Belediyelerde Toplu İş Sözleşmesi (TİS) süreçleri devam ediyor. Şimdiye kadar anlaşma sağlanan belediyelerin hepsinde sendikal bürokrasi ihanet sözleşmelerinin altına imza attı. Belediye işçilerinin güçlü tepkisi ve inisiyatifi açığa çıkmazsa eğer bundan sonraki TİS’lerin akıbeti de farklı olmayacaktır.
Her dönem benzer bir tabloyla karşı karşıya kalan belediye işçileri, sürece müdahil olan siyasi kurumlar ve öne çıkan güçler, “bir sonraki TİS sürecinin farklı olacağını”, “işçi iradesinin hakim olması için hazırlanacaklarını” ifade ediyorlar. Ancak şu ana kadar dizi tepki gösterilse de “işçi iradesini hakim kılacak” güçlü adımların atılmadığını söyleyebiliriz. İşçi iradesini hakim kılacak adımların ancak iyi bir hazırlığın ürünü olabileceğini göz ardı etmemek gerekir. Mevcut durumda böyle bir hazırlığın olmadığı, yaşanan kimi çıkışlar olsa da bunların sınıf bilincine dayalı fiili-meşru mücadeleyi esas alan düzeye ulaşamadığı görülüyor.
İktidarın OVP’si düzen muhalefetinin de OVP’si…
Sermaye iktidarı, yaşanan krizin faturasını Orta Vadeli Program (OVP) ile işçilere, emekçilere kesiyor. Esasında sermayenin kârının azalmaması üzerine kurulu olan OVP’nin, bir diğer ayağını ise savaş ve saldırganlık politikaları oluşturuyor. Bütçe görüşmelerinden yansıyanlar da bu durumu gözler önüne sermektedir. İktidarla düzen muhalefeti arasında bazı konularda söylem farklılığı bulunsa da tümü IMF’nin takdirini alan programın arkasında duruyor.
CHP’li belediyeler başta olmak üzere, birçok alanda hayata geçirilen politikalar ve sergilenen tutumlar bu gerçeği teyit ediyor. Gündemdeki belediye TİS’lerinde CHP’li başkanların SODEMSEN aracılığıyla, sendika bürokratlarıyla bağıtladığı sözleşmeler OVP’nin arkasında durduklarını gösteriyor. Bu bağlamda tek tek yürütülen TİS mücadelelerinin sermayenin topyekûn saldırılarına karşı, birleşik bir mücadele hattında birleştirilmesi büyük önem taşıyor. Halen farklı belediyelerde devam eden mücadeleler fazlasıyla anlamlıdır. Ancak kazanmak için birleşik mücadele zeminlerinin oluşturulması da bir zorunluluktur.
Sendikal bürokrasinin uğursuz rolü
Sendikal bürokrasi, üstlendiği uğursuz misyonuna uygun adımları büyük bir pervasızlıkla atıyor. Belediyeleri alan partiler ve belediye başkanlarıyla kurdukları ilişki, işçilerin değil patronların temsilcileri olarak hareket etmelerini gerektiriyor. Bu ilişkinin çok farklı boyutları olduğunu belirtmek gerek. Örneğin, yıllarca Belediye-İş Sendikası’nda yöneticilik yapan Cahit Korkmaz, SODEMSEN yönetim kurulu üyesi sıfatıyla halen işçilerin aleyhine çalışıyor. Böyleleri işçi sendikası yöneticisi olarak gerçekleştirdikleri ihanetlerden elde ettikleri deneyim ve birikimi, şimdi ise doğrudan sermaye temsilcisi olarak uyguluyorlar.
Örnek vereceğimiz bir diğer şahıs ise Adil Çiftçi’dir. Bu zat yıllarca CHP İstanbul il yönetiminde görev almış; Genel-İş Şube yöneticiliğinden genel merkeze bürokratlığına uzanan bir geçmişe sahip tescilli bir işçi düşmanıdır. Bülent Kerimoğlu’nun Bakırköy belediye başkanlığı döneminde işçilerin sendikalaşma mücadelesini yıllarca engellediği gibi, işçilerin birliğini dağıtmak, enerjilerini tüketmek ve aralarında güvensizlik yaratmak için de elinden geleni yapmıştır. Saymakla bitiremeyeceğimiz bu türden uğursuz icraatların altına imza attığı için genel merkez yöneticisi olma rüştünü ispatlamıştır.
Elinde imza sirküsü ile dolaşan Remzi Çalışkan, Arzu Çerkezoğlu vb. şahsiyetlere değinmeye gerek görmüyoruz. Kısaca diyebiliriz ki DİSK, tarihinin gördüğü en büyük ihanet şebekesinin elinde işçiye karşı saldırı aparatına dönüştürülmüştür.
Genel-İş bürokrasisinin CHP ile kurdukları ilişki, ilk yıllardan itibaren Hak-İş’in AKP ile kurduğu ilişkiyle örtüşüyor. Olası bir CHP iktidarına umut bağlayarak, Hak-İş’in AKP iktidarına hizmet karşılığında elde ettiği büyümenin benzerini belediyelerin sınırlarını aşarak tüm sektörlerde elde etmeyi hedefliyorlar. Bundan dolayı “sermayenin uysal aparatları” olduklarını kanıtlamayı öncelikli görev sayıyorlar; attıkları her adım buna hizmet ediyor. Bırakalım sınıf sendikacılığını ücret sendikacılığı dahi yapmaktan uzak duran bu bürokratik kast, kendine soldan da çeşitli dayanaklar bulabiliyor. En basitinden, “sosyalist” olduğunu iddia eden satılmış bir dizi yönetici, ihanetle sonuçlanan belediye TİS’lerinde hem algı operasyonları yapıyor hem sol-sosyalist diye geçiniyorlar. Bu tipler, “lafa gelince mangalda kül bırakmayan sermaye sevicileri” olarak boy gösteriyor ortalıkta.
Bu tiplere dair söylenecek çok şey var, fakat son bir değinmeyle bu bahsi şimdilik noktalayalım. Bu anlayışın taşıyıcıları işçilerin dağınık ve örgütsüz olmasından güç alıyor, mücadeleci olduğunu ifade edenlerin bir kısmını ehlileştiriyor, ehlileştiremediklerini ise işten atıyorlar. Özetle, işçilerin güvensizliğe itilmesi için sistematik bir plan doğrultusunda hareket ediyorlar. Darbe girişimi sonrası bu adımlarını daha pervasızca atma imkanı buldular ve maalesef bu konuda mesafe de aldılar. O kadar pişkinler ki, TÜSİAD, MESS gibi sermaye örgütleriyle her fırsatta “aile fotoğrafı” çektirmeyi de ihmal etmiyorlar.
Sendikal bürokratik anlayışın bir grup yöneticiden ibaret olmadığını belirtmek gerek. Tavandan tabana yayılan bir etki ve yaygınlığa sahip olan bu bürokratik kast, işçi sınıfı içinde çeşitli biçimler ve görünümlerle kendini gösteriyor. Sol hareketin önemli bir kısmı da bu yapıyı sözde eleştiren fakat sendikalarda koltuk sahibi olmak için uzlaşan, inceltilmiş biçimde aynılaşan tutum sergiliyor. Dünün “devrimci” Arzu Çerkezoğlu’nu tam da bu zeminler yarattı.
Belediye çalışanları, açmazlar, aşılması gerekenler…
Belediye çalışanlarının büyük bir kısmı seçilen başkanın çeşitli kontenjanları, partilerin referansları vb. ile işe başlıyor. Memleketçilik, yörecilik, particilik buralarda etkin bir unsur olarak karşımıza çıkıyor. Taşeronluğun farklı biçimi olan belediye iştiralarıyla çalışanların parçalanması da ayrı bir handikap oluşturuyor. Bu bağlar ve parçalı yapı, yaşanan sorunlar karşısında gelişebilecek tepkilerin sınırlarını belirlemekte önemli bir rol oynuyor. Bir diğer sorun alanıysa işçilerin işini kaybetme korkusu olarak kendini gösteriyor. Sendikal bürokratik kastın tutumu ile bu bağlar birleşince birleşik mücadele zeminlerinin zayıflaması, tepki geliştiğinde ise hızla bastırılması gibi durumlar sıkça yaşanıyor.
Sınıf ve mücadele bilincinin zayıflığı mevcut tabloyu güçlendiren sonuçlar doğuruyor. Bir dizi belediyede toplumun önemli bir kesimine göre “bilinçli” işçilerin olması durumu değiştirmiyor. Çeşitli referanslarla işe giren bu kesim de benzer kaygıları belli ölçüde taşıyor, bir kısmı ise “AKP’nin eline koz vermeyelim” anlayışıyla hareket ediyor.
Kaygılarını perdelemek için “işçiler bilinçsiz, bunlardan bir şey çıkmaz” gibi argümanları sıkça kullanıyorlar. Kendilerinin “bilinçleri” bu kadar yüksek iken, bunun gereğini neden yerine getirmediklerini ise sorgulatmıyorlar. Bıçak kemiğe dayanıp harekete geçtiklerinde ise her zaman “ama”larla, uzlaşı arayışlarıyla, “biz elimizden geleni yaptık, tepedekiler sattı” vb. diyerek havlu atıyorlar.
Sol hareketin bir kısmının belediyeler ya da çeşitli üretim birimlerindeki üye ya da ilişkileri de bu anlayışı taşıyor. Bazı sol çevrelerin ilişki ağları belediye çalışanları (Özellikle CHP’li belediyeler) içinde birçok sektöre göre daha yaygın ve geniştir. Bu ilişki ya da üyelerin bir kısmı temsilci, şube yöneticisi vb. olarak sendikalarda aktif görev üstlenmiş durumda. İhanetle sonuçlanan belediyelerde (Kartal, Maltepe, Ataşehir, Buca gibi) açığa çıkan tablo, bunların tutumları hakkında önemli veriler sunuyor.
Mevcut tablonun sadece belediyelerle sınırlı olmadığı açık. Sermaye ve sendikal bürokrasinin işbirliği ile uzun yıllara yayılan bir müdahalenin sonucu olarak şekillenen bir profille karşı karşıyayız. Aşılması gereken esas engel de budur. Bunun için ise taban inisiyatifini kurmak, bu temele dayanan müdahalelerle mücadeleyi geliştirmek gerekiyor.
Tabanda birlik sağlanmadan kazanım elde edilemez
İşçi sınıfının günümüz koşullarında en önemli zayıflığı, sınıf ve mücadele bilincinin sermaye ve sendikal bürokrasi tarafından sistematik bir şekilde aşındırılmasıdır. Bu da ani çıkışlar veya patlamalar yaşansa da dişe diş ve uzun erimli, birleşik mücadelelerin açığa çıkmasını çoğu zaman sınırlıyor. Bu tabloyu değiştirmenin taşıdığı önem sınıf devrimcilerine, öne çıkan işçilere ve sınıf mücadelesinden yana tavır alan samimi çevrelere büyük sorumluluklar yüklüyor. Mevcut tabloyu eleştiren bir konumdan kurtulmak ve değiştirme iradesini inşa etmek için vakit kaybetmeden güçlü adımlar atmak, geleceği kazanma mücadelesi açısından hayati önem taşıyor.
Sendikal bürokratik anlayışların yarattığı her türlü etkiden sıyrılmak, başlangıç için önemli bir adım olacaktır. Çürümüş ve kokuşmuş anlayışlarla her türlü uzlaşma ve o zeminlerde yer edinme çabaları, hangi niyetle yapılırsa yapılsın öyle ya da böyle hâkim anlayışın etkisi altına girmeyi beraberinde getiriyor. Türkiye’de sınıf hareketinin tarihi buna benzer örneklerle doludur.
Üretim alanında mücadeleci olarak sivrilen, fırsatını bulup yönetim koltuğuna oturan saymakla bitiremeyeceğimiz kişi bu zeminlerin temel taşıyıcısı olmuştur. 90’lı yıllar boyunca yükselen hareketin içinde palazlanan bir dizi alt kademe sendika yöneticisi var. İlk dönemlerinde belli ölçüde ücret sendikacılığı yaparak palazlanmış “sosyalist”, “mücadeleci” etiketli bu kişiler ve temsil ettikleri anlayışlar mevcut sendikal düzenin taşıyıcıları olmanın ötesine geçememiştir. Sendika merkezleriyle kavgalarının nedeninin sınıf mücadelesini büyütmek değil, tabandaki dinamizminden de faydalanarak konumlarını yükseltmek olduğunu geçmiş deneyimlerden biliyoruz. Dünkü politik ve moral güçlerine sahip olmayan alt kademe sendikal bürokratik anlayışın temsilcileri uzlaşma çizgisi başta olmak üzere farklı yöntemlerle kendilerini palazlandırmaya çalışıyor. Sol hareketin bir kısmının taşıyıcısı olduğu bu anlayış, 90’lı yıllarla başlayan, 2000’li yıllarda sönümlenen alt kademe bürokrasisinin etkisini özlemle anıyor. Devrimci sınıf sendikacılığı anlayışı yerine, gücü ve etkisi artmış alt kademe bürokrasiyi inşa etme hevesiyle politika ve taktiklerini belirliyorlar.
Günümüzün mücadele deneyimleri, alt kademe sendikal bürokratik anlayışın popülizmi etkin bir araç olarak kullanır hale geldiğini gösteriyor. Sınıf kavgası popüler içerikler ve görünümlerle gerçek zemininden uzaklaştırılarak uzlaşmacılığın inceltilmiş bir biçimde hayata geçirildiği zeminlere çekilmektedir. Günün ihtiyacı sınıf dışı her eğilim, anlayış ve popülizmden uzak bir mücadele anlayışı ve zeminini görünür kılmaktır. Bunun pratikteki karşılığı ise sınıfa karşı sınıf kavgasını büyütmektir.
Fabrika ve işletmelerde öne çıkan işçilerin birliğini kurmak için atılacak adımlar bu açıdan fazlasıyla önemlidir. Bu adımlar her fabrika ve işletmede, genel olarak sınıf içinde öncü bir kuşak yaratma çabasıyla bütünleştirildiğinde mevcut tabloyu aşacak olanaklar da yaratılır.
Devrimci siyasal sınıf mevzileri yaratmak için seferber olunmalıdır
Devrimci ve ilerici güçlere, sınıf içindeki bilinçli ve öne çıkan işçilere “sınıfa karşı sınıf” kavgasının gerçek zeminlerini inşa etmek için büyük sorumluluklar düşüyor. Fabrika ve işletmelerde oluşturulacak komiteler, meclisler, siyasal sınıf bilincinin inşa edildiği zeminler olarak kurulup harekete geçirildiğinde sermayeye, bürokrasiye ve popülizme karşı dişe diş, fiili-meşru mücadeleler de yükseltilebilir.