Savaşla oynamak – Kadri Gürsel

  • Arşiv
  • |
  • Basın
  • |
  • 15 Ekim 2012
  • 05:09

Ankara’nın Suriye politikasına karar verenlerin söylem ve eylemlerindeki panik emareleri şu son günlerde iyice belirginleşti.

Suriye’ye yapılan orantısız askeri mukabeleler, Suriye Havayolları’na ait uçağın Ankara’ya indirilmesi, sınır boyunca taarruza dönük olduğu izlenimi yaratılan askeri yığınak... Bu baskı tedbirleri, Ankara’dakilerin yanlış öngörüleri ve yanlış tercihleri neticesinde Suriye’de kendi kendilerini içine soktukları çıkmazdan bir an önce kurtulma gailesini aksettiriyor.

Ankara artık Suriye’ye karşı askeri tırmanma ve gerilim siyasetine geçmiş bulunuyor.

Bir cerrah hassasiyetiyle, son derece titiz ve koordineli olarak yönetilse bile, bu siyasetin içerdiği büyük savaş riskini ortadan kaldırmak olanaksızdır.
Afra tafrayı, “Üç saatte Şam’a gireriz” ilkelliklerini bir yana bırakıp şöyle soralım: Ankara gerçekten savaş istiyor mu?

Bence istemiyor ama bir savaşı göze almaya kendisini mecbur hissediyor.
Türkiye komşu bir ülkedeki iç savaşa taraflardan birinin yanında müdahil olmuş ve şimdi savaşı göze alma noktasına sürüklenmiştir. Bunun nedeni Ankara’nın Suriye ile ilgili istisnasız bütün öngörülerinde yanılmış olmasıdır. Bugünkü son derece tehlikeli tablonun ortaya çıkmasına neden olan yanılgılardan en büyük ikisi şunlardı:
Bir: Baas rejiminin kısa bir süre içinde yıkılacağını sanmak...

İki: ABD liderliğindeki Batı İttifakı’nın tercihan NATO şapkası altında Suriye’ye bir vakitte askeri müdahalede bulunacağına kuvvetli ihtimal atfetmek.

Rejim yıkılmadı, hemen yarın yıkılacak gibi de durmuyor.

Amerikalılar Başkanlık seçimine kadar zaten gelmeyecekti; kim kazanırsa kazansın, seçimden sonra da gelmeyecekleri çoktandır belli oldu.

Ankara’yı Suriye cephesine kimse itmedi arkasından...

O kendisi, sanrıları ve büyük hayallerinin peşinden ileri fırladı.

Şimdi herkesin uzak ara en ilerisinde, dehşetli riskler ve mukabelelere ardına kadar açık, kibri nedeniyle geri dönmeyi de kendisine zül addeden arızalı bir halet-i ruhiye içinde yalnızdır.

Beşar Esad ve rejiminin haftalar zarfında çökeceğini henüz söylemiş olanların, onunla bu şartlarda mesela bir yıl daha yaşamak zorunda kalabilecek olduklarını idrak etmeleri, kendileri açısından ne korkunç bir kabustur, tahayyül edebiliyor musunuz?

Yanlış adımlarınızla boğazınıza kadar düşmanlığına battığınız bir rejim ve onun sizi ha bire köstekleyen dış destekleyicileriyle, en güneyinizden en doğunuza kadar çevrelettirmişsiniz kendinizi... 

İşte bu çıkmazın içinde daha uzunca bir süre yaşamamak için Ankara’nın tercihi, Suriye rejiminin üzerinde büyük bir askeri baskı kurmak olmuştur. Bununla rejimin çöküşünü hızlandırmak istiyorlar.

Suriye’deki rejimi devirme ve yerine Müslüman Kardeşler ağırlıklı bir iktidarı oturtma politikasının, topyekun savaşla değil belki ama savaş araçlarıyla devamıdır izlediğimiz. Obüs atışları, F-16 sortileri, tank yığınakları ile...

Bu, olağanüstü becerikli bir asker-sivil koordinasyonu ve cerrahi bir ölçü duygusu ile sürdürülmesi elzem, çok riskli bir politikadır. Kriz yönetimlerinde çoğunlukla çuvallamış olanlardan usta işi kriz mühendisliği beklemek ise aşırı iyimserliktir.
Bu askeri baskı politikasından Ankara’nın bekleyebileceği optimum sonuç, rejimin daha erken çökmesidir ama bir şartla: Bu “yıpratma savaşı” düşük yoğunlukta tutulabilirse.

Ankara’dakilerin kabusunu tatlı bir rüyaya çevirecek olan ise Baas ordusunun Türkiye’ye orantısız, intihara eşdeğer bir askeri mukabelede bulunması ve akabinde NATO’nun Suriye’ye askeri müdahalesinin gelmesidir. Bu durumda güle oynaya savaşa gider bizimkiler.

En kötü senaryo, bu mevcut askeri baskı politikasının kötü yönetim sonucunda, saldırganı Türkiye olan gerçek bir savaşa yol açması ve NATO’nun gelmemesidir.
Kötüdür, çünkü Türkiye’nin ve yöneticilerinin intiharı demektir bu.

Şuraya şimdiden yazalım: Böyle bir savaşa sürüklenirsek tek nedeni beceriksizliktir.

Milliyet / 15.10.12