“45'in Ruhu” (The Spirit of '45) adlı belgeselle sosyalizmden ümidimizi kesmememiz gerektiğini bir kez daha hatırlatan Ken Loach'un militan tavrı çeşitli ülkelerin sinema eleştirmenlerince ayakta alkışlandı.
2. Dünya Savaşı'ndan bir enkaz şeklinde çıkan İngiltere'nin tarihinde İşçi Partisinin ilk defa yönetime geçmesiyle değişen ülkenin kaderi Thatcher'ın iktidarı ele geçirmesiyle arsız kapitalizme yenik düşmüştü.
63. Berlin Film Festivali'nde heyecan gittikçe yükselirken usta sinemacının son yapımı dünyanın dört bir yanından Almanya'nın başkentine akın eden sinema yazarları için yapılan basın gösteriminde büyük ilgi gördü.
Seferberlik ruhu
Sömürgelerini kaybettikten sonra 2.Dünya Savaşı'nın ağır faturasını da ödemek zorunda kalan bir zamanların güçlü imparatorluğu Büyük Britanya zenginliklerin çoğunu elinde bulunduran bir azınlıkça yönetiliyordu.
Ülkeye hâkim sosyal ve ekonomik adaletsizlik Almanlara karşı direnmeyi başaran halkı kendi hakları için de mücadeleye yöneltmiş ve 1945'te İşçi Partisi hiç beklenmeyen bir biçimde seçimden galip çıkmıştı.
En acil ihtiyaç olan barınma hakkını sağlamak üzere inşaat seferberliği başlatılmış, Ulusal Sağlık Hizmetleri adı altında herkesin yararlanabileceği etkin bir sağlık sistemi kurulup sosyal güvenlik ve milli sigorta sistemi yürürlüğe konmuştu.
Acımasız patronların işlettiği madenler millileştirilerek işçi haklarının gözetilmesi sağlandığı gibi ülkenin en köklü ulaşım ağı olan demiryolları, çelik, gaz, elektrik sektörleri de milli değerler haline getirilmişti. Liman işçilerine sözleşme hakkı tanınarak işgücü sömürüsü azaltılmış, İngiltere bankası da mevzubahis millileştirmeden nasibini almıştı.
Her ne kadar adı tam olarak konmasa da “Sosyalizm” İngilterelilere ortak bir toplum bilinci getirmiş, fertlerin birbirlerine destek olmaları gerektiği düsturu onyıllarca adaya adeta hakim olmuştu.
Friedman'cı serbest ekonomi anlayışını öne sürerek İngiltere toplumunun sosyalist tecrübelerini yerle bir eden Margaret Thatcher'ın icraatları bireysel hırsları tetikleyerek acımasız kapitalizmin önünü açtıktan sonra ise her şeyin yokuş aşağı tepetaklak gitmesine engel olunamadığı malum...
Ken Loach'un dokunuşu
94 dakikalık belgesel çeşitli arşiv çekimleriyle zenginleştirilmiş; yönetmen seyircilere savaşı ve sonrasını, özellikle siyah beyaz görüntülerle birebir yaşatıyor. Dönem politikacılarının konuşmaları, insanların ideallerine sıkıca sarılmaları görülmeye değer.
Ken Loach konunun uzmanları dışında olayları bizzat yaşamış olan fertlerle de görüşmeler yapmış. Yaşları itibarıyla yakında tanıklıklarına başvurulamayacak bu kişilerin değerli beyanatları ülkenin unutulmuşa benzeyen sefalet yıllarını ironik biçimde hatırlatmak için birebirdi.
Zaten belgeselin gösterimi sırasında sinema basınının temsilcileri tepkilerini sık sık kıkırdayarak gösterdiler, hatta Amerika Birleşik Devletleri'nin başarısızlığa uğrayan sağlık sisteminden bahsedildiğinde salonda alkış koptu, gözlerin sık sık yaşardığına da inanıyorum.
10 Şubat Pazar akşamı yapılan gösterimde özellikle Türkiye'den gelen eleştirmenlerin muhalif yönetmenin son eserine ilgisi gözden kaçmadı.
Festival çalışanlarının katı disiplin kuralları altında salona girerken, perdeyi daha rahat görebilecekleri koltuklara oturabilmek için birbirlerinin sırasını çalmaktan imtina etmeyen çeşitli ülkelerin sinema eleştirmenleri belgeselin sonunda Ken Loach'un militan tavrını alkışlamayı da ihmal etmedi.
Bianet / 11.02.13