bakanı David Tonoyan, 2019’da “Barış için toprak” formülünü reddederken doktrine biraz daha haşinlik katıp önleyici saldırı anlayışıyla ‘yeni topraklar için yeni savaşlara hazırlıklı olacaklarını’ söyledi.
Bu tür bir konsept siyaseten bağımsız kararlar alabilmeyi ve güvenilir askeri kapasiteyi gerektirir. Lakin ülke her açıdan Rusya’ya bağımlı. Ermenistan Rusların temin ettiği S-300 sistemi, karadan havaya füzeler (BUK-M2), kısa menzilli balistik füzeler (İskender) ve MiG-29 jetlerine bel bağlıyor. Rusya 2018’de Erivan’a silah alımı için 100 milyon dolarlık bir kredi açmıştı. 2019’da 18 adet Sukhoy SU-30SM jeti için anlaşma yapıldı. Yine de içerdeki sıkıntılar yüzünden yeni doktrinin gerektirdiği hazırlıklara nefesleri yetmiyor. Parlamenter sisteme geçildikten sonra ‘Kadife Devrim’le başbakanlık koltuğuna oturan ‘yeni soluk’ Nikol Paşinyan’ın da Serj Sarkisyan gibi Rusya ile güvenlik anlaşmalarına iman tazelemekten başka çaresi yok..
Azerbaycan ise Rusya’nın yanı sıra İsrail ve Türkiye’den de silah alıyor. Azerbaycan Rus yapımı S-300 ve TOS-1A, İsrail’den balistik füze (LORA), insansız uçak (Hermes-900) ve radar sistemi (EL/M-2106-ATAR), Türkiye’den İHA savar (İHTAR) ve güdümlü füzelerle (SOM-B1) savunma kapasitesini epey güçlendirdi. Ancak Azerbaycan’dan farklı olarak Ermenistan, Rusya’nın siyasi, askeri ve ekonomik alanda öncülük ettiği uluslararası şemsiyelerin altında. İkili anlaşmaların ötesinde Kolektif Güvenlik Anlaşması Örgütü (CSTO) çerçevesinde Rusya’nın Ermenistan’a koruma taahhüdü var. Malum örgüt, “Bir üyeye saldırı bütün üyelere yapılmış sayılır” ilkesini benimsiyor. Ve Azerbaycan bu örgütte yok. Azerbaycanlılara göre son çatışmanın uluslararası tanınmış sınırlarda çıkarılmasının amacı da CSTO’yu Ermenistan lehine savaşın içine çekmek.
Mantıken Rusya gerilime geçit verir ama savaşa izin vermez. Bunu iki tarafa silah satma fırsatı için de yapamaz. Savaş ister istemez Türkiye ve ABD’nin yani NATO’nun Güney Kafkasya’ya sokulması için yeni kanallar açacaktır. Türkiye maliyeti karşılanmış savaşları fırsata dönüştüreceğini Libya’da gösterdi. Ruslar da bunu gayet iyi okuyor.
Gazete Duvar / 15.07.20