Savaş heyecanına yenilmek! - Nihal Kemaloğlu

  • Arşiv
  • |
  • Basın
  • |
  • 13 Ekim 2012
  • 05:01

Savaş yetkisini Meclis'ten almış hükümet, Suriye kriziyle ilgili militarist dış politikasını tırmandırıyor.

Moskova'dan Şam'a giden sivil bir uçağın 'askeri malzeme taşıyor' istihbaratı doğrultusunda Türk jetlerince Esenboğa'ya indirilmesi, Türkiye'nin küresel sisteme yönelik gerginlik artırıcı bir gösterisine dönüştü.

Uçakta 'füze parçaları' taşındığı iddiaları halen doğrulanamazken Rusya uçakta askeri malzeme olmadığını açıkladı ama 'istihbarat' kaynağından emin Türkiye, uçak kargosundan çıkan 'askeri iletişim cihazlarının da' silah olduğunu savundu.
Suriye'deki silahlı gruplara aylardır 'silah ve mühimmat yardımı' yaptığı artık tartışılmaz bir gerçek olan Türkiye'nin uluslararası hukuka yaslanarak hava sahasından geçen uçağı 'silah taşıyor' gerekçesiyle indirip araması yönü Rusya'yı gösteren bir krizi de beraberinde getirirken...

Türkiye'nin bu çıkışı Suriye'de Türkiye'den sevk edilen silahlarla çatışan muhaliflerle Esad rejimi arasında iki ateş arasında kalan Suriye halkı için bir hassasiyetten çok Türkiye'nin Suriye'ye karşı yükselttiği 'militarist söylemin' uluslararası kamuoyu hedefli PR'ına dönüşmüştü..

Bu PR'ın bir diğer ayağı ise Genelkurmay Başkanı'nın Suriye sınırındaki birliklere yaptığı gezi ve verdiği 'güçlü kuvvetli mesajlar' oluşturuyordu..

Ve ne Akçakale'ye düşen topun menşeini ne de düşürülen Türk uçaklarıyla ilgili gerçeklere bir türlü ulaşamazken her an Suriye'ye müdahale edebilecek Türkiye algısı yaratılıyordu..

Pek tabii ki Türkiye'de Suriye'ye karşı kabartılan 'savaş haleti ruhiyesi' Türkiye'yi bölgede hegemon bir güç yapmaya yetemediği gibi hem bizi hem de bütün Ortadoğu'yu önümüzdeki on yıllara yayılacak kanlı bir ateş topuna çevirebilirdi.
Kendi muhalifleriyle iç savaş yaşayan Suriye'yi sadece Suriye'den ibaret addederek bir başka ülkede rejim değişikliği yapmak için 'savaş hazırlığına' kalkışan Türkiye'nin olur da bu 'enerjikliğiyle' girişeceği askeri müdahalenin tarihsel ve insani bedellerini öngören var mıydı?

Öncelikle Türkiye gerçekten Suriye halkına insani yardım gerekçesiyle Suriye topraklarını işgal ederse yani ordumuz egemen bir ülkenin topraklarına askeri müdahale yaparsa Suriye'de halk iradesi mi tecelli edecekti.

Yoksa topyekun bütün Türkiye, Suriye'deki iç savaşa devasa coğrafya olarak daha dahil olmadan, dört bir yanındaki 'sıfır komşusuyla' Suriye-İran-Irak-Lübnan-Rusya-Çin jeo stratejik çıkar kampının karşısında kucağında büyüttüğü 'Kürt sorunu', dışa bağımlı enerji tüketen kırılgan ekonomisi ve düşen büyümesiyle kendini hedefe tastamam yerleştirmiyor muydu?

Yabancı basında çıkan 'Türkiye, Suriye bataklığına batıyor' ya da 'Suriye Türkiye'nin Vietnam'ı' olacak vahim uyarıları bir yana tarihin bu döneminde halen arkasında halk desteği bulunan bir rejime karşı bölgesel ve küresel güçlerin, Türkiye'nin Suriye müdahalesini Moskova-Şam uçağını indirir gibi sessizce izleyecek mi sanıyorduk.

Ve bütün komşularımızla bozulan diplomatik dilin yerini alan 'savaş heveskarı' ülke kimliğiyle düşeceğimiz ulusal güvenlik krizine ilaveten bir anda fitili çekilerek ABD ve AB'nin ve Rusya'nın silah yığınağı Ortadoğu'da patlayacak Sünni/Şii savaşının mayınlarını döşemek bize mi kalmıştı.

Üstelik hükümet 'milli güvenlik' odaklı şaha kalkmış militarist-milliyetçi söylemlerle iç kamuoyunu 'savaşın meşruiyetine' ikna etmeye çalışırken 12 Eylül Anayasa Referandumu öncesinin 'demokratikleşme reformlarıyla' arasına 'terörle mücadele konseptine' ilaveten bu defa bütün komşularıyla ilişkileri 'güvenlik kriz sınırlarını' aşmış 'savaş tezkereleri' cebinde bir Türkiye gerçeği bize dayatılıyordu.

Böyle bir iklimde iç siyasette daha da otoriter-milliyetçi dış siyasette aşırı militer söylemlerle kuşatılan hegemonik heyecana tutulmuş Türkiye'den ilk kovulanın demokrasi, çoğulculuk ve özgürlükler olduğunu söylemeye gerek var mıydı?
Kalkınan büyüyen ülke hülyasından uyanıp Suriye 'milli meselesiyle' savaşa hazırlanan Türkiye karabasanına mı giriyorduk..

Akşam / 13.10.12