"Yasa tasarısı emek piyasasını düzenleyecek bir aracı rol üstleniyor!"

  • Arşiv
  • |
  • Röportaj
  • |
  • 22 Mart 2012
  • 01:13

4+4+4 üzerine Eğitim-Sen Ankara 5 No’lu Şube üyesi, Hacettepe Üniversitesi İngilizce İktisat Bölümü Öğretim Üyesi Doçent Dr. Hakan Mıhcı ile konuştuk…

-  4+4+4 yasa tasarısıyla amaçlanan nedir?

Hakan Mıhcı: Bu yasa tasarısı eğitim süresini uzatıyor gibi görünse de aslında 4 yılla sınırlamaktadır. Ama bu çok mantıklı ve anlamlı görünmüyor. Eğer okulda kalma süresi uzatılacaksa bu neden kesintili bir şekilde, 4+4+4 olarak belirleniyor. Doğrudan ve kesintisiz 12 yıl olarak belirlenebilirdi. Böyle olmadığı için arka planında başka beklentilerin olduğu açığa çıkmaktadır. Ne tür beklentiler var peki? Görebildiğimiz kadarıyla öncelikli olarak mesleki okullara yönelme erken yaşta ortaya çıkabilir. İlk dört yıl tamamlandıktan sonra böyle bir seçenekle karşı karşıya kalınıyor. İlk kademeyi izleyen ikinci ve üçüncü kademeye dışarıdan devam etmek olanaklı hale gelmektedir. Bu durum kız öğrenciler için okula gitmeden devam etme veya hiç gitmeme tehlikesini ortaya çıkarabilir. Eğitimde zaten var olan toplumsal cinsiyet eşitsizliği daha da artabilir. Ülkenin okur-yazar oranına, okulda kalma sürelerine baktığımızda asıl sorunun erkeklerden çok kadınlarda ortaya çıktığını görüyoruz. Kesintisiz eğitimin uygulamaya konulmasıyla birlikte bu alanda bir miktar ilerleme kaydedilmiş gözüküyordu. Şimdi bu adımla mevcut kazanımların gerisine düşülecektir.

Yasa tasarısıyla aynı zamanda çocuk işçiliğinin de önü açılmaktadır. İlk dört yıldan sonra staj gibi alanlar yaratılarak çalışma yaşamına erken yaşta girilebilir. İşin ideolojik-dini ve siyasi boyutları da bulunmaktadır. 8 yıllık kesintisiz eğitimle birlikte seçme şansı daha ileri yaşlara atılan imam hatip okulları bu tasarıyla 4 yıldan sonra seçilebilir hale gelecektir. Diğer meslek okullarıyla birlikte oraya da gitmek olanaklı hale gelecektir. İşin pedagojik açıdan ne gibi sonuçlar doğuracağını çok iyi bilemiyorum. Bununla birlikte çocukların henüz ergenlik çağına bile girmeden 10 yaşında meslek seçimi ile karşı karşıya kalacakları açıktır. Ben bu yasanın biraz 28 Şubat’ın rövanşını alma amacıyla, o dönemdeki hâkim güçlere tepki olarak tasarlandığını düşünüyorum. Arkasındaki gerekçelerden biri de budur diye düşünüyorum. Burada iktidar partisinin kendine güveninin tam olarak oturmadığı yargısına varıyorum. Bunu şöyle açıklayabilirim: Diyelim ki, eğitim sistemi dinsel formasyonda dönüştürülmek istendi. Bu kademelendirmeden de yapılabilir. Burada iktidarın ideolojik ve kültürel anlamda kendine tam olarak güvenmediği ortaya çıkıyor.

-  Bu kademelendirmenin sebebi aslında sermayenin ucuz işgücü ihtiyacı neticesinde ortaya çocuk işçiliğinin önünü açmak değil midir? Çünkü bu yasayla beraber işyerlerinde çalıştırılan stajyer sınırı kaldırılıyor. Ayrıca ilköğretimin devlet okullarında parasız olduğu ibaresi yasa maddesinden çıkarılıyor. Böylece devlet eğitimin yükünü de omuzlarından atmış oluyor. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

-  Tabii yukarıda üzerinden hızlı geçtik. Sınıfsal açıdan bakarsak işin bir de böyle bir boyutu var. Ayrıca parasız eğitimin yasadan çıkarılmasının çok önemli sonuçları olacaktır. Bu yasa teklifinin verilmesinin önemli nedenlerinden birisi de budur. Çünkü biliyoruz ki 12 Eylül askeri darbesinin ürünü olan mevcut anayasa bile eğitimin parasız bir şekilde verilmesi gerektiği korunmaktaydı. Dolayısıyla bu anayasal kısıttan dolayı eğitimin ticarileştirilmesi konusunda siyasi iktidarlar gerekli adımları çok fazla atamıyorlardı. Tabii bu arada parasız eğitim isteyen gençlerin 15-20 yılla yargılandıklarını da unutmayalım. Anayasada belirtilen bir hakkı talep ettikleri için bu öğrenciler 19 ay tutuklu kaldılar. Hala yargılanıyorlar. Anayasal çerçeveden baktığımızda o davadan bir suç hükmü çıkmaması lazım. Ama işte bu tür yasal düzenlemelerle (muhtemelen anayasa ve YÖK Kanunu değişikliklerinde de yeniden gündeme gelecektir) parasız eğitimin anayasadan silinmesinin de bir başlangıç adımı olarak düşünülebilir. Bu altı çizilmesi gereken önemli noktalardan biridir. 

İdeolojik etkilerine dönecek olursak yasanın bu şekilde düzenlenmesini garipsediğimi tekrar belirtmeliyim. Toplum zaten mevcut durumda değişime uğramaktadır. Bu değişim de nesilden nesile aktarılmaktadır. Bunu illa imam hatipler üzerinden gerçekleştirmek çok anlamlı gelmiyor bana. İmam hatipler olmadan da bu tür bir dönüşüm olanaklıdır. Yaşadığımız da zaten budur.

 Bu arada yasanın sınıfsal temeline de vurgu yapmak önemli gözükmektedir. Dinsel-laik tartışması yapılırken sınıfsal analiz temeli gözden kaçırılabiliyor. Oysaki anlaşılan yasa tasarısı emek piyasasını da düzenleyecek bir aracı rol üstleniyor. Yukarıda değindiğimiz uygulamalarla çocukları işgücü piyasasına erken yaşta dâhil etmek, mümkünse bu piyasada kalıcılaştırmak gündeme gelmektedir. Ve tabii bu gelişmelerin ucuz işgücünün üretim sürecinde kullanmak gibi sonuçlarını da beklemeliyiz.

Benim yeterince donanımlı olmamam nedeniyle üzerinde çok fazla duramayacağım ancak konunun uzmanlarının incelemesi gereken bir başka alan da erken yaşta okul eğitimi meselesidir. Çünkü bildiğim kadarıyla doğumdan okula başlama yaşına gelinceye kadar geçen süre çocuğun duygusal ve düşünsel yapısını biçimlendirmede hayati öneme sahip bir dönemdir. Bir de bu yasa tasarısının yaratacağı altyapı ve donanım sorunları bulunmaktadır. Mevcut 8 yıllık eğitim sistemine geçişte mekân ve donanım sorunları yaşanmıştı. Bunu gündelik ve geçici çözümlerle halletmeye çalıştılar. Tasarıyla okul öncesi eğitim zorunlu hale getiriliyor. Ancak her sene iki milyona yakın yeni öğrenci okula başlıyor. Bu durum da ayrı bir sorun yaratacaktır.

 Bu konular genellikle gündemimize şöyle geliyor: Önce bir fikir ortaya atılıyor, kısmen tartışılıyor. Sonra yasa meclisten sorunun muhataplarının önerileri dikkate alınmadan hızla geçiriliyor. İnsanlar da bu durumu benimsemeye başlıyor. Yani alışıyorlar. Zaten onun dışında bir şey olamazmış gibi düşünüyorlar. Bu tür düzenlemeler, "sosyal devletin" tasfiyesi, neoliberal politikaların işlerlik kazanması açısından da önemli adımlar olarak görülmelidir.

- Yasanın geri püskürtülmesi için neler yapılabilir. Eğitim-Sen’in bu mesele ile ilgili grev kararı var. Bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz?

- Eğitim Sen bu süreçten çok kazançlı çıkmış gibi gözükmektedir. Sendikal anlamda baktığımızda beklemediğimiz çevrelerden olumlu tepkiler geliyor. Sendikal mücadeleden hatta siyasetten bile uzak duran kesimlerden destekleyici tepkiler alıyoruz. Bu da sendika dışında kalan diğer kesimler tarafından etkili bir tepki verilmemesinin bir sonucu gibi geliyor bana. Bu tepkisizlik nedeniyle çeşitli insanlar da kendilerini Eğitim Sen üzerinden tanımlıyor olabilirler.

Gözlemleyebildiğim kadarıyla, siyasi iktidarın etkisinin en düşük olduğu kesimlerden birisi de öğretmenlerdir. Ülkemizde hala ilerici-sosyalist öğretmenlerin varlığı devam etmektedir. Bu yüzden yasa bu alanda mutlak bir hâkimiyet kuramamanın verdiği hıncın ürünü olarak da görülebilir. Üniversiteleri dışarıda tutarsak öğretmenler içinde hala mevcut dönüşüme ciddi bir direnç olduğunu söyleyebiliriz. Bu nedenlerle geniş halk kesimlerinin bu yasaya tepki vermesi beklenmelidir. Özellikle geliri düşük, yoksul, eğitimin paralı olmasında çıkarı olmayan kesimlerin tepki vermesi lazım. Grev ne şekilde örgütlenebilir? O hala soru işaretidir. Eğitim sektörünün genel sorunu bu zaten. Hele üniversitelerde grevin örgütlenmesi daha da zor gözükmektedir. Lise ve ilkokullarda görece daha kolaydır. Tabii öğretmenlerin çoğunluğunu ikna edebilirseniz, velinin ve öğrencinin de sorunu haline getirebilirseniz. O koşullarda grev yapma düşüncesi hayata geçirilebiliyor ve kısmi başarılar da elde edilebiliyor.

-  Yasanın meclis gündemine geldiği gün grev yapılması düşünülüyor. Sizce bu zaman dilimi grevin örgütlenmesi için uygun mudur?

- Son anda örgütlenen grevlerde kayda değer başarı sağlanamadığını görüyorum. İyi örgütlenemiyor. Bunun için uzun bir ikna süreci gerekiyor. Kamu emekçilerinin son iş bırakma eylemini hatırlarsanız büyük ölçüde söylem düzeyinde kalmıştı. Toplumda etkisini hissedebileceğimiz grevlerin olması için işyerlerinde uzun ve etkili çalışmaların yapılması gerekmektedir. Genel anlamda grevlerde kısmi başarılar elde ediliyor. Ancak tek tek işyeri bazında baktığımızda orda başarısız olunduğunu görüyoruz. Grevler tabandan/işyeri temelinden örgütlenemiyor ve bu nedenle fiiliyata da fazla geçemiyor. Gazete haberi olarak greve çıkmış oluyorsunuz. Hatta medyanın önemli bir kesimi için haber niteliği bile taşımayabiliyorsunuz.

Grevin yansımaları nelerdir? Grevin tarafları yapılan grevden yeterince etkileniyorlar mı? Mesela öğrenciler, veliler grevin sonuçlarını görebiliyor mu? Toplumun genel anlamda bütün kesimleri benimsiyor mu, destekliyor mu? Geçmiş deneyimlerimize bakıyoruz: Genel grev oluyor. Bundan toplumun haberi bile olmuyor. Ne demek bu? Genel grev fiiliyatta bir sonuç elde etmemiş, insanlar yaşantılarına normal bir şekilde devam etmiş, hayat durmamış. Grev yapıldığında bunun etkilerini ve sonuçlarını açıkça görebilmemiz lazım. Yasanın Meclise geldiği anda grev yapmak örgütlenmesi açısından oldukça sıkıntılı bir durumdur. Belirli tarihlerde ve uzun soluklu çalışmalar sonucu yapılan grevlerde bile yeterince kapsamlı bir şekilde örgütlenemediği için ve işyeri üzerinden tatminkar bir örgütlenme gerçekleştirilemediği için beklenen etkilerin alınamadığı grev deneyimleriyle karşılaşıldı. Dolayısıyla bu şekilde bir tasarım ilk bakışta kulağa hoş gelmesine rağmen pratikte uygulanabilir mi, bunu bilemiyorum. Umarım yanılıyorumdur. Tek bir sendikanın değil toplumun geniş kesimlerinin ve özellikle çalışan sınıfların bu sürece hazırlanması lazım. Aksi koşulda, eğer başarısız olunursa bu tasarı geniş kesimler tarafından benimseniyor algısı da yaratabilir. Edirne’den Kars’a bütün ülkede hissedilecek, sadece sendika üyelerinin değil toplumun aktif olarak katılacağı ve benimseyeceği eylemlilikler olması gerekiyor.

Kızıl Bayrak / Ankara