Sermayenin 4+4+4 yasa tasarısı ve mücadele olanakları - Sosyalist Kamu Emekçileri

  • Arşiv
  • |
  • Sınıf Hareketi
  • |
  • 21 Mart 2012
  • 22:42

18. Milli Eğitim Şurası'nda ifade edilen “piyasasının gerektirdiği” insan tipinin yetiştirilmesine yönelik en önemli adımlardan birini ‘4+4+4 Kesintili Zorunlu Eğitimi Sistemi’ oluşturmaktadır. ‘Değişen koşullar’ gibi muğlak bir ifadeyle kamufle edilen yeni eğitim sistemi, bütün demagojik söylemlerine karşın, TİSK (Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu) tarafından da sürekli dillendirildiği gibi emekçi çocuklarının ‘piyasa ve iş-gücü’ ihtiyacına göre şekillendirilmesi hedefine yönelik hazırlanmıştır.

Eğitime başlama yaşı

Eğitim yaşının aşağı çekilmesi, sermayenin emekçi çocuklarının bir an önce mesleki eğitime yönlendirilmesine yönelik talep ve ihtiyaçlarından doğmuştur. Hükümetin hazırladığı tasarının ilk halinde mesleki eğitimin ortaokuldan itibaren başlatılacağı belirtiliyordu. Emekçilerin tepkisi üzerine yasa teklifi mesleki eğitimin lise düzeyinde başlatılması yönünde değiştirildi. Ancak sermayenin en çok ihtiyaç hissettiği de yine bu yasaydı. Sonuçta eğitim sistemindeki değişiklik ‘varolan kesintisiz 8 yıllık eğitim, öğrencilerin okula uyumu, mesleki eğitime yönlenmede geç kalınması gibi sorunlara neden olmaktadır’ ifadesiyle gerekçelendirilmişti. Bu durumda eve arka bahçeden girilecek, mesleki eğitim programları, seçmeli derslerle ve diğer (sosyal bilgiler vb.) derslerin içine yedirilerek gerçekleştirilmeye çalışılacaktır. Hükümetin, önce yer verdiği sonra da geri çekmek sorunda kaldığı, öğrencilerin ikinci dört yıldan (ortaokuldan) itibaren açık öğretime devam edebileceğine yönelik, yasa teklifi de hükümetin bu yöndeki çabasına bir başka örnektir.

İlköğretimin, İlkokul ve ortaokul şeklinde ayrıştırılması

İlköğretimin bağımsız ilkokul ve ortaokul şeklinde ayrıştırılması düzen güçlerinin üzerinde en çok demagojiye başvurdukları yasa teklifi oldu. Düzen güçlerinin bir tarafı İmam Hatiplerin orta kısımlarının açılacağı, diğer tarafı ise ‘laik’ eğitimin ortadan kaldırılacağı söylemi üzerinden her zamanki gibi emekçiler üzerindeki kutuplaştırıcı etkileriyle gerçekleri perdelemeye çalıştılar.

Bu gün laiklik diye tutturanlar geçmişteki Türk-İslam sentezine dayalı; şovenist, cinsiyetçi, ırkçı ve en az yeni düzen güçleri kadar dinci bir eğitim sistemini yıllardır uygulamaktaydılar. Özellikle 1980 faşist askeri darbesiyle emekçi çocuklarının; ortaokuldan üniversiteye kadar Türk-İslam sentezine uygun askeri tipte örgütlendirilmiş çetelere teslim edilmesi, öğrencilerin cemaat yurtlarına mecbur bırakılması, cemaatlere okullarda hiçbir kısıtlama olmaksızın sınırsız örgütlenme alanının açılması, demokratik-devrimci kesimlere karşı eşine az rastlanır bir zorbalıkla davranılması bu güçlerin iktidar olduğu dönemde bir devlet politikası olarak uygulanmıştır.

Düzenin yeni güçleri ise eski uygulamaları artırarak devam ettirmiş, ekonomik sömürüyle orantılı olarak din sömürüsü de artırılmıştır. Okullara ödenek verilmemesi ve bu yolla okul masraflarının velilere yıkılması, eğitimin tamamen rekabete dayalı hale getirilmesi ve sonuçta devasa büyüklükte bir dershane piyasasının oluşturulması, sözleşmeli-ücretli güvencesiz çalıştırma usullerinin eğitimde yaygınlaştırılması, özel okulların teşvik edilmesi, okulların 49 yıllığına kiralanması (satılması) vb. pek çok uygulama imam hatiplerin orta kısımlarının açılacağı demagojisi arkasına saklanan gerçeklerin sadece bir kısmıdır. Dönemin iktidarı geleneksel kutsal devlet söyleminin yanına kutsal piyasayı söylemini ekleyerek yoluna devam etmek istemektedir.

Kademeler arası geçiş doğrudan olamayacağından 4. sınıf sonunda SBS türü bir yarış başlayacaktır. İlkokul-ortaokul ayrıştırması okulların nitelik farkı gereği kıyasıya bir rekabeti getirecektir. Çocuklarını daha nitelikli okullara göndermek isteyen aileler bu rekabetin sonucunda çocuklarına özel ders aldırma, dershaneye gönderme vb. yollara başvuracaklardır. Bu durumda dershaneye gitme yaşı çok daha aşağılara düşecektir. Bu durum dershaneler

Eğitim devlet okullarında "parasızdır" ibaresinin kaldırılması

İlköğretim okullarında eğitim, fiili olarak uzun süredir paralı hale getirilmişti. Kayıt paraları, okul-aile birliği ödenekleri vb. yollarla hemen tüm okullarda para toplanmakta ve okulların ihtiyaçları veliler üzerinden giderilmekteydi. Ancak yine de neoliberal dönüşüm yolunda anayasadaki ‘ilköğretim parasızdır’ ibaresi önemli bir ayakbağı oluşturuyordu. Okulların ‘Eğitim Kampüsleri’ne çevrilmesi ve bu vesileyle özelleştirilmesinin gündemde olduğu bu süreçte parasız eğitimin fiili olarak kaldırılmasının yanında yasal-hukuki olarak da kaldırılması sermaye için bir ihtiyaç haline geldi. Milli Eğitim Temel Kanunu'nun 22. maddesinde yapılan bu değişiklik anayasadaki parasız eğitim ibaresinin kaldırılmasıyla tamamlanacaktır.

Eğitimde özelleştirme ve esnek istihdamda yeni bir adım:

İl Özel İdaresi'nin eğitimle ilgili görevleri

Yasa teklifinde, İlköğretim ve Eğitim Kanunu'na getirilen ek bir madde ile İl Özel İdaresi'ne; ‘ortaöğretim kurumlarının arsa temini, bina yapımı, bakım ve onarımı ile diğer ihtiyaçlarının karşılanması’ yetkisi veriliyor. Bu değişiklikle okullar şimdilik mali olarak il özel idarelerine bağlanıyor. Okulların yerel yönetimlere devri yönünde bir ön adım olarak hazırlanan bu yasa, eğitim emekçilerinin geriye kalan bütün hak ve güvencelerinin ortadan kaldırılacağı bir duruma kapı aralıyor. Bu durumda Milli Eğitim Bakanlığı, kendisini yalnızca personel atama ve teftiş gibi teknik işlerle sınırlayan bir kuruma dönüşecektir.

Stajyer öğrenciler: Ucuz emek gücü

Hükümetin hazırladığı yasa teklifinde 20 ve daha fazla personel çalıştıran işyerlerine sınırsız stajyer öğrenci çalıştırma yetkisi veriliyor. Daha önce stajyer öğrenciler için TORBA YASA’yla “asgari ücretin (brüt) yüzde 30'undan aşağı ücret ödenmez” ifadesi yerine “asgari ücretin (net) tutarının yüzde 30'undan aşağı ücret ödenmez” ifadesi getirilmişti. Böylece stajyer öğrencilerin ücreti 295 TL’dan 255 liraya düşürülmüştü. Bu durum sermaye devletinin çıkardığı tüm yasaların tüm tutarsızlığına rağmen organik bir bütünlüğe sahip olduğunu ortaya koymaktadır. Stajyer öğrenciler, ucuz iş-gücü olarak sermayeye peşkeş çekilmektedir. Bu öğrencilerin aldığı üç kuruşa yaygın bir uygulama olarak okuduğu okullar tarafından el konulması ise olayın başka bir yüzünü ortaya koymaktadır.

Fatih Projesi: Yandaşa yeni bir rant alanı

Hükümetin paket yasasında Fatih Projesi kapsamındaki alımlar KAMU İHALE KANUNU kapsamı dışında tutuluyor ve 15 milyon öğrenciyi hedefleyen tablet alım-dağıtım işleri Millî Eğitim Bakanlığı ile Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı’nın belirleyeceği “usul ve esaslar”a yani (hükümete) bırakılıyor. Yeni eğitim sistemine destek veren yandaş sermayeye her zamanki gibi aslan payı düşüyor. Vurgunun büyüklüğü hesap edildiğinde bu rantın nasıl paylaşılacağı sorunu, düzen güçlerinin, (şimdilik) gizli olmakla birlikte, önemli çatışma alanlarından biridir.

Sonuç

Yeni istihdam koşulları ve yeni ekonomi-politik ‘neoliberal’, (özelleştirme, taşeronlaştırma, güvencesiz ve esnek çalışma biçimleri, reel ücret kayıpları, özel sigorta şirketleri vb.) uygulamalar eğitim politikalarının da bu politikalara entegrasyonunu gerektirmektedir. Pazarın daralması ve devasa miktarda sermayenin değersizleşmesi bu sermayenin bir değerlenme alanı olarak kamusal varlıkların özelleştirilmesini gündeme getirdi. Zaten bu varlıklar, sermayeye ucuz girdi sağlamak ve altyapı oluşturmak amacıyla onun (bir dönem için) gerçekleştiremeyeceği büyüklükte yatırımları içeriyordu. Ancak bu durum tekelleşme mantığıyla uyuşmuyordu ve sırası gelince ortadan kaldırılmalıydı. Ulaşım, iletişim, eğitimi, sağlık vb. hem riski az hem de devasa büyüklükte kar sağlama kapasitesine sahip bakir alanlar sermayeye açıldı. Sermaye devletinin ‘4+4+4 Kesintili Zorunlu Eğitimi Sistemi’ de bu bütünlük içinde ele alındığı sürece anlam kazanmaktadır.

 ‘4+4+4 Kesintili Zorunlu Eğitimi Sistemi’ne karşı çıkan muhalefetin heterojen yapısı bir ayrıştırmayı ihtiyaç haline getirmektedir. Düzenin eski güçlerinin buradaki muhalefete sırtını yaslayarak kendilerini meşrulaştırma-aklama tehlikesi bulunmaktadır. Şimdi çatışan bu güçlerin bilimsel, demokratik, anadilde eğitim isteyen ilerici-devrimci kesimlere karşı tam bir birlik içinde davrandıkları unutulmamalıdır. Ne  ‘resmi-ırkçı dogma’, ne de ‘dini dogma’ bir birinin yerine konacak, birine göre diğeri tercih edilecek şeylerdir. Her ikisi de aynı oranda gericilik ihtiva eder.

‘4+4+4 Kesintili Zorunlu Eğitimi Sistemi’ne karşı en güçlü muhalefet yine KESK ve Eğitim Sen’den gelmektedir/gelmelidir. Eğitim Sen”in bu yasa teklifine karşı almış olduğu grev kararı tüm eksiklerine rağmen anlamlıdır. Kamuoyunun desteğini her zamankinden daha fazla alma potansiyeline sahip bu grev, iyi örgütlemesin durumunda sonuç alıcı olabilir. Grevin toplumsal tepkiyle bütünleştirilmesi etki alanını genişletecektir. Grev için tüm araçların (basın açıklamaları, okul ziyaretleri, velilere ve eğitim emekçilerine yönelik paneller vb.) devreye sokulması, KESK ve Eğitim Sen tabanının harekete geçirilip sürece katılımının sağlanması bunun yanısıra demokratik ve devrimci güçlerle koordinasyon içinde hareket edilmesi ve görüş alış-verişinde bulunulması grevin ön hazırlık sürecini güçlendirecek etkenlerdendir. Bu durumda öncü, ilerici devrimci kamu emekçilerine büyük sorumluluklar düşmektedir.

Sosyalist Kamu Emekçileri