Fransa’da 27 Ocak 2022, grev ve gösteri günü olacak. Eğitimden sağlığa, kamudan özel sektöre tüm işçiler, gençler ve emekliler, ülkenin en önemli işçi ve gençlik örgütlerinden oluşan sendikalar arası bir kolektif tarafından ücretler, emekli maaşları, iş ve daha iyi bir kamu hizmeti talep etmek için mücadele gününe çağrılıyor.
13 Şubat’ta Almanya’da Cumhurbaşkanı seçilecek. Almanya’da cumhurbaşkanını, Federal Seçiciler Kurulu belirliyor. Seçimlerde iki aday var: Biri AfD ve Sol Parti dışında tüm partilerin desteğini alacak olan ve seçileceğine kesin gözüyle bakılan şimdiki Cumhurbaşkanı SPD’li Frank-Walter Steinmeier, diğeri ise Sol Parti tarafından aday gösterilen ve seçilme şansı görülmeyen Mainzlı Sosyal Tıp Doktoru Gerhard Trapert. Süddeutsche Zeitung’dan seçtiğimiz yorumda Almanya’daki evsizleri gündeme getirmesi açısından Trapert’in adaylığının önemi ve neden desteklenmesi gerektiği anlatılıyor.
İngiltere’de Başbakan Boris Johnson’a yönelik istifa çağrıları gittikçe yükseliyor. Bugüne kadar tüm yalanlarına ve yıkıcı politikalarına çanak tutanlar dahi şimdi kellesini istiyor. Guardian Yazarı Aditya Chakrabortty’ye göre ise değişmesi gereken medya ve politika kültürü.
27 Ocak herkesin harekete geçme zamanı
Sosyal ve ekonomik dönemi, temel ihtiyaçlar, enerji ve gıdadaki artışları ve nihayetinde genç, çalışan, iş arayan ve emekli insanlar için yaşam maliyetini hiç kimse görmezden gelemez.*
Gerek kamu gerek özel alanda ücretlerin, emekli maaşlarının, yardım ve ödeneklerinde durgunluğun, hatta düşüşün devam ettiğini, enflasyonun gerisinde kaldığını herkes biliyor. Bazı sektörlerde ve şirketlerde mücadeleler ve müzakereler ücret artışlarını mümkün kıldıysa da, çoğu zaman müzakereler hâlâ durma noktasında veya işverenlerin önerileri beklentilerden çok uzak.
CGT, FO, FSU, Solidaires, Fidl, MNL, Unef ve UNL örgütleri bununla yetinmeyecekler ve burada durmaya da niyetli değiller!
Maaş endeks puanında ve asgari ücrette bir artış olmadan, branş minimumlarında şu anda asgari temel ücretin altında olan çalışanlar için hiçbir ilerleme olmayacak.
CGT, FO, FSU, Solidaires, Fidl, MNL, Unef ve UNL örgütleri, aynı zamanda, hükümetin çok sayıda çalışanı düşük ücretli, yarı zamanlı veya belirli süreli sözleşmeli işlere kilitleme sonucunu doğuracak işsizlik sigortası reformunu sürdürmesine itiraz ediyor. Kitlesel olarak harekette olan emekliler, son hali enflasyonun çok altında olan temel ve ek emekli maaşlarında acil bir artış için hâlâ bir cevap bekliyor.
Sağlık krizi, ekonomik ve sosyal krizlerin daha da belirginleştirdiği yaşam ve iş hayatında büyük bir güvencesizlikle karşı karşıya kalan gençler, hükümetin kararlaştırdığı liberal eğitim, öğretim ve işsizlik sigortası reformlarına karşı bir yanıt almak zorundadır.
CGT, FO, FSU, Solidaires, Fidl, MNL, Unef ve UNL örgütleri, önümüzdeki günlerde ve haftalarda ücret artışı talep etmek ve işleri ve çalışma koşullarını savunmak için düzenlenen eylem ve seferberlikleri destekliyor ve 27 Ocak 2022 Perşembe için ücretler ve istihdam için meslekler arası mücadele günü çağrısında bulunuyor.
Özel ve kamu alanlarda tüm maaşlarının, eğitim gören gençlere ve iş arayanlara ödeneklerin derhal artırılması ve emekli maaşlarının iyileştirilmesi için grevler ve gösteriler yoluyla hep birlikte hareket etmemiz acil ve gereklidir.
*Sendikaların ortak açıklaması
(Çeviren: Diyar Çomak)
Almanya’da yoksulluk: Görmezden gelme
Heribert PRANTL
Süddeutsche Zeitung
Sosyal Tıp Doktoru Gerhard Trabert’in Cumhurbaşkanlığı adaylığı ülkedeki evsizliği nihayet gündeme getiriyor.
Birçoğu resmi olarak mevcut değil; kimlikleri, kayıt adresleri, banka bilgileri yok. Geceyi park banklarında, paletlerin üzerinde ve izolasyon şiltelerinde, köprünün altında bir yerde uyku tulumlarında geçiriyorlar. Sonuçta, orta büyüklükte bir Alman kasabası evsiz, sokakta yaşıyor -bütün bir kasaba! Bazıları onlara aşağılayıcı bir şekilde “serseriler” diyor, resmi olarak “evsizler” olarak adlandırılıyorlar. “Sosyal mesafe”nin ne olduğunu koronadan çok önce de biliyorlardı; toplumun kenarında yaşamaktalar. Evsizlik, yoksulluğun en uç örneğidir. Berlin’de Münih’ten daha çok görünür. Ama Münih’te de varlar. Bir Katolik derneği olan Sant’Egidio Topluluğu, Noel’de bir yiyecek paketi için kiliseye davet etti. Dört yüz kişi geldi.
Toplumun kenarı soğuktur; kışın el ve ayak parmakları donar, bazen tüm insan donarak ölür. Korona, evsizlerin hayatını eskisinden daha da zorlaştırdı. Evsizler, çok yataklı odaları olan acil barınaklardan her zamankinden daha fazla kaçınıyor, karantinaya ve korona korkusuna dayanamıyorlar. Ve alışveriş merkezleri önünde dilenmek de artık kârlı değil.
Bir Cumhurbaşkanının Almanya’da cehennemin neye benzediğini görmek için uzağa gitmesi gerekmez: Onu, Kudamm yakınlarındaki zengin Charlottenburg’un ortasında, demir yolu alt geçidinde bulabilirsin. Kaldırımda şilte yığınları arasında dondurucu bir cehennem. Kaldırım!
Hayır kurumları, evsizlere boş oteller ve gençlik yurtları açmayı teklif ediyor. “Önce Konut” adı verilen programlar deneniyor, bunlar zaten ABD’de ve bazı Avrupa ülkelerinde denendi; evsizlere koşulsuz barınma ve sosyal hizmet uzmanlarından destek sunuyorlar. Bunun anlamı şudur: Ev bulmak için önce alkol bağımlılığından kurtulmak zorunda değildir, önce bir iş sözleşmesi olması zorunlu değildir.
Cumhurbaşkanlığı makamına bu sefaleti iyi bilen bir aday var. Adı Gerhard Trabert, 65 yaşında, Mainz’de doktor ve sosyal tıp ve sosyal psikiyatri profesörü; Sol Parti onu en yüksek devlet makamına aday gösterdi. 13 Şubat’taki Federal Mecliste görevdeki Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier’e karşı aday olacak. Trabert’in Mainz’de minibüsten dönüştürülmüş bir tıbbi muayenehanesi var; evsizlerin yaşadığı yere gidiyor; sigortalı olsun ya da olmasın onlara bakıyor. Masrafları “Yoksulluk ve Sağlık” derneği finanse ediyor. Bir aday olarak Trabert’in, Steinmeier’i destekleyen büyük çoğunluk karşısında hiçbir şansı yok. Ama bu adam Almanya’nın 13. Cumhurbaşkanı olsaydı ne olurdu diye düşünmek güzel. Trabert’in aday gösterilmesi bile konuyu gün ışığına çıkarıyor. Görmezden gelme, bak! (…)
Bunu yazarken ve Trabert’in adaylığının getirdiği fırsatları düşünürken, omzumun üzerinden büyük bir kafa, güçlü bir sakalı olan etkileyici, sarp bir yüz görünüyor. Ofisimde topraktan bir heykel. Bazı ziyaretçiler Karl Marx’ın büstü olduğunu düşünüyor. Ama bu Jürgen. Jürgen, Berlin’de evsiz bir adamdı, onu yıllar önce Sanatçı Harald Birck yaptı. Birck, Berlin Şehir Misyonu ile iş birliği içinde evsizlerin portre büstlerini yapan ve daha sonra sergilerde ünlülerin portreleriyle eşit düzeyde sunan bir heykeltıraş.
Jürgen, Berlin’de köprü altında yaşadı, Doğu Almanya’da bir madenciydi, ailesi, iki kızı vardı. Bir trafik kazası hayatını altüst etti, karısı yanarak öldü. Bundan sonra “Özgür bir kuş” oldu, her zaman “düzgün” yaşamaya çalıştı ama başarılı olamadı. Sonunda, Jürgen, gururla açıkladığı gibi, dolu bir buzdolabı olan bir yerde yaşamaya başladı ama kendini ölümü için inzivaya çekilmiş bir Kızılderili gibi hissetti. Hiçbir şey yemedi ve 58 yaşında öldü.
Evsiz Jürgen’in büstü, evsizlik konusunun ne kadar insanlık dışı ele alındığının mahkum edilmesi anlamındadır. Dünya edebiyatında, dilenci kılığında eve dönen Odysseus’un kral olarak yoksulların durumunu araştırdığı dikkat çeker. Friedrich Dürrenmatt’ın “Bir Melek Babil’e Gelir” adlı eserinde de böyledir. Kral Nebukadnezar, dilenci kılığına girmiş şekilde devleti kontrol eder. Bütün bunlar dikkate alındığında Bellevue Sarayı’ndaki Cumhurbaşkanlık makamında yoksullar için bir doktorun oturması o kadar güzel ki...
(Çeviren: Semra Çelik)
Sadece Johnson değil, onu başa getiren tüm kültürün değişmesi gerekiyor
Aditya CHAKRABORTTY
The Guardian
2019 genel seçimlerinden önceki son pazar günü, Sunday Times oyunu kullandı. Başyazı, “Johnson, seçmenler tarafından biraz şüpheyle karşılanıyor” dedi. “Gerçekle ara ara bir ilişkisi var”, genellikle “ayrıntıları kavramak yerine gevezeliği” tercih ediyor ve “tipik bir Fransız cumhurbaşkanına özgü renkli bir özel hayatı” var. Bununla birlikte, gazete okuyucularını ülkenin başına, saçmalayan bir yalancıyı ve meşhur bir ahlaktan yoksunu koymaya çağırdı. Bu tartışmayı yaparken, ulusal gazetelerin büyük çoğunluğu ona katıldı ve o haftanın sonunda dilekleri gerçekleşti.
Geçtiğimiz birkaç gün içinde, aynı gazeteler, hükümeti bir yalancının, bir saçmalığın ve ahlaksız birinin yönettiğini keşfetti. Doğal olarak dehşete düşüyorlar.
Öfkeler şimdi bu başbakanın üzerine iniyor. Onu iyice çiğneyip seçimlerde sağladığı avantajın son noktalarını sindirdikten sonra, 30 yıl içinde ilk ciddi çoğunluğunu sağladığı parti onu tükürmek üzere; koltuklarını doğrudan ona borçlu olan milletvekilleri, onun ölümünü planlıyorlar. Zaten yazılmış olan ölüm ilanı, canavarca karakter kusurlarıyla kuşatılmış bir adamın Downing Street’te (başbakanlık konutu) çürümüş, duygusuz bir kültüre nasıl başkanlık ettiği hakkında. Çürümüş bir siyasi kültürün, bu çatlak aktörü başbakan olarak nasıl seçtiği hakkında neredeyse tek kelime söylenmiyor.
Etrafınıza baktığınızda gerçekten ülserli bir politikanın örneklerini sayabilirsiniz. İşte köşe yazarları, parlamentoyu kapatma ve Brexit’i aşma girişimlerini mazur gördükten iki yıl sonra Boris Johnson’a tutunmanın demokrasiyi tehlikeye atacağı konusunda ciddi bir uyarıda bulunuyor. Arkada oturan milletvekilleri, liderleri kendi karantina kurallarını çiğnediği için değil, bunun kariyerlerini nasıl etkileyeceği konusunda isyan ediyorlar.
Avrupa’daki en yüksek kovid ölüm oranına yol açtığı için değil, insanlara bir kurala uymalarını söylerken tam tersini yaptığı için yargılanıyor. Başka bir deyişle, Alan Bennett’in gözlemlediği gibi, İngilizlerin hâlâ dünyayı yönettiği birkaç şeyden biri olan ikiyüzlülükten dolayı.
Bunu söylerken Downing Street partilerini hafife almıyorum. 2020 baharında annem vefat etti. Halk sağlığı acil durumu göz önüne alındığında, hiç kimsenin yanımıza gelmesi söz konusu değildi. Karım ve ben yalnız oturduk. Yine de, o acılı dönemi hatırladığımda bile, Johnson’ın şimdi yargılandığı suçlamalar bana hâlâ tuhaf geliyor. Kurallara göz kırpmak, sonrasında yalan söylemek… İnsanlar onun ne yapmasını bekliyorlardı ki? Bu tür başarılar elde etme yeteneği hakkında neredeyse övündü. Çoğumuzun kusur olarak kabul edeceği şeyleri siyasi erdemlere dönüştürdü, 2019 seçimlerinin bu kadar önemli bir olay olmasının bir nedeni de bu.
Büyük kurumları itibarsızlaştırmak mı? Onu 10 Numara Downing Street’e taşıyan çok yıpranmış kurumlardı; Johnson, 2019’da Muhafazakar milletvekillerinin tüm oylarını kazandı ve parti üyelerinin oylarını silip süpürdü. Borcunu, en yetkin üyelerinin birçoğunu, Brexit için aceleyle karalanmış planına katılmadıkları gerekçesiyle meclis partisinden uzaklaştırarak geri ödedi.
Johnson’ın yükselişini tetikleyen şey, sağdaki seleflerinden ne kadar iyi bir ders çıkardığıydı: Birleşik Krallık’ı bir sosyal demokrasi olarak bir arada tutan kurumları yıkabilir ve siyasi güvenini ortadan kaldırabilirsiniz. Politik bir vandal, ekonomik bir buldozer ve bir sınıf zorbası olabilirsiniz ve yine de halk size çoğunluk oy verirken, basın sizi bir devlet adamı gibi övecektir.
Margaret Thatcher’dan bu yana sağ, kamu sektörünü lobicilerin, danışmanların ve vurguncuların özgürce yağmalayabileceği bir şeye böldü. Elektrik, su, belediye konutları, demir yolları: Hepsi peşkeş çekildi. Sarışın paspasın altında ve büyük dişlek sırıtışının ardında Johnson’ın her zaman gerisini de yok edeceğini ifade etti. (…)
Tüm bunların antitezi, konuşan kafalar ne derse desin, siyasi yönetim sınıfının önderlik ettiği normale dönüş değildir. Johnson’ı bir sosyopat olarak eleştirenlerin tümü, Britanya Medikal Jurnal’de (BMJ) yayımlanan ve İngiltere’de yalnızca dört yılda David Cameron’un kemer sıkma politikalarının 57 binden fazla ölümden sorumlu olduğunu ortaya koyan son makaleyi okusa iyi olur.
Bu fiyaskodan çıkış yolu, 10 numarada, hatta en tepede bile sadece bir personel değişikliğinin hemen hemen hiçbir şeyi değiştirmeyeceğini kabul etmekle başlar. Ülkenin parçalanmış kurumlarını onarmak ve toplulukların hem ekonomik hem de politik olarak kendi kurumlarını inşa etmelerine izin vermek çok daha iyi olacaktır. Bu aynı zamanda Westminster’den dramatik bir güç kayması anlamına geliyor. O zamana kadar, daha fazla kanun ve düzen sözü veren bir kural bozucunun acınası görüntüsüyle baş başayız.
(Çeviren: Haldun Sonkaynar)
Evrensel / 23.01.22