Yaşamın da kavganın da yarısı biziz... - Z. Eylül

  • Arşiv
  • |
  • Gençlik Hareketi
  • |
  • Makale
  • |
  • 09 Nisan 2012
  • 13:20

8 Mart'ta mücadele alanlarına!


Anaerkil toplum (ilkel komünal toplum) özel mülkiyetin, savaşların, sınıfların, cins ayrımlarının olmadığı bir nitelik taşıyordu. Bu toplumda işbölümü herkesin gücüne ve yeteneğine göre belirleniyor, erkek avcılık ve toplayıcılıkla uğraşırken kadın ise yaşamın idamesi için gerekli olan başka ihtiyaçları karşılıyordu. Bu toplum düzeninde kadının belli bir üstünlüğü olmasının yanında bu durum erkek cinsinin sömürüsüne ve aşağılanmasına vardırılmıyordu. Kadın ya da erkeğin cinsleri nedeniyle herhangi bir ayrıma tabi tutulmadıkları bu toplum düzeni kendi içinde bu tür sorunlar barındırmıyordu.

Kadın sorununun ortaya çıkması ise bu toplumsal sistemin değişikliğe uğramasından sonraki döneme tekabül ediyor. Yerleşik hayata geçilmesiyle birlikte üretim aletlerini kullanmada üstünlüğü ele geçiren erkek cinsi, bu erkini kadın üzerinde yarattığı baskı ve sömürüyle pekiştirmiş, bu süreç erkek egemenliğinin doğumuna da tanıklık etmiştir. Daha sonraki aşamalarda (köleci toplum, feodal toplum, kapitalist toplum) kadın cinsinin ezilmişliği ağırlaşarak devam etmiştir.

Sınıflı toplumların ortaya çıkmasıyla birlikte ortaya çıkan kadın sorunu bugünkü aşama olan kapitalist sistem içinde çözümsüzlüğe gömülmüştür. Zira feodalizmden kapitalizme geçişle birlikte evden çıkan kadının, zincirleri de sorumlulukları da artmıştır. Önceden babasının ya da kocasının kölesi olan kadın üretim ilişkileri içine girdiğinde patronun da kölesi olmaya başlamıştır. Kadın kimliğinden kaynaklı tacize/tecavüze maruz kalmış, erkeklerle aynı işi yaptığı halde daha düşük ücretler almış, krizlerde gözden ilk çıkarılan o olma akibeti ile karşılanmıştır. Tüm bunların yanında doğum izni, kreş hakkı gibi annelik hakları da gasp edilmiştir.

Ama bu süreç emekçi kadının bir adım öne çıkmasının da yolunu açmıştır. Daha önceki hiçbir dönemde gösteremedikleri cüretkârlığı bu dönemde gösteren kadınların örgütlenme ve mücadele etme eğilimi artmıştır. Emekçi kadınlar, üretim ilişkilerinin içine girmelerinin ardından eşitlik ve özgürlük istemiyle toplumsal mücadelelerde yer almaya başlamışlardır.

“Kapitalizm altında üretici güçlerin gelişmesi, sanayi devrimiyle başlayan büyük teknik ilerlemeler, kadının ev yaşamıyla sınırlı dünyasını yıktı, onu geniş kitleler halinde sanayi üretiminin içine çekti. Bu gelişmeyle birlikte, o güne dek ataerkil aile yaşamı içerisinde ezilen ve sömürülen emekçi kadın, bundan böyle artık kapitalist üretim sürecinin çifte baskı ve sömürüsüyle yüz yüze kaldı. Ama bu gelişme, kadını dar ev yaşamından genel toplumsal yaşamın içine çekerek ve böylece onu toplum düzeyinde özgürlük ve eşitlik arayışına iterek, büyük bir tarihsel ilerlemenin yolunu açtı. İngiltere’de 1830’larda patlak veren Çartist hareketten başlayarak, işçi kadınlar işçi sınıfı mücadeleleri içerisinde geniş ve etkin bir biçimde yer aldılar. Bu yer alış, bizzat bu mücadeleler içerisinde emekçi kadın şahsında kadının özgürleşmesi sürecini hızlandırmakla kalmadı, bizzat mücadelenin talepleri kadın-erkek eşitliği hedefine yönelerek, kadının bugün sahip olduğu birçok medeni ve politik hakkın kazanılmasının da önünü açtı.” (8 Mart’ın tarihsel anlamı ve güncel çağrısı / H.Fırat)

8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü ise işte böylesi koca bir tarihin ürünü olmuştur. 8 Mart 1857'oe, ABD'nin New York kentinde 40.000 dokuma işçisinin uzun çalışma saatlerine ve düşük ücretlere karşı daha iyi çalışma koşulları istemiyle bir tekstil fabrikasında başlattığı greve polis saldırmış, işçilerin fabrikaya kilitlenmesi ve ardından fabrikanın ateşe verilmesi sonucunda çıkan yangında çoğu kadın 129 işçi katledilmiştir. Bu tarihten 53 yıl sonra 26 - 27 Ağustos 1910 tarihinde Danimarka'nın Kopenhag kentinde II. Enternasyonal’e bağlı Uluslararası Sosyalist Kadınlar Konferansı’nda Almanya’nın komünist kadın önderlerinden Clara Zetkin, tekstil fabrikası yangınında ölen kadın işçiler anısına 8 Mart'ın "Dünya Emekçi Kadınlar Günü" olarak kutlanması önerisini getirmiş ve öneri oybirliğiyle kabul edilmiştir.

O günden bugüne 8 Mart tüm dünyada işçi ve emekçi kadınların militan gösterilerine sahne olmuştur. Emekçi kadınların eşitlik, özgürlük ve sosyalizm mücadelesinde bir eşik olarak kabul edilen bu gün burjuvazinin saldırılarına da maruz kalmıştır. 8 Mart’ın devrimci-kızıl özünü boşaltmak isteyen burjuvazi bu günü 1977 yılında Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun kararıyla “Dünya Kadınlar Günü” ilan ederek kapitalist düzenin sınırlarına hapsetmek istemiştir. Buna rağmen 8 Mart’ın toplamda işçi sınıfının kazanımı olduğu bilinciyle davranan tüm dünyadaki komünist hareketler emekçi kadın vurgusunda ısrar ederek 8 Mart’ı bir mücadele günü olarak kutlamaya devam ediyorlar. Yaşamın yarısı olan emekçi kadınları kavganın da yarısı olmaya, devrim mücadelesini yükseltmeye çağırıyorlar. Sistemin emekçi kadınlara dayattığı çifte sömürünün yine kapitalist sistemin sınırları içinde yok edilemeyeceğini bilenler “kadının kurtuluşu sosyalizmde!” şiarını haykırarak hangi cinsten olursa olsun işçileri ve emekçileri sosyalizm kavgasına davet ediyorlar.

Biz komünistler ise bu topraklarda cinsel, ulusal, sınıfsal sömürüye maruz kalan emekçi kadınlara sorunlarının gerçek çözümünün sosyalizmde olduğunu anlatmaya devam ediyoruz. 8 Mart açısından safların ve renklerin netleştiği bir dönemde kadın-erkek tüm işçileri, gençleri, ilerici ve devrimcileri kızıl 8 Mart’ları örgütlemeye çağırıyoruz!

(Ekim Gençliği, sayı:136, 15 Şubat / 15 Mart 2012)