Türkiye'nin NATO'dan isteği

  • Arşiv
  • |
  • Ortadoğu
  • |
  • Düzen cephesi
  • |
  • 26 Nisan 2012
  • 04:59

Küçük çatışma anlarında NATO'dan yardım istemek, kendisini yeni bölgesel güç olarak gören ve uluslararası rol oynamak isteyen Türkiye'ye yakışmıyor.

Başbakan Erdoğan, son zamanlarda Türkiye sınırlarındaki dış tehditlere karşı NATO’nun Ankara’yı savunma rolüne işaret etti. Bu işaretler, yeni veya Suriye şartlarıyla ilişkili değil. Erdoğan, geçmişte de İran’ın nükleer bombaya sahip olması halinde Türkiye için oluşturacağı tehdit hakkında bir soruya yanıt bağlamında, aynı noktaya işaret etmiş ve Türkiye’nin NATO şemsiyesi altında kendisini koruyacağını ilan etmişti.
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu da NATO’nun Türkiye-Suriye ilişkilerine girişimini, önemli bir gelişme olarak gördü. Davutoğlu, İsrail’in 2010’daki Mavi Marmara saldırısından dolayı özür dilememesi sebebiyle, İbrani devletinin NATO’nun gelecek zirvesine katılımını reddettiğini belirterek, “Uluslararası sularda Türk vatandaşlarını öldürdüğü için, İsrail’le NATO paktında veya bir başka uluslararası kuruluş kapsamında işbirliği başlatmamız söz konusu değil” dedi. Davutoğlu, Türkiye’nin resmi özür ve kurban ailelerine tazminat ödenmesi taleplerine saygı gösterilmedikçe, İsrail’in ortak olarak görülmesinin imkânsızlığını vurguladı.
İran’ın nükleer silaha sahip olmasını istemediğini ve sahip olsa dahi Türkiye’ye tehdit oluşturmayacağını bilmesine karşın, Ankara’nın, Suriye’den Türk sınırlarına geçen birkaç kurşun tehlikesiyle mücadele için NATO’dan yardım istemekle tehdit etmesi, özellikle de Erdoğan’ın açıklamalarınına dair soru işaretleri oluşturuyor. Zira Suriye kurşunu, Türk sınırlarını ihlal etmeyi amaçlamadı ve Suriye rejiminin ordusuyla Türkiye’yi kendisine eğitim ve silahlanma üssü edinen ve Türkiye kanalıyla Suriye içlerine sızan Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) arasındaki silahlı çatışma bağlamında bu ‘doğal’ bir durum. Dolayısıyla rejimin ordusuyla ÖSO arasında Türkiye-Suriye sınırında çatışmaların yaşanması uzak ihtimal değil. Ancak soru şu: Acaba Suriye, Türkiye içlerini hedef alır mı? Yanıtsa net. Kendi iç meselelerine yoğunlaşmış Suriye’nin, Türkiye’yle sorun çıkarmak kendi lehine olmaz. Ki Türk yetkililer, Suriye rejiminden kurtulmaya hazırlık olarak bu rejimi sıkıştırmak için en küçük fırsatı kollayan haksız tepkilerin eşiğinde yaşıyor. 

NATO İsrail’i tercih eder
Fakat gerginlik ve küçük çatışma anlarında NATO’dan yardım istemek, kendisini yeni bölgesel güç olarak gören ve uluslararası rol oynamak isteyen bir ülkeye yakışmıyor. Türkiye, komşularının çoğunluğuyla sorun yaşamasının ardından birçok başarı unsurunu kaybetti. 1998’de PKK’nın vurucu gücü Suriye’deydi ve PKK lideri Abdullah Öcalan Şam’daydı. 1990’lar, Türkiye için zor bir dönemdi. Suriye’nin Kürtlere desteğinin durması için silahlı kuvvet komutanları ve siyasi yetkililer, İskenderun’a gitti ve Suriye’ye karşı tehditlerde bulundu. Tehditler, ülkede PKK varlığının sonlandırılması ve Öcalan’ın Suriye’den çıkarılmasıyla son buldu.
Türkiye, zor bir sorunla mücadelede kendisine ve ordusuna güvenmiş; hiçbir yetkilisi de Suriye’yi tehdit için NATO’ya gönderme yapmayı düşünmemişti. Bugün Türk yetkililer, sınırı geçen bu kurşunların Türkiye için tehlike arz etmediğini biliyor. Kriterler arasında egemenliğin ihlali savı yer alıyor. Sözü edilen bu kurşunların aksine, Ankara’nın ÖSO’na ve Suriyeli muhaliflere desteği, Suriye’nin egemenliğinin ihlal edilmesi yönünde tehlikeli bir provokasyon.
NATO’yu çağırmaya göndermede bulunulması, Suriye rejiminin ordusunun iç meselelerle uğraşması ve dış saldırılarla mücadele edemeyecek olması gölgesinde haklı bir gerekçe değil. Bu nedenle Erdoğan’ın NATO’yu çağırmasında, Suriye’yi tehdit etmenin ötesinde bir şey aranmalı. NATO’nun çağrılması, Suriye’nin, NATO üyesi Türkiye’yle ortak sınırları olmasından kaynaklanıyor. Bu çerçevede Ankara’nın, komşusundan gördüğünü belirttiği tehlikeyle mücadelede, NATO’nun çağrılması kuralı uygulanabilir. Bölgenin özellikle Arap devrimlerinin patlak vermesi ve Türkiye’nin komşularının çoğuyla ilişkilerinin kötüleşmesinden bu yana, bölgedeki mevcut şartlarda NATO’yu çağırma mantığı gündemde.
Türkiye Yunanistan, Bulgaristan, Romanya ve tüm NATO ülkeleriyle ilişkilerindeki gerginliğin, NATO’yu Türkiye’yle mücadele içine koymayacağını biliyor. İsrail’le mücadelede ise Ankara’yla yaşanacak herhangi bir gerginlikte NATO, Türkiye’nin yanında durmayacak. Aksine Türkiye’yle mücadelede, kendi üyesi bile olmayan İsrail’in yanında yer alacak. Ermenistan’la ilişkilerde ise din faktörü, Ankara’nın NATO’yu çağırmasını engelleyecek. Bu nedenle Türkiye’nin önünde Suriye, Irak ve İran’la gerginlikler dışında, NATO’yu çağırması ihtimali kalmayacak. 

Ankara’nın endişesi
Ankara’nın NATO’yu, kendisini Suriye’den koruması için çağırması, güçlü Türkiye için küçük düşürücü bir durum.
Dolayısıyla Erdoğan’ın NATO’yu çağırma tehdidinin, Suriye konusundaki anlaşmazlık sonrası İran’a dolaylı mesaj göndermeyi amaçlaması pek de uzak bir ihtimal değil. Türkiye Suriye, Irak ve İran’la ilişkilerde tehlikeli bir kırılmanın yaşandığının ve bunun kısa vadede çözülemeyeceğinin farkında. Hatta Ankara, bölgedeki gerginliğin sürmesi halinde, şarapnel parçalarının iç şartları etkilemesinden endişeli.
Geçmişte Türkiye’deki aşırı laik grupların ve askeri vesayetlerin ‘öteki düşmana’ karşı NATO’yu çağırması yutulabilirdi, ancak Türkiye’de İslamcı bir iktidarın Müslüman ülkelere karşı bu çağrıda bulunması düşündürücü bir durum. Bu da NATO boyutuna sahip olmanın, Pakistan’dan Türkiye’ye ve Arap Baharı ülkelerine kadar İslamcıların iktidara gelmesinin gerekli şartlarından biri olduğunu doğruluyor. (Lübnan gazetesi Sefir, 24 Nisan 2012)

Radikal / 26.04.12