ABD’de Silikon Vadisi Bankası’ın (SVB) batışının ardından yeni bir küresel finansal kriz mi patlak veriyor endişesi sürüyor. Hafta sonu hükümet zoruyla İsviçre’nin ikinci büyük bankası Credit Suisse sektörün en büyük bankası UBS tarafından 3,3 milyar dolara satın alındı. Piyasalarda panik etkisi yaratan gelişme, anlaşma sonrası bankanın 17,2 milyar dolarlık sermaye benzeri tahvilinin sıfırlanması oldu.
Bu gelişme, benzer türde bir borçlanma yapmış banka yatırımcılarını tedirgin etti. Küresel çapta banka hisselerinde sert düşüşler görüldü. FED’in öncülük ettiği altı büyük merkez bankası likiditeyi bollaştırarak ortalığı yatıştırmak için büyük çaplı swap hatları açtılar. Böylelikle yerel para karşılığı düşük faizle dolar sağlanabilecek, başta ABD tahvilleri menkul kıymet satışlarına başvurulmayacak. Görülen, her an başka bir “zayıf halkada” kopuş olabilir, yeni bir senaryo ortaya çıkabilir. Ancak şimdiden finansallaşmış kapitalizmin neden olduğu ciddi bir sarsıntıyla karşı karşıya bulunduğumuzu söyleyebiliriz.
Olup biteni anlamaya çalışan meraklılar için ilk akla gelebilecek 10 soruyla şu ana kadarki gelişmeleri özetlemeye çalıştık:
1) ABD bankalarında neler oluyor?
Bilindiği gibi önce, 212 milyar dolarlık bir bilançoya sahipken kısa sürede mevduatlarının 42 milyar doları çekilince sermayesi eksiye düşen SVB iflas etti. Ardından New York merkezli, büyük ölçüde dev hukuk firmalarının müşterisi olduğu Signature Bank battı. Daha sonra SVB gibi Kaliforniya’da yerleşik First Republic Bank sıkıntıya düştü. Yoğun mevduat kayıpları, J.P. Morgan’ın başını çektiği bir büyük bankalar konsorsiyumunun 30 milyar dolarlık bir havuzla önlenmeye çalışıldı. Bankacılık güvene dayalı bir faaliyet olduğu için önümüzdeki haftalarda ABD bankalarında yeni çatlaklar ortaya çıkar mı, izleyip göreceğiz.
2) Bankalardaki büyük zararların en önemli kaynağı neydi?
Pandemi sürecinde Amerikan Merkez Bankası FED’in bilançosu piyasalara nakit enjeksiyonuyla hızla genişledi. Salgın sırasında Hazine’nin yüklü nakit transferleri, kapanma koşularında ellerindeki paraları harcama olanağı da bulamayan bireylerin ve şirketlerin tasarruflarını bankalarda park etmelerini getirdi. Onlar da hem geri ödeme riski bulunmayan, hem de likiditesi yüksek, yani istendiği anda kolaylıkla satılabilir devlet tahvilleri ve/veya Hazine garantili menkul kıymetlere yöneldiler. 2022 başında ABD bankalarının tahvil portföyü 6 trilyon dolara yükselmişti. Faizler keskin bir biçimde artırılınca, fiyatlar ters yönde hareket ettiği için hızla zarar yazmaya başladılar. yüzde 4,5 politika faizi toplam 620 milyar dolar bir kayba yol açtı.
3) Ortaya çıkan bu tabloda Donald Trump’ın rolü var mı?
2008 Küresel Finansal Krizinden sonra ABD’de Dodd-Frank Yasası adı verilen düzenlemeyle sistemik risk arz eden bankalara çok daha sıkı kurallar getirilmişti. Yıllık “stres testi” uygulama, daha yüksek sermaye bulundurma zorunlulukları bilanço büyüklüğü 50 milyar doların üzerindeki tüm bankalar için geçerliydi. Geçen seçimlerde Demokratik Parti’nin solcu başkan adayı Bernie Sanders’e göre son krizin başlıca sorumlusu Trump. Çünkü onun “istihdam düşmanı” dediği düzenlemeler 2018’de gevşetilerek alt sınır 250 milyar dolara yükseltildi. Böylelikle SVB, Signature gibi bankalar denetimden kurtuldu.
4) Bankacılık sistemini bekleyen riskler nelerdir?
Vurguladığımız gibi SVB, tahvil portföyünün yükselen faizlerle değer kaybetmesi sonucu battı. Eğer hızlı bir mevduat çekilmesi olmasa, tahviller vadesi gelene kadar elde tutulabilse bu zararlar zamana yayılabilirdi. Tahvillerin fiyatlarının düşüşü “piyasa riski” doğurdu. Bankaların bilançolarında 11.2 trilyon dolar da kredi portföyü bulunuyor. Bu krediler de, daha uzun vadeli ve düşük faizli açıldığı ve mevduat bugünkü konjonktürde daha yüksek maliyetle toplandığı için zaman içinde bu durum da bankaların kârlılıklarını olumsuz etkileyecek, hatta ciddi zararlar doğurabilecek.
5) ABD’de faiz artışları devam eder mi?
Geçtiğimiz hafta, özellikle İsviçre’nin ikinci büyük bankası Credit Suisse’de yaşanan çalkantıya rağmen Avrupa Merkez Bankası (ECB) 50 baz puan faiz artışına gitti. Bu hafta da FED ve İngiliz Merkez Bankası’nın faiz kararları gelecek. FED ciddi bir ikilemde; eğer faizde sıkılaştırmayı sürdürürse hem bankaların tahvil portföyündeki zararlar kabaracak, hem de ekonomik durgunluk tehlikesi artacak. Bu da kredilerin geri dönmemesi riskini ağırlaştıracak. Eğer faizleri sabit bırakırsa; bu kez enflasyonla mücadelede zaaf gösterdiği izlenimi yaratacağı gibi, bankacılık sektörüne ilişkin ciddi endişeleri bulunduğu mesajını vererek, belki satışları hızlandıracak. Tahminler, 50 puan artışın masadan kalktığı, 25 puan artış ile faizlere dokunmama arasında orta yol bir karara varılacağı yönünde.
6) Banka iflaslarının ne tür politik, ideolojik yansımaları oldu?
Bilindiği gibi SVB’nin başlıca müşterileri teknoloji şirketleriydi. Bunların lobi çalışmaları sonuç verdi ve 250 bin doların üzerindeki mevduatlar da sigorta kapsamına alındı. Kulis bilgileri teknoloji sektörü temsilcilerinin, madem Çin ile teknoloji eksenli bir hegemonya mücadelesi veriyoruz, devletin ön cephede savaşan bizleri koruması gerekir argümanıyla taviz kopardığı yolunda. İdeolojik anlamda da, Silikon Vadisi’nin devletin küçülmesini, devletin sadece gece bekçisi görevi görmesini, ekonomik meselelerin piyasada rekabet kriteriyle çözülmesini vaz eden “liberter” düşüncenin merkezi olduğu biliniyor. Ancak ucu kendilerine dokununca ideolojik hassasiyetlerin rafa kalktığı somut bir biçimde görüldü. Ama yine de muhafazakarlar kendilerine yeni bir saldırı malzemesi buldular. SVP ve Signature bankalarının ESG diye kısaltılan “çevre, sosyal ve yönetişim” konularındaki duyarlılıklarının kârlılıklarını olumsuz etkilediği iddiasıyla zeytinyağı gibi üste çıkmaya yeltendiler.
7) Avrupa bankalarında neler yaşanıyor?
Faiz artışlarının özelde bankacılık sistemine genelde de ekonomiye benzer yansımaları Avrupa’da da deneyimleniyor. Üstelik Avrupa’da büyüme daha yavaş, OECD’nin son Ekonomik Görünüm Raporu’nda Avro Bölgesi 2023 büyüme tahmini %0,8. Bu oran AB’nin lokomotif ekonomisi Almanya için yüzde 0.3. Bu nedenle Avrupa’da ekonominin durgunluğa sürüklenmesi, banka bilançolarında kredi riskinin ortaya çıkması tehlikesi daha yüksek. Üstelik, zaten ciddi sorunlar yaşayan, sistemik olarak önemli bankalar arasında bulunan Credit Suisse’in UBS tarafından satın alınmasına varan riskleri tedirginliği artırdı.
8) Japonya bankalarını hangi tehlikeler bekliyor?
Ortalama vadesi uzun tahvil portföyünden dolayı diken üstünde olan ülkelerden biri de 4.3 trilyon dolar GSYH’le dünyanın üçüncü büyük ekonomisi konumundaki Japonya. Ülke yıllardır ekonomik durgunluk yaşadığı ve faiz oranları çok düşük seyrettiği için yüksek getiri arayan finansal kuruluşların yabancı tahvil portföyleri çok yüklü. Bankalar, sigorta şirketleri, yatırım ve emekli fonları bu tür 1.5 trilyon dolarlık tahvil tutuyorlar. 2021 yılı sonuna göre 293 milyar dolarlık piyasa değeri kaybı yaşadıkları hesaplanıyor. 30 yılı aşan durgunluk döneminde hükümet büyük bütçe açıkları verdi. Bu açıklar yen cinsi tahvil satışlarıyla finanse edildi. Şimdi Japonya da yüzde 4,3 tüketici fiyatları artışıyla kendi standardında enflasyon tehlikesi yaşıyor. Faizlerde olası yüzde 1’lik bir artışın bankaların yen tahvili portföylerinde 9 trilyon yenlik (yaklaşık 75 milyar dolar) düşüşe yol açacağı, sermayelerinin yüzde 10’unu eriteceği düşünülüyor. Japon bankalarının sıkışınca gerek yabancı tahvilleri, gerekse yen tahvillerini elden çıkarma refleksi finansal piyasalarda yeni dalgalanmaların habercisi olabilir.
9) Küresel finansal sistemdeki bu çalkantı Türkiye’yi nasıl etkiler?
Küresel finansal piyasalardaki kaos ortamı öncelikle “korunaklı limanlara” sığınmayı, dolayısıyla Türkiye gibi ülkelerden çıkışı tetikleyebilir. Ancak 10 Mart haftasında yabancıların devlet iç borçlanma senetlerinden çıkışı 56 milyon dolarla sınırlı kalmış. Çünkü artık yabancılar sadece 1.3 milyar dolar, toplamın binde 2'si kadar DİBS portföyüne sahipler. Ülkenin kredi riskini gösteren CDS’ler de geçen hafta sınırlı bir yükselişle 530 puan civarında seyretti. Önceki hafta da vurguladığımız gibi Türk bankacılık sistemindeki başlıca risk, düşük faizli DİBS’ler tutma zorlamasından kaynaklanıyor. Geçtiğimiz hafta 2 yıllık tahvil faizleri yüzde 10,53’ten, yüzde 11,57’ye yükselse de bu oranlar yüzde 60 civarı seyreden enflasyon ortamında çok düşük. En büyük risk unsurunu yüzde 36’sını kamu bankalarının, yüzde 23’ünü özel bankaların elinde tuttuğu 775 milyar TL’ye varan sabit faizli TL tahvilleri oluşturuyor.
10) Tahvillerin normalize olması halinde bankaları ne tür riskler bekliyor?
Merkez Bankası politika faizinin bu enflasyon ortamında yüzde 8,5’ta tutulması haliyle gerçekçi değil. Faizlerin artırılması peyderpey DİBS portföylerinin de zarar yazmasını getirecek. Ucuz fonlama nedeniyle katlandıkları bir makro ihtiyati düzenlemenin ortadan kalkması bankaların düşük faizli tahvil alımlarını durduracak. Böyle bir gelişmenin olası sonuçlarını 15 Mart tarihli yazımızda ele almış, kayda değer zararlar ortaya çıksa da iflaslara yol açacak boyutta bir risk bulunmadığı sonucuna varmıştık. Ancak olayın bir boyutu daha bulunuyor. Bankaların bilançolarında 7.850 milyar TL’lik kredi portföyü var. Buna karşın mevduatların miktarı 9.147 milyar TL. En son yayımlanan Kasım 2022 Finansal İstikrar Raporu’na göre bankaların aktiflerinin ortalama vadesi 13.4 ay, pasiflerinin ise KKM’nin olumlu etkisine karşın 5.3 ay. Genel olarak bilançolar ABD-AB ile karşılaştırılamayacak ölçüde düşük vadeli varlıklar-yükümlülüklerden oluşsa da, faiz artışının varlıkların değerini daha olumsuz etkileyeceği açıktır. Ayrıca faiz artışlarının büyümeyi zayıflatması kredi riskini artıracak, özellikle küçük ve orta işletmelerin geri ödemelerini aksatabilecektir. Kredi Garanti Fonu sitesinde toplam garanti miktarı 695 milyar TL olarak veriliyor. Bu da kredi piyasasındaki risklerin faturasının büyük ölçüde Hazine’den, yani sade yurttaşın cebinden karşılanacağı anlamına geliyor.
BirGün / 21.03.23