Yoksul halkları daha zor koşullar bekliyor

Almanya ve İngiltere'de yoksulluk giderek büyürken hükümetlerin politikaları nedeniyle yoksul halkları daha zor günler bekliyor.

  • Çeviri
  • |
  • Basın derleme
  • |
  • 06 Şubat 2022
  • 09:15

Almanya’da yoksulluk gittikçe artar ve kalıcılaşırken, dünyanın dördüncü büyük ülkesinde yoksulluktan söz edilemeyeceğini, sadece göreli yoksulluk olacağını iddia eden egemenler var olan yoksulları sadakalarla avutmaya çalışıyorlar.

İngiltere’de büyük oranda artacak olan enerji fiyatlarına karşı devletin ve Boris’in yerini alacağı düşünülen Rishi Sunak’ın yumuşatma müdahalesine yol açtı. Geçen aylarda kovid sürecinde sosyal yardım alanlara sunulan ekstra 20 poundluk desteği acımasızca geri çeken hükümetin bu adımı yeterli olacak gibi görünmüyor. İngiltere’de zor geçinen yoksul halkı çok daha zor koşullar bekliyor.

Yoksulluk tanımı gerçeği nasıl gizliyor?

Suitbert Cecura
Telepolis

Almanya’da çok şey var: Çocuk yoksulluğu, yaşlı yoksulluğu ve eğitim eksikliğine ek olarak, bekar ebeveynlerin yoksulluğu, uzun süreli işsizler veya göçmenlerin yoksulluğu, konut yoksulluğu uzun süredir sorun olmuştu. Şimdilerde başka bir sorun daha ortaya çıktı: enerji yoksulluğu.

Ve bu doğru: Ülkede genel olarak temel ihtiyaç fiyatları artıyor, özellikle de enerji fiyatları birçokları için karşılanamaz hale geliyor ya da zaten öyleydi. Almanya zengin bir ülke olarak kabul edilir, bu da doğrudur. Burada bir kişinin aklına gelebilecek (neredeyse) her şeyi bulabilirsiniz.

Bununla birlikte yoksulluk konusu, Almanya gibi müreffeh bir ülkede olmaması gereken bir durum olarak, yani norm ihlali olarak kamuoyunun gündeminde yer almakta.

Ama şimdi bariz bir şekilde ortada. Orta sınıfa kadar insanları etkilediği söylenen enerji yoksulluğu, kamuoyunda oldukça fazla yer kaplıyor.

Bu nasıl oluyor? Ülkede yoksulluk ne durumda?

Yoksulluğun bilimsel olarak incelenmesi söz konusu olduğunda, genellikle bilimden kaynaklanmayan, ancak politik olarak belirlenmiş tanımlara atıfta bulunulur:

OECD Kalkınma Yardımı Komitesi (DAC), yoksulluğu temel insan ihtiyaçlarını karşılayamama olarak tanımlamakta.  Federal Ekonomik İşbirliği Bakanlığına (BMZ) göre bu ihtiyaçlar, öncelikle gıda tüketimi ve güvenliği, sağlık hizmetleri, eğitim, hakların kullanılması, katılım, güvenlik ve onur ve insana yakışır iş içerir. Mutlak yoksulluk, bir kişinin temel ekonomik ve sosyal ihtiyaçlarını karşılayamayacağı bir durum olarak tanımlanmakta. Göreceli yoksulluk, bir kişinin ilgili sosyal çevresine göre yoksulluğunu tanımlar.

BMZ’nin OECD gerekliliklerine uygun olarak sunduğu ilk versiyon, yoksulluğu temel insan ihtiyaçlarını karşılayamama olarak tanımlıyor. Bu kötü durumun nereden geldiği, dünyada her şeyin bol olduğu -ve çok fazla olduğu için de çok şeyin yok edildiği- gerçeği göz önüne alındığında burada cevapsız kalıyor.

Ama bu bir sır değil. Her şey özel mülkiyet olduğundan, bir iş aracı olduğundan ve bu nedenle tüketici parasına mal olduğundan... İşte bu nedenle toplumun önemsiz olmayan bir kısmı büyük ölçekte var olan birçok şeyden dışlanır.

Bu toplumun tüm üyelerinin insan onuru kanunla güvence altına alınmıştır, fikirlerini ifade etmelerine de izin verilir, hatta çoğu oy kullanır, bu da onlara bir katılım şekli sağlar. Ancak bu onlara yeterli barınma, giyecek ve yiyecek sağlamaz; vatandaş olmanın onların maddi varlığıyla hiçbir ilgisi yoktur. Mutlak yoksulluk ile göreli yoksulluk arasındaki ayrım da zordur. Son olarak, mutlak yoksulluğun tanımı, temel ekonomik ve sosyal ihtiyaçların belirlenmesine dayanmaktadır.

Ayrıca soruyu keskinleştirebilir ve şöyle formüle edebiliriz: Bir insanın ölmesine yol açmayacak en az para ne kadardır? Nasyonal Sosyalistler döneminde doktorlar bu soruyu araştırdılar ve toplama kamplarında konuyu aşırı uçlara götürdüler ve bu da deneklerinin çoğunun hayatına mal oldu.

Bugün aynı soruya dolar rakamlarıyla cevap veriliyor:

Dünya Bankasının tanımına göre, insanlar günde 1.90 ABD dolarından daha az bir gelirle yaşıyorlarsa aşırı derecede yoksuldurlar... 1.90 ABD doları sınırı, bir kişinin hayatta kalabilmesi için minimum finansal ihtiyaç olarak kabul edilir.

Geniş bir fikir birliğine göre, Almanya’da bu tür bir yoksulluk yaşamamalıyız, yaşamayız da zaten. Bu yüzden şehir merkezlerinde dilenciler, parkta banklarda uyuyan evsizler ve yardım kurumlarında bedava yiyecek sırasında bekleyen insanlar olması rahatsız edici değil. Almanya’da yoksulluğun belirlenmesi söz konusu olduğunda, akademisyenler genellikle göreceli yoksulluktan bahsediyorlar. Ülke içinde zenginle yoksul arasındaki durumu karşılaştırmak yerine dünyanın en yoksul ülkelerindeki yoksullarla Almanya’nın yoksullarını karşılaştırıp; “ Yani şimdi bizimkiler yoksul mu? Bizdeki göreceli yoksulluk” diyorlar. Yoksulluk bir eksiklik durumu olarak kabul edilir. Ve ancak yaşanılan toplumda var olan şeyler ve hizmetlerle ilgili bir eksikliğin söz konusu olduğu tartışılmaz bir gerçektir.

Cep telefonu olmadığı sürece, kimse ona ihtiyaç duymazdı. İhtiyaçlar her zaman mevcut olan şeyler ve hizmetlerle ilgilidir. Ve toplumumuzda, tüm üyeleri uygun satın almalarla tatmin edemese de, reklamlar tarafından bir takım ihtiyaçlar uyandırılır.

Dolayısıyla bu ülkedeki insanların çoğu ihtiyaçlarını temin edemiyor. O halde yoksulluk bu toplumda yaygın, günlük bir olgudur. Ama bu ülkedeki hiç kimse bu sonucu kabul etmek istemiyor.

Yoksulluk, siyasi olarak denetlenen zengin toplum üzerinde kötü bir imaj oluşturmayacak şekilde tanımlanıyor ve belirleniyor.

Özellikle pandemi döneminde siyasi kararların temelini oluşturduğu varsayılan gerçeklere defalarca atıfta bulunulurken, burada gerçekler siyasi tespitler veya kararlarla yaratılıyor. Neyin “nispeten fakir” olarak kabul edilip edilmemesi gerektiğini yetkililer söylüyor!

Yoksulluk ile “yoksulluk riski” arasında bir ayrım yapılıyor. Bu daha sonra sayılarla ifade edilebilir. Örneğin, ağustos 2021’de yayımlanan “Almanya’da yoksulluk istatistikleri”ne göre; “2018’de Almanya’da insanların yüzde 18.7’si yoksulluk veya sosyal dışlanmadan etkilendi. Bu ölçü ortalama gelirin yüzde 60’ının altında gelir sahibi olanlar için geçerliydi. Ortalama gelir hesaplanırken ise en zengin ile en yoksulun geliri toplandı ve nüfus sayısına bölündü. Yani en zenginlerle en yoksullar arasında gittikçe artan uçurum görmezden gelindi ve her iki uç da normal olarak değerlendirildi.

Kişi kendini ortalama gelirle, “Normal kazananlarla”, sınırladı. Kimisi “Göreceli yoksulluğu kabul ederek kendini en yoksul ülkelerdeki yoksullardan çok iyi durumda olmakla” avuttu. Kimi de sadaka niyetine verilen sosyal yardım, bedava yiyecek, arada eğitim kuponu vb.’ye sevindi.

Çeviren: Semra Çelik

Enerji fiyatlarındaki yükseliş: Nisan en acımasız ay olacak

Başyazı
The Guardian

En azından geçen sonbahardan bu yana, nisan ayına gelindiğinde, yükselen küresel enerji fiyatlarının, milyonlarca İngiliz hanesinin ısınma faturalarını ödeme kabiliyetini yüksek bir hızla çökerteceği açıktı. Bunu “İnsanların kafasındaki bir numaralı sorun” olarak kabul eden Hazine Bakanı Rishi Sunak, perşembe günü Avam Kamarasına gitti ve kaçınılmaz ancak yine de büyük ölçüde hafife alınan hasarı sınırlamak için tasarlanmış bir dizi önlemi açıkladı.

Muhafazakar milletvekilleri, bakanın paketini övdü. Muhalefet milletvekilleri bunu yeterince ileri gitmediği için kınadı. Ancak daha büyük gerçek, tüketicilerin perşembe günkü enerji fiyatları tavanındaki çarpıcı artışın etkisini deneyimlemeye başlamasından iki ay önce bu fiyat artışlarından kaynaklanan gerçek insani ve siyasi şokun nisan ayında başlayacak olması.

Bakanın önlemlerine rağmen, gerçekleştiğinde, bu etki birçokları için çok büyük olacak. Sunak, düzenlediği basın toplantısında bunu iğneyi çekmek olarak nitelendirdi -ancak bu ciddi yaralar bırakabilir. Ayrıca Hazinenin umduğundan daha uzun sürebilir. Durum böyle olsa bile, rakamlar göz sulandırıyor. 2021’in sonlarında dünya fiyatlarının fırlaması, en azından son çeyrek yüzyıl içinde İngiliz hanelerinin çoğunluğu için yaşam maliyetine en büyük darbeyi vuracak.

Perşembe günü, enerji düzenleyicisi Ofgem, ortalama faturanın şu anda 1277 pounddan 1 Nisan’dan sonra yüzde 54’lük bir artışla 1971 pounda yükseleceğini doğruladı. Bu yükselişin beşte dördü, toptan eşya fiyatlarındaki yüzde 104’lük artışın sonucudur. İngiltere’nin, genellikle kötü yalıtılmış evlerimizin yüzde 85’ini ısıtan gaza bağımlılığı, bu ülkeyi oturan hedef haline getiriyor.

Ulusal sigorta prim ödemelerindeki artışların da aynı anda yürürlüğe girmesiyle, enflasyonun tekrar istikrarlı bir şekilde yükselmesiyle (İngiltere Bankası, bakan açıklama yaparken faiz oranlarını yükseltti) ve fiyatların ücretleri aşmaya devam etmesiyle (kısmen enerji maliyetlerinden dolayı) Sunak, sıcak bahar havasının faturaları hafifletmesi için dua edecek.

Sunak’ın önlemleri şüphesiz şokun bir kısmını sönümleyecektir. Tüm haneler, ekim ayından itibaren devlet tarafından finanse edilen 200 sterlinlik bir indirim alacaklar, ancak daha sonra bunu beş yıllık taksitler halinde geri ödeyecekler. En düşük dört belediye vergi bandındaki İngiliz haneleri - toplamın yaklaşık yüzde 80’i - ayrıca 150 sterlinlik bir indirim alacak. Yerel belediyeler, diğer savunmasız ve düşük gelirli haneleri hedeflemelerine yardımcı olmak için isteğe bağlı fon alacak.

İskoçya, Galler ve Kuzey İrlanda, Barnett formülü kapsamında eş değer desteği alacaklardır.

Bunların hiçbiri, çoğu hanenin nisan ayından itibaren hâlâ aşırı derecede sert etkileneceğini gizleyemez. Enerji fiyatları şu anda bile yüksek ve rekor rakamlar ısınma, gıda ve diğer hane harcamaları arasında kabul edilemez seçeneklerle karşı karşıya. Tüm bunlar, yeni fiyat artışlarından herhangi biri devreye girmeden önce. Sunak’ın önlemleri yardımcı olabilir, ancak işler çoğu için daha iyi değil, daha da kötüleşecek. Shell’in perşembe günü dörde katlanan kâr açıklaması, Sunak’ın hükümetin yükü paylaşmak için harekete geçtiğinden bahsetmesini aşağılayıcı görünüyor.

Sunak’ın önlemleri de kırılgan. Hazine, küresel toptan gaz fiyatlarının gelecek yıl düşmeye başlayacağı üzerine kumar oynuyor. Toptan eşya fiyatlarının grafiğine bakıldığında birçoğunun düşüncesini görecektir. Ancak analistler, önümüzdeki altı aylık gözden geçirmeden sonra tavan fiyatının tekrar yükseltilmesi gerektiğini şimdiden tahmin ediyor. Bu, havalar tekrar soğurken tüketiciler için daha da yüksek fiyatlar (Muhtemelen taze ve maliyetli Hazine azaltmalarıyla birlikte) anlamına gelecektir.

Enerji fiyatlarındaki artışların en önemli yönü, en yoksul ve varlıklı kesimler üzerindeki insani etkisi olacaktır. Yeterince desteklenmediler. Ama bunun siyaseti de unutulmamalı. Johnson’ın bazı milletvekilleri onu mayıs yerel seçimlerine kadar şartlı tahliye etti. Enerji fiyatlarındaki artışların, yüksek vergilerin ve devam eden enflasyonun birleşik etkisi, onun için nisanın gerçekten de en acımasız ay olabileceği anlamına geliyor.

Çeviren: Haldun Sonkaynar

Liberalizmi kurtarmak için özgürlükleri kısıtlamak

Fabien Gay
L’Humanité

Salgının başlangıcından bu yana Cumhurbaşkanı Macron, çok sevdiği Jüpiter modelinin (Mitolojik metafora istinaden Jüpiter, emreden tanrıların tanrısıdır) temellerini uygulayarak sağlık krizinde bir dikey yönetimi seçti. Parlamentoda iki yılda 12 metin bu şekilde kabul edildi. Elbet, salgını durdurmak için harekete geçme gereği tartışmasız. Fakat, Savunma Konseyinde karar alma ve yasaların içeriğine yalnızca özgürlüklerin kısıtlanmasına odaklanma seçimi, kamusal özgürlüklerimizi ve demokrasimizi zayıflatan otoriter bir liberalizmin göstergesidir.

Sağlık pasaportunu -hiç incelemeden- aşı pasaportuna dönüştürerek yeni bir adım atıldı. Bu, varsayılan bir dışlama ve yaptırım seçimidir. Hatta bazıları, Quebec’te olduğu gibi, aşılanmamış olanlar için sosyal yardımın kaldırılmasını veya hastane bakımının geri ödenmesini bile uygulamak istiyor. Kamu politikalarından uzak olanları daha da ötekileştirmek, bu hükümetin alaycı yaklaşımını gösteriyor.

Temelde bu hükümetin kurmak istediği, sadece tüketici durumuna indirgenmiş yurttaşların yaşam ve pratiklerinin tanındığı, fişlendiği bir sosyal kontrol toplumudur. Yakında herkes herkesi kontrol edebilecek. Özellikle, yarın GAFAM’ın (Google, Amazon, Facebook, Apple, Microsoft) elinde olacak bu muazzam veriler, en özel alana kadar vatandaşları ve içeriği araştırmak, hedeflemek için muazzam bir ticari hazine oluşturuyor. Hem de tüm bu kontrol araçlarının meşruiyetini ve amaçlarını hiç sorgulamadan.

Sonuçta, değerlendirilmeyi hak eden son yıllardaki tüm yasama cephaneliğimizdir. Güvenlik yasalarından istihbarat yasalarına veya gerçek ve ciddi sorunlar adına yavaş yavaş özgürlüklerimizi kısıtlayan ve özel aktörlere emanet edilen kontrol ve egemen güç biriktiren terörle mücadele yasalarına kadar. Özellikle gösteri hakkımızı ve örgütlenme özgürlüğümüzü tehlikeye atan, bir güvenlik zorunluluğuna dayalı kısıtlamalara ve hak kaybına alıştık. Fakat sağlık güvenliği adına biraz özgürlükten vazgeçtiğimizde, onu bir daha bulacağımızı kim garanti ediyor? Hükümet, derneklerden, hak savunucularından, sendikalardan gelen uyarıları umursamıyor. Çünkü tüm bu cihazların arkasındaki mantık “business first” mantığıdır, yani her şeyden önce ekonomi! Ekonomik faaliyet ne pahasına olursa olsun sürdürülmelidir, “Maliyeti ne olursa olsun” deyimi artık “Ne olacaksa olsun” mantığına dönüşüyor. Bunun en iyi örneği, nihayetinde isteğe bağlı ve bağlayıcı olmayan tele-çalışma zorunluluğudur: sermaye için kısıtlamasız tam özgürlük, fakat insanlar için damgalama ve bölünme. Aynı zamanda hastane yataklarında, okul kadrolarında ve diğer kamu hizmetlerinde yapılan kesintiler, işsizlik sigortası reformu, yani basitçe, liberal yönelimler, temettüleri gelişen ve büyük servetleri büyüyen finansal piyasaların büyük zevkine doğru kendi rotalarını izlemiştir.

Bu otoriter liberalizm, bu sağlık krizinin yönetiminde bariz bir başarısızlığı ortaya koyuyor: Halkın ihtiyaçlarına hiçbir zaman cevap verilmedi. Eşi görülmemiş bir durumun yarattığı belirsizlikler ve korkular karşısında, çözümlerden biri olarak demokrasiyi kullanarak birlik olmak gerekliydi. Kamu hizmetinin araçlarını ve misyonlarını güçlendirmek ve her türden komploculara yer bırakmamak için aşılama ve hastalıktan korunma hareketlerine saygı konusunda ikna etmek için bilimsel kültürü teşvik etmek için çok geç değil.

Umalım ki bu konular başlamak üzere olan yeni başkanlık tartışmasının merkezinde yer alsın.

Çeviren: Diyar Çomak

Evrensel / 06.02.22