Sivas davası 'zamanaşımından' düştü…

  • Arşiv
  • |
  • Siyasal Gündem
  • |
  • Değerlendirme
  • |
  • 24 Mart 2012
  • 12:38

Düşen, katliamcı devletin maskesidir!


2 Temmuz ‘93’te Sivas Madımak Oteli'nde 33 can katledildi. Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi Sivas katliamı davasını “insanlık suçunda zamanaşımı olmaz, ancak bu suçu işleyenler kamu görevlisi değil sivil” diyerek davanın düşmesine karar verdi. Sivas davasında zamanaşımı kararı AKP kurmayları tarafından sevinçle karşılandı. Dahası sahiplenildi.

AKP şefi Erdoğan yaptığı açıklama ile karardan duyduğu memnuniyeti açığa vurdu. Erdoğan zamanaşımı kararına yönelik haklı tepkileri ise “şov” olarak nitelendirdi.

Zamanaşımı kararı ile düşen AKP ve burjuva/cemaat yargısının maskesidir. Düşen sadece dava değil, Erdoğan’dan Adalet Bakanı’na ve bu kararı veren yargı mensuplarına kadar sermayenin faşist düzeninin maskesidir. Bu karar dinci partinin, partinin kurmay heyetinin, mahkemelerin gerçek yüzünü tüm açıklığı ile ortaya sermiştir.

Karar açıklandığı gün adalet isteyen Alevilere, ilerici ve devrimci kurumlara yönelik olarak uygulanan terör Sivas katliamının gerçek sorumlusunun sermaye devleti olduğu gerçeğini bir kez daha tüm açıklığı ile ortaya çıkarmıştır.

Her konuda uluslararası hukukun gereğini yerine getirmekten bahseden AKP hükümeti, tıpkı kendinden önceki hükümetler gibi, Sivas katliamı davası ile ilgili olarak altına imza attığı uluslararası sözleşmeleri hiçe saymış, anlaşmaları çiğnemiştir. Yargı “insanlığa karşı işlenmiş suçlara karışmış kişiler, sıfatları ne olursa olsunlar, haklarındaki dava zaman aşımına girmez” şeklindeki AİHM kararını da hiçe saymıştır.

Bu karar sermaye devletinin ve AKP hükümetinin politik kimliği ile uyumlu bir karardır. Zira özelde AKP hükümeti, genelde sermaye devletinin faşist zihniyeti başka bir kararın çıkmasının önündeki en temel engeldir. Bu zihniyet Sivas katliamında toplanan eli kanlı katillere “gazanız mübarek olsun!” diyen dönemin Sivas Belediye Başkanı Temel Karamollaoğlu’nun sözleriyle birebir örtüşen bir zihniyettir. O gün Temel Karamollaoğlu’nun söylediğini bugün Erdoğan söylemektedir. Dahası Erdoğan katilleri cesaretlendiren, katliamı protesto edenleri tehdit eden bir yaklaşım sergilemiştir. Bu anlayış, aynı zaman katliamcı devlet geleneğine sonuna kadar sahip çıkan bir anlayıştır.

AKP Hükümeti, 'özgürlük ülkesi' var ettiğini söyleye dursun. Dün olduğu gibi bugün de bozuk düzenlerine sağlam çark arayanların ikiyüzlü politikaları, ezilen halklarımıza dönük pervasız saldırılarla gerçek yüzünü göstermektedir. Bu kararla Dersim soykırımının, Maraş, Çorum, Ümraniye, Gazi, Roboski katliamının faillerinin aklanmasının da yolu açıldı.

Sivas kararı ilk değildi. Hran Dink’in katledilmesinde örgüt bulamayanlar, kendilerini aklamışlardı. Kuşkusuz Pozantı ve Kürkçüler hapishanelerinde Kürt çocuklarına tecavüz edenler de aklanacaklardır.

Sivas katliamı ile ilgili yaşanan son gelişmeler, Erdoğan’ın Dersim katliamından dolayı dilediği özrün bir yalan ve demagojiden ibaret olduğunu gösterdiği gibi, Roboski katliamı için döktüğü gözyaşlarının da timsah gözyaşları olduğunu kanıtlamıştır. Bu karar Roboski vb. katliamların yol haritası konusunda da önemli açıklıklar sağlamıştır. Erdoğan’ın Sivas davasını yorumlarken söylediği “hayırlı olsun” söylemi gelecekte Roboski katliamını yapanları “tebrik etmesi” olasılığını da güçlendirmiştir.

Sermaye devleti her zaman Alevileri potansiyel tehlike olarak görmüştür. Alevi emekçilerinin karşılanmamış talepleri konusundaki duyarlılığı ve devrimci harekete yakınlığı bu durumun en temel nedenleri arasında yer almaktadır. Bu konu, bu nedenle birçok MGK toplantısında gündeme gelmiş, Alevi emekçilerinin devrimci dinamizmi baskı ve şiddetin katliamların hedefi olmuştur. Dünden bugüne sermaye devletinin ve Osmanlı tarihi boyunca “sindir-inkâr et-asimile et çizgisi”nde herhangi bir sapma yoktur. Bu temel politikanın bazen bir, bazense bir başka yönü ön plana çıksa da, politikanın özü budur.

Sermaye düzeni ve devletini yıkmak için ayağa kalkmış emekçi kitleleri mezhep ayrımları, dinsel farklılıklar gibi yapay ayrımlar ekseninde bölmeyi hedefler. Çürümüş kapitalizm koşullarında, burjuvazi ve onun adına ülkeyi yönetenlerin “laiklik” iddiaları kaba bir ikiyüzlülükten ibarettir. Sivas katliamı sonrasında ortaya çıkan gerçekler, Osmanlı dönemi politikalarının tartışma götürmez bir mirasçısı olan sermaye devletinin dinsel gericiliğin arkasına gizlenerek oynadığı rolü bir kez daha gözler önüne sermiştir. Bu hiç de AKP dönemiyle sınırlı bir olgu değildir.

Bütün kanlı katliamların kaynağı olan ve barbarlık içinde çöküşe doğru yol alan sermaye düzeni ve devletini yıkmayı hedefleyen bir mücadele yükseltilmedikçe, sosyalizmin önünü açacak bir proleter devrim yoluna girilmedikçe, bu kanlı katliamların ve zamanaşımına dayandırılan hukuk skandallarının önüne geçilemez. Bunun için genelde tüm katliamların, özelde Sivas katliamının hesabını sormanın biricik yolu, işçi ve emekçilerin birleşik, kitlesel, devrimci ve militan mücadelesini yükseltmektir.