Medya ne kadar suçlu? – Mehveş Evin

  • Arşiv
  • |
  • Düzen cephesi
  • |
  • 14 Ekim 2012
  • 04:57

Nefret söylemi ve ayrımcı dil, yeni tanıştığımız kavramlar. Ahmet Kaya ve Hrant Dink’e yapılanlar hafızalarımızda. Fakat nefret dili bitmiyor

Her gün bağıra çağıra birbirine hakaret eden siyasiler... Ölüme ağlamayı bile ötekileştirenler... Nefret dilini popülerlik uğruna kullananlar... Kapıları işaretleyenler ve bunu önemsemeyenler... Hedef olup yurtdışına kaçanlar, hatta sokakta öldürülenler.

Liste böyle uzayıp gider.

Hrant Dink Vakfı, İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde ‘Ayrımcı Dil Ve Medyanın Rolü’ başlıklı bir panel düzenledi. Amsterdam ve Barcelona’da ders veren Prof. Teun A. Van Dijk’i dinleyebildim.

Van Dijk, 1980’den beri söylemsel ırkçılık, basın, ideoloji üzerine çalışıyor. ‘Nefret söylemi’ terimini doğru bulmadığını, daha doğrusu asıl sorunun ‘nefret’ olmadığını söyleyerek konuşmasına başladı.

Kontrol ve baskı

Profesöre göre bir duyguyu (nefreti) öne plana çıkarmak, kişiselleştirmek demek. Ancak asıl altı çizilmesi gereken şey, hakim olan bir grubun, diğeri üzerinde kontrol ve baskı oluşturması.

Irkçılıkta da, seksizmde de bu böyle: Eğer bir grubun elinde güç varsa, diğerlerinin özgürlüklerini kısıtlar. Ülkesine, mahallesine, apartmanına sokmamak için elinden geleni yapar.

Kısıtlamakla iş bitmez, diyor van Dijk. Sosyal yapıları kullanarak ‘biz’in karşısında ‘onlar’ı kurgular: Kadınlar, siyahlar, trans bireyler, Ermeniler, Kürtler, başörtülüler, gibi...

Grup düşüncesi, kendi söylemini yaratır. Ne de olsa kimse anasının karnından ırkçı doğmaz, bunlar öğretilen-öğrenilen kalıplardır!

Bu söylemlerin kamuya aktarılmasında medyanın payı büyük. Düşünün, her gün TV’den, internetten, gazeteden, sosyal medyadan inanılmaz bir bilgi bombardımanına tutuluyoruz.

Ve hakim grup her kimse (asker, erkek, muhafazakar, vs) o gücün biçimlendirdiği haberler üzerinden değer yargılarımızı oluşturuyoruz. Irkçılığı, ayrımcılığı böyle

öğreniyoruz.

Söylemi kim oluşturuyor?

“Irkçılık sadece bir nefret meselesi değildir” diyen Van Dijk, şöyle devam ediyor: “Ana akım medya, meclis, akademi... Hepsi kamu söyleminin oluşturulmasından sorumlu. Ha, bazı insanlar kişisel olarak nefret edebilir bir gruptan. Ama asıl mesele, kontrolü elde tutmak isteyenlerin bu söylemleri üretmesi ve yeniden üretmesidir.” 

Misal: İngiltere, Almanya ve

Hollanda gibi ülkelerde üst düzeyde kadın yönetici oranı

yüzde 15-20’lerde (bizde yüzde 2!). AB, kotanın yüzde 40’a çıkması gerektiğini söylese de pratikte bunu yapmıyor. Neden? Van Dijk, “Çünkü gücü elinde bulunduranlar, gücü paylaşmak istemez” diye açıklıyor.

Ayrımcı dilin yeniden üretilmesinde medyanın payı, belki düşündüğümüzden de büyük. Haber nasıl üretiliyor? Hükümet, üniversite, polis, yargıdan sistematik olarak verilen demeçler, aktarılan bilgilerle... Yani pişirilmiş halde gazetecinin önüne geliyor.

Azınlık gruplarının ne dediğiyse ‘önemli’ ya da ‘güvenilir’ bulunmuyor. Bu durumda feministlerin, Ermenilerin, Kürtlerin ne söylediği çöp kutusuna gidiyor veya önem listesinde en sonda yer alıyor.

Van Dijk’ın ‘medyanın rutin çalışması’ dediği bu yapıyla gazetecilerin yüzleşmesi gerektiğini düşünüyorum. Kaynaklarımızı ‘önemli’ isimlerin dediklerine göre seçtiğimiz sürece, medya ayrımcı dili kullanmaktan ve yeniden üretmekten kolay kolay kurtulamaz.

BiZ iYiYiZ ONLAR KÖTÜ

* “İdeolojiler, grup olmamızı sağlayan içsel yapılardır” diyor Van Dijk. Bir ideolojide “Biz ne kadar iyiyiz” demek yetmiyor, ötekilerin ‘kötü’ yanlarının altı devamlı çizilmeli.

* Örnek: Müslüman mı? (Avrupa’da) Suç ve şiddet potansiyeli var... Kadın mı? Zaten işten anlamaz... Kürt mü? Eh onlar terörist!.. Eşcinsel mi? Fuhuş yapar! Gibi.  

* Bu kötüleme, etiketleme yapılırken hakim grup, kendisini tamamen bunların dışında tutuyor: Biz demokratız. Suriye kötü. Gibi.

* Velhasıl, ırkçılık ve ayrımcılık, kolektif bir fenomendir diyor Hollandalı profesör. Not: Teun Van Dijk’in yayınları, makaleleri, kaynak ve çalışmaları discourses.org’dan bulunabilir.

CANLI WEB YAYINI

* Ayrımcı dil ve medyanın rolü paneli, internetten canlı yayınlandığı için bu yazıyı yazabildim.

* Yeri gelmişken, panel ve basın toplantılarının artık internet üzerinden canlı yayınının yaygınlaşmasını umut ve talep edeyim.

* Bir gazetecinin sadece İstanbul’da bu tip toplantıları fiziksel olarak takip etmesi giderek imkansızlaşıyor. Gerek trafik, gerek iş temposu, bunu imkansız kılıyor...

Milliyet / 14.10.12