Sömürü üzerindeki ince örtü... - V. Bilir

  • Arşiv
  • |
  • Gençlik Hareketi
  • |
  • Makale
  • |
  • 09 Nisan 2012
  • 13:06

“Yetkin mühendislik”


Türkiye’de her depremin ertesinde, yıkılan binaların ve ölümlerin tek sorumlusuymuş gibi gösterilmeye çalışılan kişiler mühendisler, bu tartışmalar üzerinden meşrulaştırılmaya çalışılan bir sömürü mekanizması da “yetkin yühendislik”. Bu yazıda, yıllardır uygulamaya koyulmaya çalışılan ve geçtiğimiz günlerde İTÜ’de duyurusu yapılan “yetkin mühendislik” kavramının ne olduğunu ele almaya çalışacağız.

'90’ların ortalarından itibaren Türkiye’de mühendislik eğitimi veren üniversitelerin gündemine giren “yetkin mühendislik” veya “yetkili mühendislik” kavramları geçtiğimiz günlerde Van depreminin ardından tekrar tartışılmaya açıldı. Geçmişteki diğer eski başbakanlar gibi, Başbakan Erdoğan da Van depreminin ardından “Bu inşaatı yapan sizin öğrencileriniz. Fatura kesecek birilerini aramanın anlamı yok. Bunların hepsi mühendis, ben ekonomist olarak yönetiyorum sadece” diyerek yıkılan binaların ve ölümlerin sorumluluğundan sıyrılmak istemiştir. Bu durumla birlikte yıllardır gündeme getirilen “yetkin mühendislik” tekrar tartışılmaya açıldı ve geçtiğimiz öğretim yılında İTÜ tarafından bunun uygulamalarına dönük ilk somut adımların atılmaya başlanacağı duyuruldu.

İTÜ “Yetkinlik Belgesi” vereceğini ilan etti.

İTÜ, geçtiğimiz dönem içerisinde yetkin mühendislik belgesi vereceğini şu şekilde duyurdu; “İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ), Yetkin Mühendislik Sınavı’nın Türkiye’deki merkezi oldu. Dünya çapında yapılan sınavla mühendislere, ‘‘Yetkin Mühendislik Belgesi’’ veren Amerika’daki NCEES (Mühendisler İçin Ulusal Sınav Merkezi), yaptığı denetim ve inceleme sonucunda sınava girme hakkını Türkiye'de yalnızca İTÜ öğrenci ve mezunlarına verdi.”

İTÜ Rektörü Prof. Dr. Muhammed Şahin, yetkin mühendislik uygulamalarının kaçınılmaz olduğunu vurguladı. Şahin, ‘‘Amerika’daki Sınav Konseyi’nin incelemeleri sonucu, İTÜ bu kuruluşun Türkiye’deki sınav merkezi oldu. Özellikle Van depreminden sonra ilk atılması gereken adımın yetkin mühendislik olduğunu bir kez daha gördük. Bu sınavla Türkiye’de mühendislik uluslararası denetime açılmış olacak. Biz öğretim üyelerimize ve öğrencilerimize güveniyor, bu riski alıyoruz. Mezunlarımız bu ünvanla yurtdışında artık sadece taşeron olarak çalışmayacak, imza yetkili mühendis olarak projeler alabilecek’’ dedi. İTÜ Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Derin Ural, meydana gelen depremler sonrası yaşanan can ve mal kayıplarının tüm ülkeyi üzdüğünü belirterek, Dinar’da, Adana’da, Kocaeli’de, Van’da yapı stoğu nedeniyle çok sayıda kayıp yaşanırken Japonya ve Kaliforniya’da yaşanan depremler sonucunda daha az kayıplar yaşanmasında yapısal hasarların büyük payı olduğuna dikkat çekti. Ural, “Türkiye’deki ilk uygulama, önümüzdeki Nisan ayında İTÜ’de ilk basamak sınavı olarak gerçekleşecek. 4 yıl sonra bu sınavı geçen adaylar yetkin mühendislik sınavına girerek tüm dünyada imza yetkilerinin olacağı yetkin mühendis ünvanı alacaklar’’ dedi. (www.itu.edu.tr)

Bu duyuruyla birlikte yetkin mühendis olabilmenin şartlarının neler olduğuna ilişkin ise “Profesyonel yetkin mühendislik lisansını (PE Lisansı) alabilmek için öğrencilerin, ABET akreditasyonu almış bir üniversiteden mezun olması, temel mühendislikte yetkinlik sınavını (FE) geçmiş olması, mühendislik alanında en az 4 yıl iş tecrübesi olması, derece aldığı mühendislik alanında Profesyonel Mühendislik (PE) yetkinlik sınavını başarıyla geçmiş olması gerekiyor.” Bu koşullarda bu sınava şimdilik sadece İTÜ mezunu bir adayın girebileceği (ABET akreditasyonunu Türkiye’de alan tek üniversite olduğundan kaynaklı) ve uzun bir staj süreciyle tekrardan ikinci bir sınavla birlikte ve ancak başarılı olursa bu belgeyi hak edeceği duyuruluyor

Bu durumla birlikte “yetkin mühendislik” tartışmaları biz üniversitelilerin de bir kez daha gündemine girmiş bulunmaktadır. Yetkin mühendisliğin ne olduğu, bu uygulamanın kime ve neye hizmet edeceği, iktisadi arka planının ne olduğu, hangi ülkelerde nasıl hayata geçtiği, biz üniversiteliler için bir kez daha anlaşılması gereken birer zorunluluk olmuştur.

Kapitalizm, '70’lerde girmiş olduğu genel resesyondan hala kurtulamamıştır. Bu durum marksistinden burjuvasına tüm iktisatçılar tarafından kapitalizmin yaşamış olduğu üçüncü büyük buhran olarak dillendirilmektedir. Kapitalizmin kendi iç çelişkilerinden kaynaklı olarak yaşamış olduğu bu krizin bedeli, nihayetinde işçi ve emekçilere ödetilmek istenmektedir. Dünyada ve Türkiye’de özellikle son 40 yıldır temel hak ve özgürlüklere dönük saldırılar yoğunlaşmıştır. Gerek işçi sınıfının örgütlülüğünün dağıtılması, esnek ve güvencesiz çalıştırma, gerekse geniş yığınlara dönük anti-demokratik uygulamalar ve bununla birlikte geçmiş dönemlerde büyük bedeller ödenerek kazanılmış hakların bir bir gasp edilmesi bu sadırıların parçasıdır.

Kendi ülkemizde de bu saldırı süreci dünya ile aynı hızda ilerlemiştir. Özellikle 80’den sonra bunu daha somut şekilde görmek mümkündür. Kamusal hizmetlerin piyasa koşullarına açılması, esnek ve güvencesiz çalışma koşulları bunların başlıcalarıdır. Bununla birlikte bu saldırı dalgasından üniversiteler de nasibini almış, eğitimin paralılaştırılması ile üniversiteler birer ticarethane dönüştürülmüştür. Bununla birlikte, alt yapısı oluşturulmadan açılan onlarca tabela üniversiteyle de zaten niteliksiz olan üniversite eğitimi daha da niteliksiz hale getirilmiştir.

Aslında “yetkinlik” saldırısını da bu büyük pencereden görebilmek gerekir. Asıl mevzu kapitalizmin krizidir ve bu krizden çıkmak için elini uzattığı her alanı metalaştırması ve değersizleştirmesi gerekmektedir.

Biz mühendis adayı üniversiteliler de bu saldırı dalgasından bir tanesi ile karşı karşıya bulunmaktayız. Yapılacak bu iki sınavın ücreti ve bu sınava yönelik olarak açılacak kurslar, daha da önemlisi tam 4 yıl kölece koşullarda staj ve bu stajın çalışılan kişi veya kurum tarafından onaylatılması zorunluluğu, hem de sürekliliği olması şartıyla, yetkin olmayı hedefleyen adayımızı bekleyen sömürü mekanizmasının çarklarıdır. Hepsi aslında bu uygulamanın neye ve kime hizmet ettiğini göstermektedir. Bir de madalyonun diğer yüzü var. Bu yüzde de, belgeyi ABET akreditasyon kriterlerini sağlayamadığı için veya sınavlardan başarısız olduğu için hiçbir zaman alamayacak mühendis, mimar, şehir plancısı arkadaşlarımızın durumu var tabi ki. Şimdiden tahminde bulunmak için kahin olmaya gerek yok elbette. Günümüz koşullarında zaten zor iş bulan, iş bulabildiğinde ise insanca yaşamaya yetmeyen ücrete çalışan bu arkadaşlarımızın, üzerlerindeki sömürü bu uygulamayla birlikte daha da katmerleşecek, imza yetkileri elinden alınarak ikinci sınıf bir teknik eleman olarak piyasa çarklarına atılacaklardır.

Yetkin mühendisliğin yurtdışındaki uygulamaları

Yetkin mühendisliğin ilk uygulandığı ve buradan doğru da diğer ülkelere transfer edildiği ülke ABD’dir. “ABD’de ise bu uygulamanın başlangıcı 1950’lere dayanmaktadır. Türkiye'nin bu 'atılımda' şimdilik somut olarak model kabul ettiği ABD’de yetkin mühendislik, 'Professional Engineer' (PE) adıyla uygulanmaktadır. ABD’nin farklı eyaletlerinde uygulama bazı farklılıklar gösteriyor olsa da temel alınan eksen aynıdır. Buna karşın her mühendis çalıştığı eyaletin koşullarını yerine getirmek durumundadır. ABD’de PE ünvanının başlangıcı 1950’li yıllara dayanmaktadır. Bu ünvanı da “National Council of Examiners for Engineering and Surveying” (Mühendislik ve Ölçüm Bilimleri için Ulusal Sınama Kurulu) kurumunun eyalet temsilcilikleri vermektedir. PE ünvanı kamu projelerine imza atabilmekte ön koşuldur, yetkin olmayan bir mühendis hiçbir koşul altında kamu projelerinde imza yetkisine sahip değildir.

ABD’de PE olabilmek için gereken ilk koşul ABET’e akreditasyonunu sağlamış dört yıllık bir üniversite programından mezun olmaktır. Ardından öğrencilerin genelde mezun olmaya yakın girdikleri 'Fundamentals of Engineering' (FE) adlı sınavda başarılı olmasıdır. Böylece 'Engineer in Training' (EIT - eğitim aşamasında mühendis), 'Engineer Intern' (EI - stajyer mühendis) ünvanlarından birini almaya hak kazanan yeni mezun mühendis PE olmak için önemli bir adımı geçmiş olur. Bu sınavlardan aldığı not işe alımda belirleyici bir etken olurken FE sınavından sonra gelen aşama 4 senelik çıraklık aşaması olarak bilinir. Bazı eyaletlerde stajyerlik sürecinin bir PE gözetimi altında yapılması şart koşulmaktadır. Bu sürenin ardından yeni bir sınavla (Principles of Engineering) yetkinlik ünvanına ulaşılır. ABD’de bu durumun mühendisler arasında kastlaşma yarattığı bilinen bir gerçektir. PE ünvanlı mühendisler daha yüksek maaşlara ve daha iyi çalışma koşullarına sahipken 'sıradan' mühendislere göre çok daha kolay iş bulabilmektedir.” (Yine, yeni, yeniden: Yetkin mühendislik, Toplumcu Eksen) Biz burada Türkiye’nin model olarak seçtiği ülke olduğu için sadece ABD örneğiyle yetineceğiz. Bu uygulamanın benzerleri İngiltere (Chartered Engineer) ve Japonya gibi gelişmiş ülkelerle birlikte Hindistan, Pakistan, Avustralya, Yeni Zelanda ve İrlanda gibi gelişmekte olan ülkelerde de görülmektedir.*

“Yetkinlik” değil toplumculuk

Biliyoruz ki, içerisinde yaşadığımız kapitalist sistemde mühendislik eğitimi her zaman tartışmalı bir pozisyondadır. Gerek verilen eğitimin niteliği, akademik süreç zayıflatılarak usta-çırak ilişkisi üzerinden yapılan kurgu, gerekse mesleğe bakış açısı olarak üniversitenin ve akademisyenlerin durduğu konum bizim mesleklerimizi, ünvanlarımızı ve aldığımız eğitimi her zaman şaibeli bir yola sürükleyecektir. Çünkü bizlerin aldığı eğitimin içeriğinden, bölümlerimizin devam edip etmemesine kadar herşeyi belirleyen bizzat bu sistemin kendisidir. Bu sistem içerisinde toplumsal ihtiyaçlar yerine sermayenin ihtiyaçları gözetilmektedir. İhtiyaçlarını ise kar-zarar ilişkisi üzerinden ortaya koymaktadır. Sermayenin isteği ve ihtiyacına uygun kafalar, teknik elemanlar yetiştirilmektedir. Böylesi bir durumda ne bilimden bahsedilebilir ne de etikten.

Bilimsel olan ise bütün bu saldırıların kaynağının emperyalist-kapitalist sistemin krizden çıkma çabaları olmasıdır. Bu saldırının sadece mühendislere değil tüm işçi sınıfına yönelik bir saldırıların bir parçası olarak algılanmasıdır. Depremin yıkıcı sonuçları bizlerin üzerine yıkılırken, bu suçlamalara karşı onurlu duruş sergilemek bir yana, oturdukları kürsülerden sermayenin borazanlığını yapan ve adeta “yetkinliği” teorileştiren “akademisyenler” ise hiçbir zaman bilimci olamamıştır/olamayacaktır.

Tüm bunların karşısında, sermayenin değil toplumun ihtiyaçlarını gözeten, dünyaya bu pencereden bakabilen bir mühendis olabilmektir bilimsel olan. Bir avuç asalak yerine insanlık için mühendislik yapmaktır.

Geleceğimiz kendi ellerimizde

Bu saldırılarla, geleceğin biz beyaz yakalılarını esnek, güvencesiz ve insanca yaşamaya yetmeyecek ücrete tabi bir gelecek beklediği aşikardır. İTÜ’nün “müjde” olarak verdiği haber biz üniversiteliler için böyle algılanmalıdır. Sağlık hakkının gaspından kıdem tazminatının gaspına, eğitimin ticarileştirilmesinden güvencesizliğe, yoğunlaşan gözaltı ve tutuklamalardan düşünce ve ifade özgürlüğünün kısıtlanmasına kadar tüm yaşananlar bizlere dönük bütünlüklü bir saldırının parçalarıdır. Bunlara karşı durabildiğimiz oranda hem mesleğimize, hem geleceğimize hem de onurumuza sahip çıkmış oluruz. Bunlara karşı sessiz kalmadığımız oranda toplumcu bir mühendis olabiliriz. Bu saldırılara karşı durmak ise başka bir dünya arzulamak ve geleceğimizi kendi ellerimize almak demektir.

* Bu konuda daha detaylı bilgiye ulaşmak isteyenler “toplumcueksen.net” adlı internet sitesini ziyaret edebilirler.

(Ekim Gençliği, sayı: 136, 15 Şubat / 15 Mart 2012)