Neden 12 Eylül beni heyecanlandırmıyor? - Aslı Aydıntaşbaş

  • Arşiv
  • |
  • Düzen cephesi
  • |
  • 05 Nisan 2012
  • 01:05

12 Eylül’ün bütün kurumları ayakta, anayasası tepemizde, işkencecileri etrafta, yüzde 10 barajı hala inatla Kürtlerin omuzlarında; ama nedense bizden 100 yaşına gelmiş iki yaşlı adamın yargılanması konusunda heyecan göstermemiz isteniyor.

Kimse kusura bakmasın, dün bütün gün kanaldan kanala oluk oluk akan 12 Eylül’le yüzleşme coşkusu ve mahkeme kapısından yapılan canlı yayınları izlemiş olmama rağmen, ben bu işten bir türlü heyecanlanamadım.
Normalde çok kolay ağlarım. Hem de 12 Eylül’de iyi kötü mağduriyet yaşamış  bir aileden geliyorum. Televizyonda o görüntüleri gözü yaşlı izleyeceğimi sanmıştım ama hiç de öyle olmadı.
Kenan Evren tabii ki yargılansın, bütün darbeler yargılansın. Ama 30 yıl gecikmiş bu medyatik dava ve etrafındaki siyasi oportünizm, size de biraz itici gelmiyor mu?
Acaba bende bir gariplik mi var, diye düşündüm bütün gün. Babam ne derdi acaba, diye merak ettim. Yoksa yaş, baş meselesi mi? Acaba o günleri daha net hatırlasam, davaya Ökkeş Şendiler, Haluk Kırcı gibi mümtaz şahısların müdahil olmuş olmasını pek takmadan ben de koşa koşa adliyenin önüne gider miydim?
Bilemiyorum. Belki.
Anneme mesaj attım, ’12 Eylül davasından memnun musun?’ Yarım saat sonra yanıt geldi: ‘Evet. Ama yetmez.’
Nedense benim beynim bütün gün aksi istikamette çalıştı. Gazetelerde 12 Eylül darbesinde 98 bin kişinin örgüt üyeliğiyle suçlandığını okudukça, aklıma ilk gelen 30 yıl sonra neden bu rakamın değişmediği sorusu oldu. (Adalet Bakanlığı’nın yayınladığı verilere göre, 2010 yılında şu ya da bu biçimde 86 bin kişi özel yetkili mahkemelerde yargılanmış. 2011’de çok daha yoğun operasyonlar olduğuna göre bu rakam herhalde 98 bine yaklaşmıştır diye varsayıyorum.) Yine televizyonlarda ‘’12 Eylül’de kapatılan gazeteler’’, ‘’hapisteki gazeteciler’’ gibi lafları duyunca... neyse, cümlenin gerisini anladınız siz.
Sonra telefona sarılıp dün 12 Eylül’de bizzat mağdur olmuş, hapis yatmış, hayatı alt üst olmuş tanıdıkları aradığımda, onların da dava etrafındaki siyasi tiyatrodan aynı şekilde ‘yabancılaşmış’ hissettiklerini gördüm. Çoğu daha fazla insanın yargılanmasını istiyordu. ‘O salon neden dolu değil’ dedi bir arkadaşım. Sahi işkenceler, idamlar, hepsi bu iki yaşlı adamın sorumluluğunda mıydı? Kimileri ise hükümetin veya Meclis’in olayı sahiplenmesinden rahatsız olmuştu. ‘Ne alaka’ dediler. Bir çoğu davanın gerçek bir hesaplaşma olduğuna inanmıyordu.
Dün davayı izlemeye gidenler arasında BDP milletvekili Ertuğrul Kürkçü de vardı. (Biliyorsunuz bu hafta kabul edilen KCK iddianamesinde, açıkça BDP’nin ‘kapatılması’ tavsiyesi var. Ah pardon, tabii bu konumuz dışında; biz 12 Eylül’le yüzleşmekten söz ediyoruz değil mi?)
Telefonla aradığımda Kürkçü Meclis’teydi. O da benim gibi ‘heyecanlanamayanlardan’ idi. ‘Heyecanlanmak için elle tutulur bir neden yok. Bu yargılama darbe anıyla ve onun en üst kademesiyle sınırlı. Darbenin bütün gürbüz unsurları görev başında’ dedi.
‘Peki o zaman BDP neden müdahil oldu?’ diye sordum. Bugün davaya Kürkçü’nün yanında Ahmet Türk, Kürkçü, Hasip Kaplan ve Aysel Tuğluk da gitti.
Kürkçü, ‘Bu mahkemeden adalet çıkacağını düşünmüyorum. Ama sonuçta hükümet temsilcileri, faşistler ve bizim aramızda bir tartışma olacak. Biz de mümkün mertebe bu davanın halkın hesaplaşma talepleri için bir kürsü haline gelmesini istiyoruz.’
Uzun lafın kısası, 30 yıl öncesiyle ilgili bir tiyatro oynayıp bugün hak ihlallerini es geçmek mümkün değil. Bugünden kaçamazsınız. Dün ve bugün aynı denklemin parçaları. Bu ülke ‘a la carte’ demokratikleşemez. Ya hep beraber, ya hiçbirimiz..

Milliyet / 05.04.12