Kim daha romantik ve naif savaş istemeyenler mi?- Nihal Kemaloğlu

  • Arşiv
  • |
  • Basın
  • |
  • 06 Ekim 2012
  • 04:33

Türkiye, Meclis'ten geçen tezkereyle bu yüzyılın felaket coğrafyası olması planlanan Ortadoğu'nun cehennemi eşiğinden adımını attı.

TBMM'de 320 oyla kabul edilen tezkerede geçen 'TSK'nın yabancı ülkelere gönderilmesi' ifadesiyle aslında Türkiye komşularına karşı 'savaşma yetkisini' yani kardeş, komşu, akraba halkların çocuklarını 'öldürme' yetkisini de kuşanıyordu.
Halen egemen bir ülke olan Suriye'deki iç savaşı kendi iç meselesi olarak beyan eden ve bu savaşı manipule eden silahlı ve istihbarati unsurların ülke içine taşınmasına ön ayak olan Hükümetin çıkarttığı tezkerenin 'caydırıcı' olduğuna inanmanın kendisi 'romantizm ve saflıktır'...

Son bir yıldır Türkiye'nin diplomatik gücünü tasfiye ederek her an çatışma ve top mermilerinin hedefi haline 'getirilmiş' 900 küsur km'lik sınırımızda hükümete 'savaş yetkisi' veren tezkereyle girişilecek 'macerayı' öngörerek savaşa karşı çıkmak 'naiflik' değildi..

Başbakan, 'Bu tezkereye direnenlerin tarihte hesap veremeyeceklerini' söylüyordu ama 2003'de Batılı güçlerin çıkarları için 'hava sahamızı kullandırarak' Saddam diktasını devirmesinin Irak halkına bedeli 1.5 milyon sivilin ölümünden ahlaki vebal duymadan şimdi tarihe nispet 2012 yılında Suriye'deki baskıcı rejimi düşürmek bize mi düşüyordu?
Yoksa son üç yıldır demokratikleşme reformlarını bir yana bırakarak otoriterliğini pekiştiren Türk hükümeti Sünni ve militer gölgesini Suriye'ye uzatarak binbir halli, kırk parçalı, etnik ve mezhepsel mayın hattı Ortadoğu'ya 'bölgesel liderlik' idealini komşularıyla 'savaşarak mı' gerçekleştirecekti?

Bunu da savaş istemeyen halkını biber gazıyla susturarak, 'Baasçı' diye suçlayarak ya da sindirmeye çalışırken müttefik ABD'nin demode 'haklı savaş' tezine sarılıp Ortadoğulu yeni hegemonik güç gibi komşumuzun topraklarını mı bombalayacaktık?
Her gün hep daha fazla sivilin öleceği ve kana doymayan çağımızın 'bitmeyen' savaşlarına yeni cepheyi İran ve Rusya'ya enerji bağımlısı, kendi ülkesindeki 'Kürt sorununu' çözemeyen 'terörle mücadele' yorgunu Türkiye'nin açma hevesinin tarihimizin trajik bir dönemeci olacağına hiç şüphe yoktu.

Bir yıldır despot Suriye rejiminin düşmesi için 'halkların kaderlerini tayin hakkına' kendi sınırında ABD, Katar ve Suudi Arabistan destekli muhalif grupları ağırlayarak ve silahlandırarak müdahale eden komşu Türkiye, Suriye halkının demokratik iradesini ortaya çıkartacak diplomatik yöntemler yerine 'militer İslamcı çeteleri' kollamayı tercih etmişti.

Artık kanlı bir iç savaşın yaşandığı ve Esad'ı istemeyen Suriye halkının bile yozlaştırılmış militer muhalif gruplardan bucak bucak kaçtığı Suriye'de Esad, Türk Hükümeti'nin tahmin ettiği sürede gitmedi diye Dışişleri Bakanı 'Tampon bölge için savaşı göze alabiliriz' dememiş miydi ?

Suriye sınırımızı Özgür Suriye Ordusu'nun (ÖSO) sabah girip akşam çıktığı kontrolsüz bir ateş hattına dönüştüren hükümet, 300'e yakın farklı ideolojik gruptan oluşan ve kendi aralarında çekişme, rekabet ve çatışma yaşayan Özgür Suriye Ordusu hamiliği Türkiye'nin ulusal güvenliği, ülke bütünlüğü ve sınır kontrolü adına ne kadar büyük tehlikeye dönüştüğü hanidir yazılıp çiziliyordu.

Ve Akçakale'de hayatlarını kaybeden 4 vatandaşımız, 'sınır güvenliğini' aylardır kaybetmiş Türkiye'nin 'büyük ihmalinin acısı' olmalıydı...

Akçakale'yi lojistik üs olarak kullanan (ÖSO) militanlarının resmi yollarla ve pasaportla sınırdan defaatla çıkıp çatışmalara katılıp geri döndüğünü bilmiyor muyduk?

Ve şimdi savaş tezkeresiyle 'istediği bir göz Allah verdi iki göz sevincini' yaşayan ÖSO'lu komutanların Türkiye'yi küçücük kıvılcımla savaşa çekmeyeceklerinin teminatı var mıydı?

Akşam / 06.10.12