Yeni kurucu irade eskisini yargılıyor - Kadri Gürsel

  • Arşiv
  • |
  • Düzen cephesi
  • |
  • 05 Nisan 2012
  • 00:29

12 Eylül 1980 darbesinin lideri Kenan Evren, çok partili rejim dönemi Türkiye’sinin başına gelmiş en büyük felakettir. Ülkesine ve halkına verdiği zararlar saymakla bitmez...

Hatırlatmaya gerek yok; dün başlayan “tarihi dava” öncesinde, affedilmez cürümlerini Milliyet’te ve diğer gazetelerde bir kez daha okudunuz...
Evren ve cuntasının hayattaki diğer üyesi Tahsin Şahinkaya “anayasal düzeni ortadan kaldırdıkları” gerekçesiyle yargılanıyorlar. Haklarında “ağırlaştırılmış müebbet” cezası isteniyor. “Savunma makamı” ise “Bizi yargılayamazsınız” diyor.
İki sanığın başarılı darbeyi yaparak “kurucu iktidar”a dönüştüklerini ve bu sayede hukuki güvenliğe de kavuştuklarını iddia ediyor savunma... Hâlâ devam ettiğini varsaydıkları 12 Eylül düzeninin kurucusu olmalarına yaslanarak bu “ellenmezlik” tezini ileri sürebiliyorlar.
Oysa eski çamlar bardak olmuştur.
Yeni bir “kurucu siyasi güç” gelir, kendi rejimini inşa etmek için eski rejimin kurucularını bal gibi yargılar.
Bugün olan budur; bir kurucu iktidarın yoluna devam etmek için eski iktidarı kuranları yargılamasıdır.
Bundan ibarettir...
“12 Eylül davası” tarihi, sembolik ve bir o kadar da siyasi. Ama tutarlılıktan uzak...
Sadece iki sanığı olan bir darbe davası ciddiyetle anılmayı hak eder mi?
Keşke Milli Güvenlik Konseyi cuntasının diğer üyeleri de hayatta olsalardı ve onları da sanık durumunda görseydik diyeceğim ama o zaman bile en fazla beş kişinin adı geçecekti sanıklar listesinde.
Sadece cuntanın üyelerini yargılamakla yetinmek, yeni rejimi kuran iktidarın siyasi ihtiyaçlarını temin etmeye kâfi gelir belki ama...
İki cuntacıyı yargılayıp, onlar adına cinayet işleyenlere, işkence yapanlara dokunmamak, yüz binlerce 12 Eylül mağduru ve onların ailelerinin gecikmiş adalet ihtiyacını karşılamaya yetmez. 12 Eylül döneminde cuntadan emir alarak işkence yapan ve cinayet işleyenler de cuntanın ta kendisidir.
Emekli cuntacıların yanındaki sanık sandalyelerine, onların emekli işkencecileri de oturtulmalıdır.
Ve 12 Eylülcülere dokunup, onların ürünü yasalara dokunmamak da olmaz.
Sendikal hakları budayan, çalışma hayatını cendereye sokan, parti içi demokrasiyi bitiren, siyasete katılımı sınırlayan, yüzde 10 seçim barajıyla demokratik temsili sakatlayan mevcut yasalar, şimdi sanık sandalyesindeki o cuntacıların marifeti değil mi?
Yeni “kurucu iktidar” bu yasaların keyfini sürecek ama müelliflerini yargılayacak... Bir bakıma, “fikri iktidarda kendisi sanık sandalyesinde” olma durumu. Bu işte derin bir tutarsızlık var.
Keşke iki cuntacının yargılanması, insan hakları ve hukuk normlarının üstün geldiği, özgürlükçü, çoğulcu, katılımcı, velhasıl demokratik bir düzenin kurulmasına vesile olsaydı...
Ama olmuyor; olmadığı görüldü.
12 Eylül 2010 anayasa değişikliği referandumunun iktidar açısından stratejik hedefi, eski rejimin yüksek yargısını tasfiye etmekten öte, kendine bağlı yeni bir yargı düzeni kurmak ve onu siyasi maksadının aracı haline getirmek idi...
12 Eylülcülerin anayasal dokunulmazlığının kaldırılması ise bu acı hapın üstünü kaplayan şekerdi. Referandumda drajeyi yutturdular ve şimdi cuntacıları yargılama sözlerini tutuyorlar.
Ne âlâ... O ikisini sanık sandalyesinde görmekten ötürü şikâyetçi değil, tam tersine çok mutluyuz.
Buna karşın, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı’na göre hapisteki gazeteci sayısının son bir yılda 57’den 95’e tırmanmış olmasından ötürü çok kaygılıyız. Basın özgürlüğünün sansürcü, sindirmeci ve tasfiyeci yöntemlerle ortadan kaldırılmakta oluşu kaygılarımızı daha da artırıyor.
Yargının bağımsız ve tarafsız kılınacağı yerde iktidara tabi kılınması ve basının susturulması neticesinde, geride siyasi erki kontrol eden ve dengeleyen hiçbir mekanizmanın kalmamış olması, iktidarın hesap verebilirliğini de lafta bıraktığından, ülkenin geleceği için çok endişeliyiz.
Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç’ın bile artık dayanamayıp “siyasetin yargıyı kuşattığından” söz etmesi, “aktörleri değişmiş yeni vesayet odaklarının oluştuğu” uyarısını yapması, 12 Eylül referandumu öncesinde açık bir dille dikkat çektiğimiz bu tehlikenin maalesef maddileştiğinin karinesidir.
İki cuntacının yargılanması Türkiye’yi otomatikman demokratikleştirmiyor maalesef.

Milliyet / 05.04.12