Leninist partinin temel özeliklerinden birisi merkeziyetçi olmasıdır. Demokratik merkeziyetçilik olarak adlandırılan ilkede bir savaş örgütü için esas olan merkeziyetçiliktir. Merkeziyetçilik içe dönük yönetsel bir tutum olmaktan çok, sınıf mücadelesinin kaçınılmaz bir gereği olan siyasal bir olgudur.
Merkeziyetçilik olmadan genel yaklaşımlardaki (ideolojik, politik, taktik) birliğin pratik bir birliğe dönüşmesi sağlanamaz. Pratik birliğin olmadığı yerde ise ideolojik birlik de uzun vadede korunamaz. Merkezileşmiş bir örgütsel yapıya ve buna dayalı bir örgütlenme anlayışına sahip olmayan bir parti, değil sınıf mücadelesine önderlik etmeyi, kendi varlığını bile bütünlüklü olarak sürdürmeyi başaramaz.
Leninist merkeziyetçilik anlayışı
Buna rağmen leninist merkeziyetçilik anlayışı ortaya konulduğu ilk andan itibaren çok şiddetli eleştirilere maruz kalmıştır. Aralarında Rosa Luxemburg, Troçki gibi önemli devrimcilerin de bulunduğu birçok kişi, Lenin’in ortaya koyduğu merkeziyetçilik anlayışını eleştirmiş, bu yaklaşımın sınıfın yerine partiyi, partinin yerine de merkezi önderliği geçiren bir sonuca yol açacağını iddia etmiştir. Ekim Devrimi ve Bolşevik Parti deneyimi bu eleştirilerin yersizliğini bütünüyle ortaya koymuş, merkeziyetçilik de Bolşevik Parti’nin diğer temel özelikleri gibi evrenselleştirilmiştir.
Ama merkeziyetçilik tartışması hiçbir zaman tam olarak bitmemiştir. Özellikle gericilik dönemlerinde konu tekrar tekrar tartışılmış, birçok tez ve teori ileri sürülmüştür. Bunlardan en revaçta olanlardan biri, leninist parti teorisindeki “katı merkeziyetçiliğin” Rusya’nın o günkü (1900 yılların başı) özgün şartlarından kaynaklı bir “çubuk bükme” olduğudur. Onlara göre, Lenin tarafından ortaya atılan merkeziyetçilik düşüncesi Rusya’daki sınıf mücadelesinin özgün şartlarının ürünüdür. Bu nedenle leninist partinin temel özeliklerinden biri olarak kabul edilemez. Zaten sonrasında Lenin’in kendisi de bu fikirlerden vazgeçmiştir vb.
Bunu öne sürenlerin önemli bir kısmının önce devrimci örgüt fikrinden, sonra da devrim mücadelesinden kopup gitmeleri tesadüfi değildir. Çünkü; “Bir savaş örgütü olan partide merkeziyetçilik, partinin iktidar perspektifiyle doğrudan bağlantılı bir sorundur.” (EKİM 1. Genel Konferansı / Siyasal ve Örgütsel Değerlendirmeler). Devlet çatısı altında merkezileşmiş burjuva sınıf iktidarına karşı işçi sınıfının merkezileşmesini sağlamak için mücadele eden partinin de merkezi olarak örgütlenmesi olmazsa olmaz bir gerekliliktir. Bu nedenle bizler için tartışma, merkeziyetçiliğin gerekli olup olmadığı değil, merkeziyetçiliğin nasıl uygulanması gerektiği üzerine olabilir.
Lenin’in merkeziyetçilik tartışmalarında öne çıkardığı bazı temel vurguların o günkü Rusya gerçekliği ile doğrudan bir ilişkisinin bulunduğu elbette doğrudur. Güçlenen işçi hareketine rağmen dönemin Rus sosyal-demokrat hareketi ideolojik birlikten, merkezileşmiş bir örgütlemeden, kurumsallaşmış bir merkezi yönetimden yoksun, birbirinden büyük ölçüde kopuk mahalli örgütlemelere dayanmaktaydı. Böyle olunca da merkezileşme tartışmasının öne çıkan yanı, “her türlü bilgi ve ilişkinin merkezileştirilmesi ve merkezi önderliğin yönetim ve denetimine sunulması” görevi üzerineydi. Ancak o günkü özgün koşullarda dahi merkeziyetçilik hiçbir zaman politik ve ideolojik içeriğinden soyutlanıp, “üstün altı yönetmesi” mekanikliği içinde ele alınmadı. Leninist önderlik anlayışı sadece güçlü bir ideolojik çizgiye değil aynı zamanda güçlü bir siyasal yönetim becerisine dayanıyordu. Merkez her şeyden önce ideolojik-politik önderlik mekanizmasıydı. Örgütün pratik yönetimi ise, sadece dar bir merkezi yapıya değil siyasal çalışmanın değişik alanlarında yer tutan güçlü mahalli örgütler ve kadroların aktif katılımına dayanıyordu. Bu kadro ve örgütlerin partinin düşünsel yaşamına katkısı da küçümsenemeyecek boyutta gerçekleşiyordu. Leninist parti sadece merkeziyetçi değil, onun zorunlu bir önkoşulu ve düzelticisi olarak ademi merkeziyetçiydi de.
“Devrimci merkeziyetçiliğin zorunlu bir ön koşulu ve zorunlu bir düzelticisi olarak âdemi merkeziyetçilik”
Ademi merkeziyetçilik çoğu zaman haklı olarak, partiye karşı görev ve sorumluluğun alta doğru yayılması, partinin merkezi yönelim ve politikalarının bütün kadrolara mal edilmesi biçiminde ele alınır. Haklı olarak diyoruz, zira bu âdemi merkeziyetçiliğin en temel unsurudur.
EKİM III. Genel Konferansı, o günün önderlik ve kadro sorunlarını tartışırken, Lenin’in merkeziyetçilik-âdemi merkeziyetçilik ilişkisine yaklaşımını şöyle aktarır:
“Bu, bizi bütün parti örgütünün bütün parti faaliyetinin çok önemli bir ilkesine vardırıyor: Bir yandan, hareketin ve proletaryanın devrimci mücadelesinin ideolojik ve pratik yönetimi açısından mümkün olan en fazla merkeziyetçilik gerekli iken, öte yandan parti merkezinin (ve dolayısıyla bir bütün olarak partinin) hareketten sürekli olarak haberdar edilmesi ve partiye karşı sorumluk açısından, mümkün olan en fazla ademi merkeziyetçilik gereklidir. … Hareketin yönetimini merkezileştirmeliyiz. Aynı zamanda (...) partinin tek tek üyeleri, partinin tek tek çalışmalarına katılanlar ve partiye dahil olan ya da bağlı bulunan her çevre açısından, partiye olan sorumluluğu mümkün olduğu kadar, ademi merkezileştirmeliyiz. Bu ademi merkeziyetçilik devrimci merkeziyetçiliğin zorunlu bir ön koşulu ve zorunlu bir düzelticisidir.” (Örgütlenme, Kaynak Yayınları s.67-68, Aktaran EKİM 3. Genel Konferansı / Siyasal ve örgütsel değerlendirmeler, s.156-157)
“Bilgi”, “denetim” ve “yönetimin” merkezileştirmesine dönük vurguların esas alınmasının o günün özgün şartlarıyla bağlantısını ortaya koymakla birlikte bunların evrensel önemine dikkat çeken Konferans, konunun Lenin tarafından “parti faaliyetinin son derece önemli bir ilkesi” olarak formüle edildiğinin altını çizer.
Tam da o günün önderlik ve kadro sorunları tartışılırken başvurulan bu düşüncenin bir diğer önemli yanı ise, devrimci örgütün merkezileştirilmesi ile sınıf hareketinin merkezileşmesi görevi arasında kurduğu bağdır. Kendisine yönelik tüm saldırıların aksine leninist merkeziyetçilik, sınıfın merkezileşme ihtiyacını yerine getirmek için sınıf mücadelesinin bütün bilgi ve deneyimini partide toplamaya çalışan bir anlayışın ürünü olmuştur.
Merkeziyetçilik sınıfa önderlik iddiasının gereği bir mücadele anlayışıdır
Merkeziyetçilik bir işleyişten çok sınıf hareketine önderlik ihtiyacına yanıt veren bir mücadele anlayışıdır. Esas olarak yetki ve sorumluluğun dar bir merkezi organda toplanmasına değil, tüm bilgi, birikim ve deneyimlerin merkezileştirilmesi yoluyla örgütün ve onun üzerinden de sınıf hareketinin tekrar tekrar eğitilip silahlandırılmasına dayanır. Bu başarıldığında, “merkez” geniş yetkilerle donatılmış dar bir örgütsel bir aygıt olmaktan çıkar, “gücünü ve otoritesini partinin toplam birikiminin temsilinden alan”, kendisiyle birlikte bütün partiyi sınıf hareketine müdahale üzerinden konumlandıran bir önderlik mekanizmasına dönüşür.
Bu süreç doğası gereği yetki ve sorumluluğun merkezden yerele doğru paylaştırılıp kurumsallaştırıldığı bir biçimde işlemek zorundadır. Örgütsel demokrasi de gerçek işlev ve anlamını böyle bir işleyiş içinde bulur.
Merkeziyetçiliği altın üst tarafından doğrudan yönetilmesi derekesine düşürmek, işin özünü gözden kaçırmaktır. Bu parti örgütünün tüm fonksiyonlarının dar bir mekanizmaya havale edilmesi manasına gelir ki, bu hem mümkün değildir, hem de canlı bir örgütsel iç yaşamı zaafa uğratacağı için kadro ve örgütlerin gelişimine zarar verir. Dayandığı birimlerin görev, yetki ve sorumluklarını kendi üstüne alan, yakın önderlik adına onların süregiden pratiği içinde sürüklenen bir merkezi önderlik anlayışı, yalnızca kendi asli görevlerini yerine getirmede yetersiz kalmaz, aynı zamanda niyetinden bağımsız olarak yerel inisiyatiflerin gelişip güçlenmesini de yavaşlatır. Oysa leninist merkeziyetçilikte amaç bunun tam tersidir. İdeolojik, politik ve pratik olarak bütünlüklü, bu bütünlüğün ürünü sıkı bir disipline sahip, kendi kendine her açıdan yeten inisiyatifli örgütlere dayanan canlı bir partidir.
Merkeziyetçilik ve önderlik
İnisiyatifli ama aynı zamanda disiplinli bir parti çalışması, tek tek örgütlerin “üstten gündelik olarak yönetilmesi” ile değil, “sistematik olarak eğitilerek yönlendirilmesiyle ve böylece kendine yeterli hale getirilmesiyle” başarılabilir. Bir önderliğin asli görevi tek tek örgütleri yönetmek değil, ideolojik-politik görevleri esas alarak bütün partiyi yönetmektir. Sıkı bir merkeziyetçilik ve altın üste tabiliği tam da bu işlev yerine getirilebilsin diye vardır. Sorun, yapılacak tüm işlerin bir merkezden planlanması, her bir sorun ve pratiğe tek tek söz yetiştirilmesi, emir ve talimatlarla işlerin bir şekilde yürütülmesi değil, partinin toplam birikiminin yarattığı “en ileri düzeye” örgütün ve kadroların yeniden yeniden kazanılmasıdır. Bu yeniden kazanma süreci aynı zamanda toplam birikimin yeniden üretilmesi sürecine de bütün örgütü katmak manasına gelir.
Komünistler başından itibaren bu konuda açıklığa sahip olmuşlardır.
“Yönetici organlar, karar ve uygulamalarında, alt örgütleri her somut adımda yeniden kazanmaya çalıştıkları, bu karar ve uygulamaların hayata geçmesinde onlara inisiyatif verebildikleri oranda, merkeziyetçiliğin bürokratik bir uygulamasını dışlamış ve demokratik merkeziyetçiliği hayata geçirmiş olurlar.
“Marksist-leninist bir örgüt, demokrasiyi, onu salt seçime indirgeyen biçimsel bakıştan ayrı olarak, örgüt içi katılım ve açıklığı her aşamada sağlamak, alt organlara inisiyatif tanımak, görev ve sorumluluklarda ademi-merkeziyetçiliği tam anlamıyla uygulamak olarak kavrar.” (EKİM I. Genel Konferansı / Siyasal ve Örgütsel Değerlendirmeler)
Politik önderliğe dayalı çalışma tarzı ve önderlik sorunlarına dair tartışmaların yeterince sindirilebilmesi, aynı zamanda merkeziyetçilik ve ademi merkeziyetçiliğin doğru kavranması ile bağlantılıdır.
Önderlik ve politik önderliğe dayalı çalışma tarzı
Önderlik devrimci mücadelenin en kilit kavramlarından biridir. Topluma işçi sınıfının önderliği, işçi sınıfı içinde partinin önderliği ve parti içinde merkezi önderlik (EKİM III. Genel Konferansı).
Merkeziyetçilik olmadan etkin bir önderlik tasavvur bile edilemez. Öte yandan doğru bir önderlik anlayışı yoksa, merkeziyetçilik sadece bürokrasi ve atalet doğurur. Devrimci mücadelede en önemli sorunların başında önderlik sorunu gelir.
Küçük-burjuva halkçılığından yalnızca ideolojik değil örgütsel bir kopuş da yaşayan hareketimiz, başından itibaren örgütsel sorunlara ideolojik içeriği ile yaklaşmış, küçük-burjuva devrimciliğinin örgütsel anlayışının eleştirisine dayalı bir örgütsel gelişim süreci yaşamıştır. Sınıf hareketindeki gerileme ve devrimci hareketteki dağılmaya rağmen sürdürülen bu gelişim süreci içinde önderlik sorunları da, aynı siyasal öze dayalı olarak ama her dönemin öne çıkan somut başlık ve görevleri üzerinden yeniden yeniden tartışılmıştır. Bu tartışmalardan çıkan sonuçlar üzerinden örgütsel yaşantımıza sürekli müdahalelerde bulunulmuştur.
İlk belgelerden EKİM I. Genel Konferansı’na, tasfiyeciliğe karşı mücadeleden bizi partiye taşıyan EKİM III. Genel Konferansı’na ve nihayet oradan TKİP Kuruluş Kongresi’ne bütün bu tartışmalara dikkatle bakıldığında, örgüt, kadro ve önderlik sorunlarına dönük olarak çok geniş bir yazılı birikime sahip olduğumuz rahatça görülebilir.
Partimiz 20. yılına sarsılmaz bir ideolojik birlik, sürekliliği ve kurumsallığı sağlanmış bir örgütsel yaşam ve bu ikisine dayalı işçi sınıfı merkezli sistematik bir faaliyet kapasitesi ile girilebilmesinde, bu birikimin ve bu birikimin ifadesi olan önderlik düzeyinin çok özel bir yeri vardır.
Ancak açık bir olgudur ki, özellikle Kuruluş Kongresi sonrasında alınan darbeler ve Büyük Zindan Direnişi sürecinin yıkıcı etkisinden bu yana, güçlü bir önderlik mekanizması yaratmada zorlanmalar yaşatmaktayız. Kendini daha çok politik-pratik alanda ortaya koyan bu zorlanma, ona yol açan etmenlerle birlikte değişik zamanlarda, farklı platformlarda tartışma konusu edilmiş ancak ortaya konulan müdahale planları üzerinden soruna kalıcı bir çözüm üretmede yeterince başarılı olunamamıştır. Bunda kadroların ve örgütlerin yetersizlikleri önemli bir rol oynasa da, temel neden III. Parti Kongresi’nde “politik önderliğe dayalı çalışma tarzı” olarak formüle edilen ve hareketimizin başından itibaren sahip olduğu örgüt ve önderlik anlayışının, günün politik ve örgütsel sorunları üzerinden güncellenmesine dayalı müdahalenin gereklerini yerine getirmede yaşanan zorlanmadır.
Yakın dönemin tartışma platformlarında ve son olarak VI. Parti Kongresi’nde “politik önderliğe dayalı çalışma tarzı” ve buna dair sorun alanları yeniden ele alınmış, mevcut önderlik pratiğimizde kapsamlı bir değişikliğe gidilmesi gerektiğinin altı bir kez daha kuvvetle çizilmiştir.
“Partinin geneline önderlik, bu önderliğin ideolojik-politik bir çerçevede yine partinin geneline hitap edecek, partinin genelini kucaklayacak bir biçimde gerçekleşmesi” düzeyine sıçratılamamıştır. Bu sıçramanın sağlanması, partinin ileri kadrolarının kendi dar örgütsel görevlerinin ötesine geçerek partinin ve sınıf hareketinin toplamına müdahale etmeyi öne alan bir çalışma biçimi içinde kendilerini yeniden konumlandırmayı başarabilmeleriyle sağlanabilirdi.
Artık açık bir olgudur ki, bir dönemin kadrosal ve örgütsel ihtiyaçlarının ürünü olarak öne çıkarılan ve “yakın önderlik” olarak formüle edilen çalışma tarzı, devrimci örgütün yeniden inşası sürecinde oynayabileceği rolü oynamıştır.
Dar manada örgütü değil sınıf hareketini yönetmeye çalışan, kendini ve dolayısıyla partiyi bu açıdan eğitip donatmayı temel görev olarak ele alan, faaliyetle olan ilişkisinden gündelik görevlerin tespitine, her türlü pratik sorumluluğa bu öncelikler üzerinden yaklaşan bir önderlik anlayışının tüm partiye hakim kılınması, her şeyden önce merkeziyetçilik ve ademi merkeziyetçilik ilişkisinin doğru ele alınmasıyla başarılabilecektir.
Örgüt ve önderlik sorunları kapsamındaki tartışmalara devam edeceğiz...
(Ekim, Sayı: 316, Nisan 2019)