'The' Şövalye: Savaşa doğru pupa yelken - Fehim Taştekin

  • Arşiv
  • |
  • Kategori yok
  • |
  • 02 Nisan 2012
  • 05:24

Esad rejimini devirmeye yönelik sürecin İstanbul ayağı, Suriye meselesinin ne denli çetrefilli olduğunu, Suriye’nin Dostları’nın da ne derin bir dehlize girdiğini bir kez daha gösterdi. Gerek konuşmalar gerekse sonuç bildirisi, BM-Arap Birliği Özel Temsilcisi Kofi Annan’ın çabalarına destek ifadelerini içerse de özü itibariyle ‘Suriye’nin Dostları’nın yol haritası, Annan’ın 6 maddelik planını kadük bırakıyor. Birbirine zıt iki tercih var: Annan Planı ateşkes ve diyaloğa dayalı siyasi çözümü öngörüyor. Haliyle siyasi çözüm Esad rejimiyle masaya oturmayı, ateşkes de sadece rejime değil muhaliflere de ‘silah bırak’ demeyi gerektiriyor.
Suriye’nin Dostları ise çareyi rejim değişikliğinde görüyor. Burada ihtilaf bunun nasıl ve ne zaman olması gerektiği sorusunda çıkıyor. Dün Başbakan Tayyip Erdoğan açılış konuşmasında “Rejimin iktidarda kalmasını sağlayacak hiçbir planı desteklememiz söz konusu olamaz... Zalim ile kurbanı aynı kefeye koyan her girişim şiddete zaman kazandıracaktır” diyerek Annan Planı’nı peşinen gömdü. Erdoğan çözümü nerede gördüğünü de açık etti: “BM Güvenlik Konseyi üzerine düşen görevden bir kez daha kaçınırsa Suriye halkının meşru müdafaa hakkının desteklenmesinden başka hiçbir seçenek kalmayacak.” Muhaliflerin silahlı mücadelesine verilen bu açık destek, muhalifleri silahlandırma ve askeri müdahalenin de zeminini hazırlıyor. Silahlandırılma, Dostlar’ı da bölen bir konu. Suudi Arabistan ve Katar’ın dışında silahlanma çağrısı yapan yok. ‘Rejim gitmelidir’ diyen ABD ve Avrupa kanadı bile frene basmış durumda. Obama yönetimi, İsrail’in güvenliği ve ABD’nin bölgesel çıkarlarını riske edecek şekilde Suriye’nin Lübnanlaşmasını istemiyor. ABD kontrollü çöküş stratejisi çerçevesinde müdahale şartlarının olgunlaşmasını, muhalefetin müttefiklerine taahhüt verecek ve bunu karşılayacak düzeye getirilmesini bekliyor. Türkiye ise acele ediyor. 

Hedef ‘a’ değil ‘the’ idi
Suriye Ulusal Konseyi’nin (SUK) tanınmasındaki kelime oyunları bile Türkiye’nin pupa yelkenken Batı’nın yelkenleri düşürdüğünü gösteriyor. Tunus toplantısında SUK, İngilizcede ‘Suriye halkının meşru bir temsilci’ anlamında ‘a legitimate representative’ ifadesi kullanılmıştı. Türkiye’nin hedefi ‘tek meşru temsilci’ yani ‘the legitimate representative’ ifadesiyle SUK’un tanınmasıydı. Sonuç bildirisinde muhalifler ‘a’dan ‘the’ya terfi edemedi. İstanbul bildirisinde tanımlar ‘Bütün Suriyelilerin meşru bir temsilcisi’, ‘Muhaliflerin toplandığı tek çatı’ ve ‘Önde gelen muhatap’ şeklinde üçlendi. Bu ‘Suriye Kürt Konseyi’ ve ‘Demokratik Değişim İçin Ulusal Koordinasyon Konseyi’ gibi diğer çatı örgütlerinin dışlandığı, sivil ve askeri yardımların SUK’a yapılacağı anlamına geliyor. 

Muhaliflerin talepleri
Sözün özü Türkiye, SUK’u yegâne temsilci olarak kabul ettirme hedefini tutturamadı. Dün kulislerde toplantıyı boykot eden Rusya ve Çin’in öfkesini çekmemek ve bir sonraki BM süreçlerini tıkamamak için ‘the’ ifadesinden feragat edildiği de söyleniyordu. Ama Almanya ve Britanya gibi müttefiklerin itirazı da belirleyici oldu. Türkiye, Şam’daki elçilerin çekilmesinin ötesinde Suriye’nin yabancı ülkelerdeki elçilerinin sınır dışı edilmesi gibi daha ileri adımlar atılarak diplomatik tecridi derinleştirmek istiyordu. Ayrıca yegâne temsilci olarak tanınma umutlarını Paris toplantısına bırakan muhaliflerin güvenlik bölgesi kurulması talebi de karşılık bulmadı. SUK, toplantı öncesi Özgür Suriye Ordusu’nun silahlandırılması talebini dillendirse de kabul görmeyeceğini bildiğinden bunu talep listesine koymadı. 

Dönüşü zor bir istikamet
Sonuç olarak İstanbul, ton farklarıyla Tunus’un tekrarından öteye geçemedi. Annan toplantının kendi planına karşı olduğunu gördüğü için tarafsızlığını koruma adına İstanbul’a gelmedi. AB Dış Politika Temsilcisi Catherine Ashton da yoktu. 29 Mart’ta Arap Birliği dönem başkanlığını, Suriye’ye müdahale için Arapları arkasından sürükleyen Katar’dan devralan Irak, silahlanmaya ve dış müdahaleye karşı net tutum sergileyip bir bürokrat göndermekle yetindi. Belki ileride Annan’ın başarısızlığa uğratılan girişimleri ‘Diplomatik çabalar çöktü, müdahale kaçınılmaz’ retoriği için kullanılacak. Ama şimdilik müttefikler, Suriye’yi aceleye getirmekten yana değil. Politikasını keskinleştiren Türkiye ise kendi ayaklarına ha bire gemici düğümü atıyor. Çark etmek zorunda kalabileceği günleri düşünmeden kendi kendini kımıldayamayacak hale sokuyor.

Radikal / 02.04.12