Suyun önüne çekilmiş bentler üzerine...

  • Arşiv
  • |
  • Bilim-Teknik-Çevre
  • |
  • Çevre
  • |
  • Makale
  • |
  • 23 Mart 2012
  • 15:51

“Kapitalizm gölgesini satamadığı ağacı keser.” (Karl Marx)

Artemis dünyaya baktığında düşünür müydü birgün insanlığın her şeyi yok edebilecek kadar vahşileşebileceğini. Bilseydi doğa tanrıçası yine de av için insanlığa yardım eder miydi? İnsanlara kestiği en büyük ceza tavşana çevirmek olan tanrıça doğayı katleden insanlığın durması için kaç gözyaşı gerektiğini söyler mi?

Mitolojide av ve doğa tanrıçası olarak geçen Artemis aslında insanlığın doğaya ve yaşama saygısının tanrıçasıdır. Çünkü insanı besleyen, yaşamının devam etmesini sağlayan her şey olimpostaki tanrıların bahşettiği olarak görürler. Artemise saygı doğaya saygıdır. Hayvanlar gibi ancak ihtiyaç kadar tüketen bir dönemde mitoloji anlam bulur. Ne zaman ki mülkiyet ve sahibiyet oluşur o zaman ne tanrıların adı kaldı ne de doğal yaşamın.

Bir tanrıçadan sözü alarak başlıyoruz. Çünkü mitolojilere konu olan insanın hep o kutsal yaratıcıya duyduğu saygıyla koruduğu dünyayı özlediğimizden. Kapitalizm dünyamızı yok ediyor. Ve artık bunu alenen yapabiliyor. Coğrafyamızda ne kadar cennet denerek tanıtılan bölgesi varsa artık hepsi bir HES alanı. HES girmeyen yereyse ya nükleer yada termik santral kararı çıkıyor. “İleri demokrasinin” yönlendirdiği devlet mekanizması “Çevre Etki Değerlendirmesi” ile yapılan projeleri denetliyor. Denetim demişken ihaleyi alan şirket bir başka şirket üzerinden ÇED raporu alıyor. Bunu bakanlığa onaylatınca iş bitiyor. Yani parayla dönen çarklarda parayla “objekif” rapor bekleniyor.

DOKAY-ÇED Çevre Mühendisliği Ltd. Şti. “Sera gazı-asit yağmuru etkisi sıfır” diyerek nükleer santralı çevreci ilan ederken rüzgâr santrallarının “kuşları tehdit ettiğini”, “güneş enerjisinin çevreyi kirlettiğini” söylüyor. Çünkü önüne gelen sipariş bunu istiyor. Siz bir ihale alıp ÇED raporu olumsuz çıkartacak bir şirkete başvurur musunuz? Bakanlıkta bu soruların cevabını biliyor. Mesele minareyi çalanın kılıfını hazırlaması meselesi. ÇED raporları proje alanındaki emekçi halkın onayını da kapsıyor. Fakat bugüne kadar hazırlanan hiçbir ÇED raporunda “köylülerin görüşü” başlığı doldurulmamıştır.

Akkuyu Nükleer Santralı, Gerze Termik Santralı ve Fatsa Hidro Elektrik Santrali bugün için toprakların katlinin suç mahalleri.

Herşey bitip karşılarına sonuçlarla çıktığınızda sorumluluk bir bakanlıktan bir ÇED raporunu hazırlayan şirkete oradan da taşerona kadar yollanabilir. Ne de olsa “yasal prosedürlerdeki boşluklar”, “sorumlu kşmse yargı önüne çıkacak” cümleleri ile büyümüş bir nesiliz. Çevre katliamlarının hangisi bu düzen içinde yargılanmış ki bundan sonrası için beklenti olsun. İhale ne üzerine ise onu çevreci ilan edip raporu hazırlıyor. Devletin bir formalite olarak işlettiği ÇED raporları aslında projelerin çevreye ve bölge halkına etkilerini “tarafsız” olarak sunmak üzerine şekilleniyor. Fakat eşyanın tabiatı gereği özel şirketlerin hazırladığı raporlarda önemli olan maddiyat oluyor. Çevre Bakanlığı ÇED raporlarını direkt onaylayarak işi bürokratik bir imzaya indirgiyor.

Akkuyu Nükleer Santralı, Gerze Termik Santralı ve Fatsa Hidro Elektrik Santrali bugün için toprakların katlinin suç mahalleri. Akkuyu fay hattı üzerine kurularak yeni bir Fukuşima için zemin oluşuyor. Sinop'ta nükleer santrali Fukuşima'daki felaketin mimarlarının üstlenmesi de diğer bir vurgumuz olsun.

Fukuşima'nın yıldönümünde açığa çıkan ÇED raporlarındaki denetimsizlik aslında bir kez daha nükleer güç kullanımının kar zarar denklemini tartışmaya açtı.

Çevreyi katletmekte engel tanımayan burjuvazi işi “kitabına göre” yürüterek vahşiliğini maskeliyor. Türkiye’deyse hükümet, Akkuyu gibi fay hattında bulunan yerlere nükleer santral kurma azminden vazgeçmedi. Sinop’ta, Fukushima’da hasar gören santrali işleten şirket TEPCO ile çalışmakta beis görmüyor. Nükleer enerjiyi “çevre dostu, güvenli ve düşük maliyetli” olduğunu söyleyenler Fukuşima sonrası dünya bilim adamlarının hiç raporunu okumamış demektir. Dünya Çevre Örgütü yok diye rahatlarsa doğa kendi isyanını sunuyor onu dinlesinler. “Eyyafyallayöküll buzulu, İzlanda'nın beşinci büyük buzulu. Buzulun altındaki volkan, İzlanda'nın 9. yüzyılda kurulmasından bu yana 5 kez patladı.” Bu sesin yankısı uzaklarda kaldı diyenlerde vardır. Baksınlar karadeniz kıyılarındaki çift şerit otobanlarına. Karadenizin hırçın dalgaları kaç kez dövdü o asfaltı. İstemiyor doğa. Duymayan, görmeyenler için bir anektod daha; Macaristan'dan gelen kırmızı çamura öfkeli Karadeniz'de 161 balık türünden 59'u kayboldu.

Nehirlere çekilen bentler elbet birgün yıkılacak. Taşeron duvarlar duramaz özgürlüğün sembolleri suyun önünde. Her yeri ve her şeyi yok eden sistem farkında değil. Kendi mezarını kazdığı toprak sallanıyor. Ve her sallandığında yıkıyor zaten katillerinin kulelerini. Şimdi zaman güneşi söndürecek kadar piyasalaşmış suretlerin önüne set çekebilmek. Kurtarılacak bir kalabilsin diye.

Marx'la başladık yazıya Marx'la bitiriyoruz son sözümüzü.

“Anlatılan senin hikayendir.”

T. Kor