Yoksulluğumuzun kışına girerken... – Nihal Kemaloğlu

  • Arşiv
  • |
  • Basın
  • |
  • 04 Ekim 2012
  • 04:33

Siyasi kültürümüzün vazgeçilmez maluliyeti 'tek adam' kültü etrafında erime eğilimi, iktidar partisinin kongresinde aynen tezahür ediyordu.

Başbakan dışarıda bıraktığı muhalif basına 'hadlerini bildirirken' çoğunlukçu demokrasi tarihimizin 2023 vizyonunu açıklıyordu.

Ama görünen oydu ki bırakalım 2023 önümüzdeki 2013 yılı artık 'büyüme illüzyonu' sönmüş, kapitalist krizin türbülansına girmediğini iddia eden, dünyanın en pahalı benzinini kullanırken dünyanın en fazla 'teröristini' ve gazetecisini hapiste tutan Türkiye'nin ufuk çizgisini net gösteremiyordu...

Son üç yıl içinde demokratik hak ve özgürlük alanlarının daraltılmasını paravanlayan 'ama istikrarlı Türkiye' diye öne sürülen Davos'ta ders verdiğimiz ekonomik performans teklemeye başlamıştı.

Ve toz kondurulmayan 'ekonomik büyümenin' suyunun nereden geldiği ortaya çıkmış, kaçınılmaz ve öngörülen dramatik sonuçları 'büyümenin ne menem bir şey olduğunu' yaşamayan hanenin içine girmişti.

Toplumsal refah yaratmayan, ekonomik ve sosyal eşitsizliği onanmaz derecede yaralayan en yüksek gelir grubundaki ilk yüzde 20'nin milli gelirdeki payının yüzde 46.7'ye vardığı yani en yüksek ve en düşük gelir grupları arasındaki gelir farkının 8 kata çıktığı ekonomik büyümenin 'şişkinliği' geçmişti.

Konjonktürel olarak ülkemizi basan sıcak para ve dış kaynağa her saat başı dünyanın 'yüksek faizini' ödememize rağmen girişler azalmış, TÜİK verileri 44.7 milyon kişinin borç ve taksitle yaşadığı, 19 milyonun ise borçlarını ödemekte zorlandığı ve 11.6 milyon vatandaşın ise yoksulluk sınırının altında yaşadığını ortaya koyarken 'borçlanarak tüketme haddimizin' bittiğini gösteriyordu.

Kredi kartları dolu, ihtiyaç kredileri tükenmiş, TÜİK nüfusun yüzde 60.4'ün yani 43.7 milyon kişinin 'ciddi finansal sıkıntıyla karşı karşıya' olduğunu duyuruyordu ve iç tüketim ve talep ağırlaşmıştı.

Bu tablo da önümüzdeki zamanda iç siyasetin daha yüksek tınlayacak milliyetçi-muhafazakar söylemin habercileriydi ne de olsa GSMH'deki bir türlü artmayan payını soracak vatandaş istenmiyordu.

Elbette hem bordrolarıyla verdikleri Gelir Vergisi hem de ÖTV, KDV gibi dolaylı tüketim vergileriyle bütçe gelirlerinin yüzde 70-75'ini finanse eden halkımız maneviyatı yüksek siyasi popülizmle bu finansmanı üstlenmeye ikna edileceklerdi.

Çünkü dış kaynak girişi, ithalat ve iç talebin düşmesi ve krizdeki  Avrupa'ya ilaveten Suriye politikamıza bağlı Ortadoğu ihracat pazarlarının daralması karşımıza hem yüzde 3'lük büyüme hem de yıl sonuna kadar 14 milyara varacak bütçe açığı çıkartmıştı.

Milli gelirin yüzde 10'una çıkan cari açık cabasıydı.

Sonuçta 'zam sağanağı' başladı yine 'İstikrarlı ve huzurlu Türkiye' için doğalgaza yüzde 9.8 haliyle elektriğe yüzde 10.1 oranında gelen zamlarla doğalgaz bir yılda yüzde 50, elektrik ise yüzde 32 zamlanmış oldu.

Milliyet gazetesinin haberine göre de Türkiye, litre fiyatı 4.83'le dünyanın en pahalı benzinini kullanan ülke olmuş; kriz Avrupa'sında İtalya, İspanya, Yunanistan ve Portekiz'deki benzin fiyatlarını geride bırakmıştı.

Doğalgaz, elektrik ve benzin zamlarıyla bir yıllık gelirimizin yüzde 50'sinin üzerinde şimdiden borçlandığımız hayatımız anında bütün kalemleriyle ekmekten başlayarak yüzde 15 civarında pahalanıyor ve bütçe açığının bedeli fatura cebimize sıkıştırılmıştı.

Yoksulluğumuzun kışı başlamıştı. Türkiye ortalaması 680 küsur TL'lik gelirin temel ihtiyaçlarımızdan barınma ve ısınmayı karşılamayacağı bir kışa giriyorduk...

Üstelik bir zam protestocusuna 7 polisin düştüğü zamanlardaydık...

Akşam / 04.10.12