Almanya’da Ukrayna’dan kaçmak zorunda kalanlara yardım yağıyor. Paralar toplanıyor, sınırda ya da Ukrayna’dan insanları getirmek için araç konvoyları düzenleniyor. Evler açılıyor, bürokrasiye takılmayan oturma, çalışma, okuma vb. izinleri çıkarılıyor. Freitag gazetesinden seçtiğimiz makalede ise bu şekilde karşılanmayan diğer ülke halkları hatırlatılıyor ve “Sığınma hakkı herkes için geçerlidir” vurgusu yapılıyor.
Benzer bir vurgu Fransa’da yayımlanan Alternatives Economiques’te de var. Makalede, Rusya saldırısının uyandırdığı öfkenin ve savaşın Avrupa’da yaşanmasından kaynaklı haklı duygunun, 2015’te sayıları Ukraynalı mültecilerden üç kat daha az olan Güneyli mültecileri kabul etme döneminde eksik kaldığına dikkat çekiliyor.
İngiltere’de, geniş çevrelerce Muhafazakar Parti liderliği için sıra beklediği düşünülen Maliye Bakanı Rishi Sunak, tekrar kemer sıkma politikalarına dönüşün sinyalini verdi. Hayat pahalılığının büyük oranda artmasının beklendiği ve enflasyonun yüzde 8.9’a ulaştığı Britanya’da Sunak’ın açıkladığı tedbirler, en çok açlık sınırındaki en yoksul kesime zarar verecek.
Sığınma hakkı herkese uygulanmalı
Alexandra SERFFT
Freitag
Ukrayna’daki savaştan kaçanları almamız iyi bir şey. Ancak koruma arayan sadece onlar değil. Ya diğerleri ne olacak?
Alman demir yolu işletmesi Deutsche Bahn, Ukrayna’dan gelen mültecileri ücretsiz olarak taşıyor, telefon şirketleri ücretsiz kontör veriyor. Para, ihtiyaç malzemesi toplanıyor. Her yerde dayanışma! Almanlar özverili bir şekilde savaştan kaçanları evlerine alıyorlar. Yaklaşık üç milyon Ukraynalı şu anda kaçmakta. Bunların 160 bini Almanya’da kayıtlı. Ancak bize gelen savaş mültecilerinin sayısı çok daha fazla. Çünkü AB’nin 3 Mart’ta yayımladığı “kitlesel akın yönergesi” uyarınca Ukraynalıların AB’ye vizesiz girmelerine izin veriliyor. En az bir yıl ikamet statüsü alıyorlar; çalışmalarına, okula gitmelerine ve meslek ya da dil eğitimi almalarına izin veriliyor, sosyal yardım, tıbbi bakım ve yeterli barınma hakkına sahipler.
Şu anda ihtiyaç sahipleriyle dayanışma etkileyici, hatta sevinçten ağlatıcı. Rus saldırganlık savaşının sonuçlarına dair kendi güçlü korkularımıza rağmen. Daha doğrusu belki de bu korkular yüzünden. Gerçek tehdide ek olarak, bu savaş Nazi geçmişimizle de çağrışımlar uyandırıyor: Organize toplu katliam, kitlesel yıkım, kaçış ve ıstırap, zulme uğrayanların ve onlara zulmedenlerin soyundan gelenlerde azalmaz ve kalıtsal duyguları harekete geçirir. Bu, yeni kurbanlarla güçlü özdeşleşmemizi kısmen açıklıyor.
Aynı zamanda, inceden inceye milliyetçi, hatta bazen açıkça ırkçı tonlar da yayılıyor. Ukraynalılar bazen “bizim gibi” olarak tasvir ediliyor: Bizim gibi giyinmiş ve eğitimli, medeni Avrupalı komşular. Afganistan ya da Suriye’deki savaşlar, sanki bizim tarihimizin bir parçası değilmiş gibi, şimdi daha da uzak görünüyor. Temel insan hakları anlayışında derin bir uçurum şimdi ortaya çıkıyor. Çünkü Angela Merkel’in 2015 yılı uluslararası hukuka uygun iltica politikası, Afrikalı ve Müslüman mültecilerle ilgili olarak çoktan uluslararası hukuku ihlal eden bir politikaya dönüştü. Bu insanlar için, bu akut savaş durumunda bile AB’nin dış sınırları askeri olarak mühürlenmiş durumda. Düşük eşikli bir çatışma olduğu yalanı, sığınma başvurusu yapma haklarını reddetmek amacıyla yıllardır argüman oluyor.
Belarus, AB yaptırımlarına karşı Polonya sınırındaki ormanlara bırakıp terk ettiği mültecileri kullanıyor. 2020 AB Göç ve İltica Paktı’ndan bu yana, Polonya artık kendini onları kabul etmek zorunda hissetmiyor. Her gün savaşların veya insan hakları ihlallerinin kurbanları, Avrupa Topluluğu’nun gözleri önünde Akdeniz’de boğuluyor. Yunan sahil güvenlik, çocukları bile canlarını korumadan Türkiye’ye geri göndermek için denizde lastik botlara bindirdi. 2014’ten bu yana en az 20 bin kişi boğuldu ve bildirilmeyen vakaların sayısı yüksek. AB caydırıcılık stratejileri, Avrupa hukukunu ve uluslararası sözleşmeleri büyük ölçüde ihlal ediyor.
Avrupa kıyılarına ulaşan mültecilere, yasa dışı göç ve kaçakçılık iddiaları nedeniyle genellikle suçlu muamelesi yapılıyor. Cep telefonlarına el konuluyor ve dış dünya ile bağlantıları kesiliyor. Kabul merkezlerinde sefil yaşam koşulları onları bekliyor. Aylarca bekledikten sonra çoğu yeniden sınır dışı ediliyor. Ukraynalılarla dayanışmamız başka, insani bir yol olduğunu gösteriyor. Bu yol tüm mülteciler için geçerli olmalı, sadece bizden, bizim gibi olanlar için değil.
(Çeviren: Semra Çelik)
Mülteciler ve Avrupa’nın tercihi
Bénédicte MANIER
Alternatives Economiques
Yakın bir dönemde, ülkelerindeki savaştan kaçan (ve onlar da Rus bombalarından kaçan) bir milyon Suriyelinin, iç savaşın kurbanları olan Afgan ve Iraklıların ve diktatörlükten kaçmaya çalışan Eritrelilerin, Schengen bölgesine gelişi bir “göç krizi” şeklinde tanımlanıyordu. AB daha sonra, birkaç ülkenin hoşnutsuzluğu karşısında vazgeçmeden önce üye devletler arasında gelenleri kota ile dağıtmaya çalıştı. Almanya 2015’ten 2019’a kadar 1.5 milyon sığınma başvurusu aldı.
AB ile Türkiye arasında imzalanan bir anlaşma daha sonra Yunan adalarına giden mültecilerin Türk kıyılarına geri gönderilmesini mümkün kıldı.
Kontrast özellikle Viktor Orban’ın Macaristan’ı için açık. 2015 yılında kendi topraklarında yapılan tüm sığınma başvurularını işleme koymayı reddetti ve ardından Ortadoğu’dan gelen sığınmacıları düzenli olarak sınır dışı etti. Ancak bugün, 15 Mart gününe kadar 255 bin kişinin ülkeye alınmasıyla Ukraynalılara kollarını açıyor.
Benzer şekilde, sadece birkaç ay önce, 2021 yazında, Litvanya, Letonya ve Polonya dikenli tel ve silahlı muhafızların yardımıyla birkaç bin Iraklı, Suriyeli ve Afgan mülteciye sınırlarını kapattı.
Gelişleri, AB kapılarında bir “göçmen krizini” kışkırtmak amacıyla kesinlikle Belarus tarafından yönlendirilmesine rağmen bu mültecilerin hâlâ sığınacak bir yere ihtiyaçları vardı. Çoğu, Avrupa sınırlarından uzaklaştırıldı. Euromed Rights dernekler ağı, Güney’den gelen birçok göçmenin Avrupa’nın zorla geri gönderilmesi politikasını hâlâ kınıyor.
Ancak AB, çatışmalardan, İslamcı gerillalardan, darbelerden veya diktatörlüklerden kaçan ve birçoğu 2014 ile 2020 yılları arasında 20 binden fazla ölüme neden olan tehlikeli Akdeniz geçişini üstlenenlere düzenli olarak sığınma hakkı verdi. Böylece AB üyesi ülkeler 2020’de başta Suriyeliler ve Afganlar olmak üzere 281 binden fazla kişiye koruma sağladı. Aynı yıl, AB’ye 472 binden fazla başka sığınma başvurusu yapıldı.
Ancak Ukraynalıların şu anki sürgününün gösterdiği gibi, karşılama herkes için aynı değil. Avrupa Birliği bu nedenle, sığınmacılar çalışma hakkına sahip değilken, Ukraynalılara iş gücü piyasasına erişim sağlayan geçici koruma sağladı.
Ukraynalılar ayrıca Avrupa’daki demir yolu hatlarında ücretsiz seyahat edebilirler. Bu, (Fransa) CGT demir yolu işçileri sendikasını kendilerine “SNCF (Fransız kamu demir yolu şirketi) çalışanlarını bazı mültecileri nasıl cezalandırıp diğerlerini geçirebileceğiz?” diye sormaya sevk etti. Sendika bu nedenle tüm mülteciler için ücretsiz yolculuk çağrısında bulunuyor ve gelişen tehlikeli “iyi mülteciler/kötü mülteciler” fikrini kınıyor.
Yerel olarak da karşılama düzensiz. Binlerce Avrupalı aile Ukraynalılara ev sahipliği yapmayı teklif ederken, Güney’den gelen birçok sığınmacı İtalya, Yunanistan veya Polonya’da sokaklarda veya aşırı kalabalık barınma merkezlerinde ya da gözaltı merkezlerinde uyumak zorunda. Ayrıca Ukrayna’da yaşayan bazı Afrikalı öğrenciler Polonya’ya girişte zorluk yaşadı.
Fransa’nın Calais şehrinde göçmen yardım dernekleri, Ukrayna’dan ve güney ülkelerinden gelen sürgünlerin kabulünde bir fark olduğunu belirtiyor.
Rus askeri saldırısı AB’nin kapılarını sığınmacılara sonuna kadar açmasını gerektiriyorsa, kabul düzenlemelerindeki bu ayrımlar soru işaretleri yaratıyor. Tabii ki, savaşın yakınlığı, Avrupalıların Ukraynalılar için duyduğu korku ve empatiyi yükseltiyor. Ancak, 27’ler arasında (AB üyesi devletler), bazılarının uzun vadede yakın ülkelerine geri dönüşü ve diğerlerinin kalıcı olarak yerleştirilmesi konusunda art niyetler de var mı? Belirli kültürler ve dinler için varsayılan bir tercih var mı? Son olarak, bu değişken dayanışmaların, bazıları zaten Ukrayna’dan gelen göçmenlerin “ayırma” çağrısında bulunan aşırı sağ popülizmin kıtadaki yükselişle bir bağlantısı yok mu?
Hoşgörü ve açıklık ilkeleri üzerine kurulmuş olan Avrupa Birliği, bir gün pozisyonlarını netleştirmek zorunda kalacaktır. Altı aydır Avrupa Konseyine başkanlık eden Fransa’ya gelince, ahlaki olarak değişken geometrili bir “insan hakları ana vatanı” olamaz.
(Çeviren: Diyar Çomak)
Sunak’ın bahar açıklaması: Yaşam standartlarında büyük kesinti
The Guardian
Başyazı
Rishi Sunak’ın bahar açıklaması bir eşitsizlik stratejisidir. Ukrayna’daki savaş ve pandemi sonrası düzensizlik, yakıt ve gıda fiyatlarının yükselmesine neden oldu. Enflasyonun 40 yılın en yüksek seviyesine yükselmesinin 2022’de gerçek hane harcanabilir gelirlerini yüzde 2.2 oranında düşürmesi bekleniyor. Bu, kayıtların başladığı 1956 yılından bu yana yaşam standartlarındaki en büyük düşüş. Enerji faturaları yılda 3 bin sterline ulaşabilir. Yardım olmadan, sıcak evler ve sıcak yemekler, İngiliz toplumunun üst yarısının ayrıcalığı haline gelebilir.
Yine de IPPR düşünce kuruluşu bu son kararlarla, en yoksulların artan maliyetleri dengelemek için sadece 120 sterlinlik yardım aldığını, en zenginlere ise 480 sterlinlik bir destek verildiğini söylüyor. Para dağıtmak için hazırdı. Ekonomik büyüme, bakanın kendi koyduğu kurallar dahilinde neredeyse 20 milyar sterlinlik mali manevra payına sahip olduğu anlamına geliyordu. Enflasyonun yaklaşık yüzde 8 olacağı bu ay sosyal yardımları yalnızca yüzde 3.1 oranında artıran ve devlet emekli maaşını artırmayan Sunak, yoksulların yaşam standartlarında büyük bir kesinti yaptı.
Devlet dairesi bütçeleri nakit olarak belirlendiğinden, daha yüksek enflasyon ya öğretmenler gibi kamu görevlilerinin büyük reel maaş kesintileri yapması (Özel sektör ücretleri daha hızlı yükseliyorsa politik olarak zor) ya da sağladıkları hizmetlerde kesinti anlamına gelecektir. Sunak, hükümetin borçlanmasını azaltmak için 10 milyar sterlin harcamak yerine, en azından haftada 20 sterlinlik evrensel kredi artışını eski haline getirmeli ve ücretsiz okul yemekleri için daha fazla nakit taahhüt etmeliydi.
Sunak, beklenmedik kazancından kalan 10 milyar sterlini vergi indirimlerine harcadı. Bakanın bahar açıklaması, açıkladığı toplam net vergi artışlarının yaklaşık altıda birini geri aldı. Kendi argümanlarına karşı, Sunak’ın ulusal sigorta kesintisi mantıklı değil. Altı ay boyunca, çalışanlar ve işverenler tarafından ödenen ulusal sigorta yoluyla kovid sonrası NHS bekleme listelerini temizlemek için 12 milyar sterlin toplaması gerektiğinde ısrar etti. Ancak çarşamba öğleden sonra, Sunak’ın sağlık hizmeti için yalnızca 6 milyar sterline ihtiyacı olduğu ortaya çıktı ve işçilerin ulusal sigorta ödemesi için gereken eşiği yükseltti.
Bu “vergi indirimi”, zenginler lehine; kazanılan her 3 sterlin için sadece 1 sterlin toplumun alt yarısına gidiyor. Son olarak Sunak, temel kamu hizmetlerinin ödenmesi için vergilendirmenin gerekli olduğu fikrini alaya alarak, temel gelir vergisi oranını nisan 2024’ten itibaren yüzde 20’den yüzde 19’a indirmeyi önerdi. Bu iki değişiklik sözde sağlık ve sosyal bakım için gereken ödeme miktarına denk bir oranın harcanması anlamına geliyor.
Maliye bakanının benzin ve motorin vergilerini litre başına 5 kuruş düşürmesi, sürücülere araç kullandıkları ve araçlarının yakıt açısından verimsizliği oranında bedava paradır. Aynı zamanda son derece eşitsiz bir ölçüdür. Vergi kesen Muhafazakar Partili bir maliye bakanının, 2010’dan bu yana reel olarak dondurulan yakıt vergisini seçim öncesinde artırması pek olası değil. Bunun yerine, 2 buçuk milyar sterlinlik maliyetini ücretsiz veya ucuz toplu taşımayı finanse etmeye harcamak daha iyi olurdu.
Yoksulları üşütüp aç bırakırken devlet borçlanmasını azaltmak iyi bir siyaset ya da iyi bir ekonomi değil. Devlet yardımları 1985’ten bu yana reel olarak en düşük seviyelerine doğru ilerliyor. Büyüme düşecek görünüyor. Artan hareketsizlik oranları, işsizliğin resmi rakam olan yüzde 3.9’dan yüzde 6’ya daha yakın olduğu anlamına geliyor. Yaşam standardı düşecek. Sunak, ekonomik çıktıdaki düşüş nedeniyle bütçe açığına ayak uyduracak oranda hükümet harcamalarını asla yeterince hızlı kesemeyecek veya vergileri yeterince yükseltemeyecek. Hükümetin politikası, yalnızca vatandaşlarının refahının kademeli olarak bozulmasına yol açacaktır. Sunak, halkın yaşam koşullarından ne kadar uzak olduğunu ne kadar çabuk anlar ve ekonomi politikasını ne kadar erken değiştirirse, ülke için o kadar iyi.
(Çeviren: Haldun Sonkaynar)
Evrensel / 27.03.22