Kültür ve sanatta bir yere gelseydiniz keşke – Kadri Gürsel

  • Arşiv
  • |
  • Kategori yok
  • |
  • 23 Nisan 2012
  • 05:11

Dünkü yazıyı bitirirken öne sürdüğüm görüşte ısrarlıyım: İslamcı kesimden tiyatro adamı olma vasatına yaklaşmış sadece bir kişi çıkabilmiş olsa idi, AKP iktidarı, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları’nın başına “sanat yönetmeni” olarak onu getirir ve oyun repertuarı üzerindeki muhafazakâr vesayeti bu “müfettiş” üzerinden uygulardı. Bu özellikte, güvenebilecekleri bir şahıs muhafazakâr mahfillerde namevcut olduğundan, şimdi yönetmelik değişikliği marifetiyle kendi meşreplerinden bir belediye bürokratını tiyatronun başına sansür zabıtası yapıyorlar.

Sonunda kendi yasakçı niyetlerinin teşhiriyle sonuçlanan bu çaresizlikleri, İslamcı ve muhafazakârların ticarette, siyasette bir yere gelip de kültürde ve sanatta yaya kalmaları durumuyla yakından alakalıdır.

Tek ayak üzerinde sekerek ilerleyen bir iktidar bu... Ekonomileri giderek güçlenirken, sanat ve kültürlerinin topal kalmasıyla ilgili bir sıkıntı, bir tatminsizlik var İslamcı cenahta. Diğer taraftan, en başta toplumun her kesiminden laikler olmak üzere kendilerinden saymadıklarının, yani “ötekiler”in kültür ve sanat alanında her şeye rağmen süregelen hacimli mevcudiyeti karşısında da hazımsızlık çekiyorlar.

Tartışma, Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Prof. Dr. Mustafa İsen’in geçenlerde yaptığı bir konuşmada “muhafazakâr sanat” kavramını dillendirmesiyle yeniden güncellik kazandı. Ve ardından Şehir Tiyatroları’nı hedef alan “muhafazakâr darbe”nin negatif gündemiyle adeta eşleşti bu kavram; hegemonyacı bir harekâtın tamamlayıcısı olarak anlam buldu.

Sayın İsen, İstanbul’daki tiyatro darbesine “muhafazakâr sanat”ın yüceltilmesi bakımından nasıl bir mana atfeder bilemem, ama ben aşağıda bu iki konuyu birbirinden ayırarak tartışmayı deneyeceğim. Başarılı olur muyum bilmem.
Mustafa İsen, Zaman gazetesinden Nuriye Akman’ın sorularını cevaplandırırken de İslami muhafazakâr dinamiğin siyasette, ekonomide ve toplumsal hayatta meydana getirdiği yapısal dönüşümü kültürel alana yansıtamadığından yakındı. Siyasal İslam ve onun toplumsal tabanı, “muhafazakâr estetik” ve “muhafazakâr sanat” üretme yeteneğini kazansın istiyor.

Ve hatta Sayın İsen, “Özgürlüğü ve özgür ortamları sanat için olmazsa olmaz şartlardan birisi olarak gördüğünü” söylüyor.

“Ha şöyle” diyorum; Türkiye’nin istikbali ve demokrasisinin selameti adına ümitleniyorum. Ama söyleşinin takip eden satırlarını okuyunca görüyorum ki İsen’in şahsında İslamcı/muhafazakâr zihniyetin daha epeyi bir evrim geçirmeye ihtiyacı varmış...

Mustafa İsen, “tiyatroda müstehcenliğin sınırı” hakkındaki bir soruyu cevaplandırırken zihniyetini ele veriyor; “O oyunu icra edeceğim demek isteyenler, toplumun yerleşik bir takım tavırlarını büsbütün rahatsız etmeyeceklerse yapabilirler” diyor. Yine neticede, en ılımlıymış gibi yansıyan muhafazakâr zihinlerde bile “ötekinin kültür ve sanatı”nı ne yapıp edip yasaklama içgüdüsünün halen dipdiri olduğunu görüyoruz.

İslami muhafazakâr kesimin kültür-sanattaki açmazı, İsen’in aktardığı bir Kayseri anekdotunda saklı.

Malum Kayseri, AKP iktidarının “model şehri”... Dindar, muhafazakâr, sanayisi ticareti var, çalışıyor, gelişiyor ve ezici bir çoğunlukla AKP’ye oy veriyor. Mustafa İsen, geçen yaz Kayseri’de kentin en önemli zenginlerinin katıldığı bir toplantıda bulunmuş. Sahne alan “sanat grubu”nun ta İstanbul’dan geldiği dikkatini çekmiş Mustafa İsen’in ve o da bu “paradoks”u AKP’li Belediye Başkanı Mehmet Özhaseki’ye şu soruyla yansıtmış: “Burada sanayi, yönetim, hangi alanı saysanız Kayseri’nin gurur duyduğu bir isim var; niye sanatta gurur duyduğunuz Kayserili bir grubu buraya taşımadınız?”.

Anlıyoruz ki Haseki bu soruya doyurucu bir cevap verememiş.
Benim cevabım şu olurdu:

Kayseri’de kent boheminin “b”sini bulamazsınız. Bohem hayatın olmadığı bir kentten özgün fikir, inovasyon, sanat ve kültür çıkmaz. Orada insanların hayatı evleriyle işleri arasında geçer. Kent içe dönüktür. Merkezinde sosyal hayat yok gibidir. Kayseri kültür üretemediği gibi tüketmez, bunu talep de etmez. Konya’yı son zamanlarda görmedim ama Kayseri’deki günlük hayat, Türkiye’nin büyük kentleri arasında en sıkıcı, en itici olanıdır.

Kayseri’den hasbelkader bir “sanat grubu” çıksaydı, üyeleri zinhar bu şehirde ekmek bulamaz ve çareyi İstanbul’a göçmekte ararlardı.

Kayseri, Türkiye’ye AKP’nin sınırlarını gösteren bir modeldir.

İslami muhafazakârlık kültürde ve sanatta kendi bendini aşmadıkça topallamaya mahkumdur.

“Ötekiler” kadar muhafazakârları da çevreleyen hegemonyacı iktidar kuşatmasının kaldırılması gerekiyor. Kültür ve sanat dâhil hemen her konuyu iktidarlaşma aracı olmaya indirgeyen ve bunları tek merkezden düzenleyen, rekabete ve farklı bireysel tercihlere set çeken bu ideoloji haliyle eleştiriye de kapalı. “Toplumun yerleşik tavırlarının” eleştirilemediği yerde sanat olmaz, zanaat olur.

Eleştirinin cezalandırılmadığı yerde ise herkes için çoğulculuk, özgürlük ve gelişme vardır. “Kültürde ve sanatta bir yere keşke gelseydiniz” demem bu yüzden.

Milliyet / 23.04.12