Nedir bu oburluğunuz? - Berrin Karakaş

  • Arşiv
  • |
  • Düzen cephesi
  • |
  • 15 Mart 2012
  • 08:00

T.C Başbakanlık Yatırım ve Destek Ajansı’nın sitesinde “Türkiye’ye neden yatırım yapmalı?” sorusuna T.C’nin madde madde gururla sıraladığı on sebepten biri “Avrupa’daki en uzun çalışma süreleri ve çalışan başına ortalama hastalık izninde en düşük oran (haftada 53,2 çalışma saati ve çalışan başına yıllık ortalama 4,6 gün hastalık izni)” maddesi, yeterince açıklıyor olmalı Esenyurt’ta işçilerin çadırlarda neden yandığını, Diyarbakır’dan İstanbul’a çalışmaya gelmiş işçilerin Fatih’te bir küçücük odada neden dumandan boğulduklarını, Adana’da neden baraj sularına kapılıp gittiklerini, Davutpaşa’da, Ankara Ostim’de neden yandıklarını, geçen sene Maraş Elbistan‘da ölen işçilerin neden bedenlerinin hâlâ toprağın altında olduğunu…

Günlüğü yirmi liraya, yetmiş liraya çalıştırdığınız, çamurlarda yatırdığınız işçilerin canları doymak bilmez oburluğunuza feda mı sanıyorsunuz? İnşaatlarınızın başı göğe ererken ölümlü iş kazalarında Avrupa’da birinci, dünyada üçüncü olduğunuz gerçeğine başınızı kuma gömerek yaşayabileceğinizi mi? Torba yasalarınızla, Kanun Hükmünde Kararnamelerinizle, deprem bahanesiyle hızla Meclis’ten geçirmeye hazırlandığınız Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi, 2B gibi yasalarınızla her yol mübah mı sanıyorsunuz kalkınma yollarında işlediğiniz cinayetlere? Kâr etme uğruna öldürdükleriniz yanınıza kâr mı kalacak sanıyorsunuz?
Gözünü hırs büyümüş iktidar ve yanlarında durdukça paralarına para katan sermayedarlardan, sıcacık evlerinde oturup beş ebeveyn banyolu evlerden ev beğenenlere, dört yanı çıplak arazilerde balkonu çiçeklendirilmiş evlerde huzur hayal edenlere, en basit analizle yiyor yiyor doymuyorsunuz…
İstanbul’da “En çok primi hangi bölge yapar?” anketlerinde ikinci sırada Esenyurt’ta, galaksinin içindeki küçücüklüğünü bir kez bile hayal etmemiş adamların “galaksi” temalı alışveriş merkezi hayalinin 11 işçinin ölümüyle sonuçlanması da aynı oburluğun eseri değil mi? Birkaç ay önce yayımlanan, İstanbul semtleri mutluluk anketinde en mutsuz semtin Esenyurt çıktığı düşünülünce, bir şey daha ekleniyor bu hırsa. İnsanları alışveriş merkezlerine, hemen yakınına inşa edeceğiniz rahat konutlara tıkma telaşınızda bu mutsuzluğun hesabının gün gelip sorulacağı da olmasın?
Son günlerde beş dakikada bir televizyon kanallarında beliren Obama’dan Putin’e Türkiye’yle ortaklığın büyük şeref olduğunu söyleyen dünya liderleriyle kurgulu, TOKİ’nin de katkılarıyla gerçekleştirilen Metroport İstanbul projesi reklamları öylesine gözümüze sokuyor ki doymak bilmezliğinizi, kapılıp gittiğiniz o büyüklük kompleksinizi. Reklamın fonunda “Dünya sadece en iyileri konuşur” diyen o histerik ses, öyle iyi anlatıyor ki sizce en iyi olmayanlara reva gördüklerinizi. “Dünya dönecek ona bakacak” diyor ya o reklam, hiç düşünmez misiniz dünya dönecek çadırlarda yanan işçilerinize de bakacak…
Her yanı kapladığınız betonlara eş ruhlarınız için finali, öfkesine hayran olduğum Thomas Bernhard’ın ‘Düzelti’sinden “İnşaatçılar tarafından inşa edilen her bina bir suçtur!” haykırışıyla yapmak isterim: “Ve tüm bu suçlar dikkat çekmeden yapılır, evet bu inşaatçılar suçlu olarak nerdeyse buna itilir ve davet edilir, özellikle de devlet ve onun kurumları tarafından, yeryüzünün üzerini sapık düşüncesizlikleriyle kaplamaya ve hem de öyle bir biçimde ve hızla kendi inşaat iğrençlikleriyle kaplamaya yönelirler, öyle ki kısa sürede yeryüzü bu inşaat cinayetleri altında boğulacak. Bütün dünya en korkunç ve en zevksiz biçimde ve canice bu binalarla tıka basa doldurulduğunda çok geç olacak, o zaman yeryüzü ölecek. Biz yeryüzünün mimarlar tarafından tahrip edilmesi karşısında çaresiziz!”

İz...
Sağ elimin işaret parmağında derin bir cam kesiği var, 19 yıldır orda, şairlerini yakan ülkeyi işaret ediyor. En büyük isyanı kendi halinde şiirler yazmak olan “apolitik” gençliğimin ilk kavgasından kalma. Uzaklardan uzak bir akraba gelmiş, sofradayız. Fonda haberler... Televizyon ekranını alevler sarmış, şairleri yakmışlar Madımak’ta. Uzak akrabanın “İyi olmuş yakacaksın dinsizi” sözüyle boğazımda büyüyen lokmayı yutamadan yumruğumu indiriyorum cam sehpaya. Kanlanıyor sofra. Hıçkıra hıçkıra ağlıyorum. Annem şaşkın, “Kendine gel ne oldu” dedikçe “Şairleri yaktılar” diyebiliyorum anca “Şairler yanıyor…”

Radikal / 15.03.12