Bugün, etkin bir siyasi muhalefet geliştirebilmek için, en azından ülkenin içinde olduğu “durumu” ve rejimin doğasını doğru tanımlayabilmek gerekiyor. Böylece, rejimin kendini korumak için göze alabileceği riskler, yapmak isteyecekleri, yapabilecekleri ve yapamayacakları belki öngörülebilir.
Dikkat! Önümüzde bir ‘çözümsüz çelişki’ var
Daha önce iki gelişmeye dikkat çekmeye çalıştım. Birincisi “istikrarsızlıkların istikrarı bozuldu”, denetim altında tutulabilen istikrarsızlıkların oluşturduğu “durum” dağılıyor. Bu dağılan “durumun” ekonomik, siyasi krizleri, rejimin çözüm üretmedeki yetersizlikleri, buna karşılık, suç örgütleriyle ilişkileri, seçmen desteğindeki erime eğilimi, medyada yoğun biçimde tartışılıyor, sokaklarda kendini gösteriyor.
İkincisi, genel kanı, “yönetemiyorlar, bu durum sürdürülemez” biçimde şekillendi. Ancak rejimin liderliği, iktidarı bırakmaya hiçbir koşulda niyetli olmadığını her fırsatta ifade ediyor. Çünkü, iktidarını terk ederse gidecek bir yerinin olmadığını biliyor. Bu nedenle karşımızda “sürdüremezler ve gidemezler” gibi “paralax” (senteze ulaştırılamaz) bir çelişki var. Bu çelişkinin iki tarafı arasındaki gerilimin bir “kırılma” anına kadar artmaya devam etmesi kaçınılmaz.
Bu saptama, “kopma noktasına” giderken denetlenmesi olanaksız yeni istikrarsızlıkların, belirsizliklerin şekillenmekte olduğunu söylüyor. “Kopuş” noktasından sonra şekillenecek yeni bir “durumun” olası özellikleri, rejimin ve muhalefetinin taktiklerine, harekete geçirebilecekleri güçlere, karşılıklı olarak almayı kabul edecekleri risklerin düzeyine bağlı olacak.
‘Meşruiyet krizi’ derinleşiyor
Ekonomik kriz, virüs kriziyle birlikte derinleşmeye devam ediyor. Ülke nüfusunun ezici çoğunluğu bu iki kriz altında eziliyor; insanlar, sokakta medyayla her karşılaştıklarında daha önce görülmemiş bir öfke patlamasıyla rejimi ve liderini suçluyorlar. Boğaziçi Üniversitesi’nin, Adıyaman tütüncülerinin direnişi, rejimin bir meşruiyet kriziyle karşı karşıya olduğunu gösteren resmi tamamlıyor. Kamuoyu yoklamalarının sonuçları, yapanların siyasi eğilimlerinden bağımsız, AKP’nin oy tabanının 19 yılın en düşük düzeyine gerilediğini gösteriyor. İlginç olan şu ki ana muhalefet partisi CHP’nin tabanında da benzer bir süreç yaşanıyor. Siyasetin iki ana partisinin birden oy kaybediyor olması, meşruiyet krizinin salt AKP ile sınırlı olmadığını tüm “kurulu düzeni” kapsadığını düşündürüyor.
Bu koşullarda şekillenecek yeni bir “durumun” olası özellikleri, rejimin ve muhalefetinin taktiklerine, harekete geçirebileceği güçlere, karşılıklı olarak almayı kabul edecekleri risklere bağlı olacaksa; üç gelişme trendine baktıktan sonra, “Önümüzde çok tehlikeli bir süreç var” diye düşünmeden edemiyorum.
Birincisi, rejim ısrarla kendi “hakikat rejimini” en radikal biçimleriyle dayatmaya devam ediyor: İstanbul Sözleşmesi’nden çıkıldı, 4. Yargı Paketi çocuklara, yönelik cinsel tacizleri cezalandırmayı neredeyse olanaksızlaştırdı.
İkincisi, olası bir genel seçimlere OHAL altında gidileceği anlaşılıyor. O koşullarda, dün “Aşı bizde bedava Avrupa’da parayla”, “Memleketi bunlara teslim edemeyiz” diyebilen aklın, “Seçimleri ben kazandım” dediği, YSK de onaylattığı noktada, muhalefetin etkili bir direniş sergileyebilecek kapasitesi olup olmadığını bilmiyoruz.
Üçüncüsü, rejim taraftarlarının
Sosyal medyada paylaştıkları fotoğraflar, silahlanmanın düzeyi ile ilgili bir fikir veriyordu. “OSG” lideri Peker’in video ve Tweetleri sonunda konuyu, Rejimin, kimsenin satın almadığı “kurucu mitosun” inşa sürecinde, taraftarlarına dağıttığı kayıtsız silahlara getirdi. Deneyimli gazeteci Uğur Dündar, 100 bin gibi bir sayıdan söz etti.
Bir başka ülkeye bakıyor olsak “rejim iç savaşa hazırlanıyor” demekten çekinmezdik. Söz konusu ülke Türkiye olunca, bu olasılığı düşünmek bile istemiyoruz. Her önümüze geldiğinde, “Değildir değildir, bu kadar da olmaz” (Aziz Nesin’in ünlü öyküsüne atıfla) diyerek birbirimiz rahatlatıyor, önlem alma yükünden kurtarıyoruz.
Zaman rejimden yana işlemiyor ama muhalefetten yana işlediğine ilişkin göstergeler bulmak da zor.
Cumhuriyet / 19.07.21