Kül olursun, yel olursun, sel olursun… Toz olursun, köz olursun, buz olursun! - Umur Talu

  • Arşiv
  • |
  • Düzen cephesi
  • |
  • 11 Nisan 2012
  • 14:05

Öyle garip bir “sınıf savaşı” ki…

Hayat yetmiyor, tabiat geliyor…

Deniz yetmiyor, baraj geliyor, gölet geliyor…

Hortumcu yetmiyor, hortum geliyor…

Naylon çadır yetmiyor, naylon konteynır geliyor. 

***

Bir atölyede, gece vardiyasında, dışarı çıkmasınlar, patrondan bir nefes mola almasınlar diye üstlerine kapılar kilitlenmişti de…

Biri hamile, biri çocuk, beş kadın işçi alevde kül olmuştu.

Devlet çiftliğinde iki kutu süt parasına çalıştırılmak üzere kamyon kasasında dereye düşürülüp boğulan minik işçi kızlar yel olmuştu.

Yağmurun delirdiği gün, servis aracına tıkılan ve suya gömülen kadın işçiler sel olmuştu.

***

Madende göçüğe, gaza, yangına ve dumana toz olanlar…

Şımarık avmleşmenin naylon çadırında köz olanlar…

Deniz bisikletiyle donmuş gölete yollanan, suya dökülüp buz olanlar…

Tersanede ölçüsüzlük infilakında gaz olanlar!

***

Bir zümre bir zümre tarafından böyle hoyratça ölüm kıyısında köleleştirildiğinde…

Ekonomik büyümeyle övünüp göğe eren başımız, arsızlık ve yüzsüzlükten dönüp durdukça…

Hayatın ve tabiatın tüm “ölüm çarkları” da tam yol çalışıyor; yaşamak için harcanan alın teri, öldürücü alınyazısına dönüyor.

Denizin, göletin, binanın, toprağın cehennem katlarına düşürülmek yetmemiş ki…

Hortum da öfkeli bir kartal, daha doğrusu bir akbaba gibi; yoksul ekmeklerin, zeytinlerin, çayların konteynırına baskın veriyor…

Yükte ve pahada hafif işçileri pençelerine alıp kayalara çarpıveriyor.

***

Zincirlerinden başka, bir de hoyratça kaybedilecek ucuz hayatları olanlar…

Yanıyor, boğuluyor, gömülüyor, donuyor ve yetmemiş ki, bir de uçuyor!

Kan emici, hortumcu bir sistemin Maden’de vaki simgesidir o hortum!

Tabii afettir bittabi; bittabi sosyal kazadır sınıfsal tabiatıyla!

***

Adı “İşçi Sağlığı” diyeydi, bir sınıfın başka bir sınıf üstünde tahakkümüne son verildiği için, “İş Sağlığı ve Güvenliği Müdürlüğü” oldu…

Müdürlük internet sitesinin en üstünde Kemal Atatürk diyor ki:

Çalışmadan, yorulmadan, öğrenmeden rahat yaşamanın yollarını aramayı alışkanlık haline getirmiş milletler, evvela haysiyetlerini, sonra hürriyetlerini ve daha sonra istikballerini kaybetmeye mahkûmdurlar.”

Güzel ama, fiilen olan şu:

Evvela haysiyetlerini, sonra hürriyetlerini kaybederek; köle şartlarında çalışarak, yorularak, rahat yaşamanın hiçbir yolunu bulamadan ve öğrenemeden geçim imkânı aramaları alışkanlık haline getirilmiş işçiler; hayatlarını da kaybetmeye mahkûmdurlar!

***

Müdürlüğün başında senelerdir Kasım Bey.

Bakan değişti, belli açılardan Başbakan bile epey değişti…

Yüzlerce “sağlıklı, güvenlikli” işçi bugünü göremedi ama onun iş güvenliği yerinde.

Belli ki yürümesini biliyor!

Tersanei ölümleri yüzü bulduğunda demişti ki, yüz yokmuş gibi:

Bunlar köylü! Düzde yürümeye alışmış. Tersanede yukarıya çıkınca düşüyor!

Öyle işte:

Yukarısı size ait değil; köylüler, işçiler…

Siz aşağıya düşün…

Bir hortuma sarılıp azıcık yükselmek isteseniz dahi, bilin ki ölümüne düşeceksiniz

***

Kaza diye öldürecek daha ne kaldı, dersen…

Aşık Mahzuni’nin dediği gibi zaten

Parsel parsel eylemişler dünyayı

Bir dikilitaştan gayri nem kaldı!

Savaş isteriz!

Öyle oldu, böyle oldu… Sınırı geçti, sonucu belli… Filan!

Belli ki, ecel gelmiş cihane, baş ağrısı bahane!

Belli ki, biz taahhüt etmişiz; bu Suriye ile bir savaşa meyletmek üzre.

Çuval geçirirler, zamanla geçer!

Mavi Marmara’ya köpürürüz; uçup gider.

İsrail jetleri hava sahamızdan Suriye’ye girmiştir; karambole gelir.

İsrail insansız hava araçları sınır ihlal eder; şarampole gider.

Belli ki, yoksul çocukların kanı üstünden vaatler var savaş için.

Ortadoğu’nun cebi zengin, gönlü zengin, demokrasisi ve insan hakları çok zengin şeyhleri şey etsin!

Ki…

Kül olanlar…

Yel olanlar…

Sel olanlar…

Toz olanlar…

Köz olanlar…

Buz olanlar…

Sıvasız evlerin boyasız analarının çocukları, sayısız ya, sırasız ölsün!

Haber Türk / 11.04.12