İşkenceye sonsuz tolerans – Çiğdem Toker

  • Arşiv
  • |
  • Basın
  • |
  • 27 Temmuz 2012
  • 04:44

Görmek istemediğiniz kötülük, siz bakmayınca yok olmuyor.Siz, çoğu kez korkudan, bazen yapacak daha mühim işleriniz olduğundan, belki 'makbul bir vatandaş' olmanız sebebiyle o kötülüğün size uğrama ihtimalini hiç kondurmadığınızdan, bazen de sözcüklerle yeniden hayat verirseniz ruhunuzun altüst olacağını sezdiğinizden bakmıyorsunuz.Ama bakmayan her göz, karartılan her vicdanla o kötülük utanç verici bir vahşete dönüşüyor. Sadece iktidar aygıtları değil, toplum katmanlarında dahi tiksindirici bir meşruiyet kazanıyor. Vahşet bir kez kurumsallaştığında; ne Erdal Öz, Pınar Kür, Oya Baydar'ın romanları ne de insan haklarını izlemeyi kendine dert edinmiş az sayıdaki gazetecinin vicdanlı ısrarı sonuç getirmeye yetiyor.   Nasıl yetsin? Öyle bir kötülük ki bu, vatandaşına iyi hayat sunma vaadiyle oy toplayıp iktidara gelmiş hükümetlerden bağımsız bir devlet politikasına çoktan dönüşmüş. Böyle olduğu için de, -her biri sözde 'kamu görevlisi'- yeni üyeler, 'zinde kuvvetler' devşirmekte hiç zorlanmayan bir kötülük çetesi. İŞKENCEDEN GELİYORUM KARICIĞIM90'ların başında, Kamil Masaracı'nın, Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan karikatür bandı, hiç aklımdan çıkmadı. Keşke hala saklamış olsam ve burada yer verebilseydim: İlk karede, pencereden dışarıya kaygıyla bakarak bekleyen kendi halinde bir kadın görürüz; tepede yanına yıldızları alıp yükselmiş bir ay. Belki de birazdan sabah olacak; o kadar geç bir saat.  İkinci karede, süklüm püklüm bir erkek sökün eder kadının karşısında. Ve bir konuşma balonu: 'Vallahi billahi işkenceden geliyorum karıcığım.' Devlet işkencesinin meşruiyetini bu kadar güçlü anlatan başka bir örnek görmedimse de işkenceci polislerin iç dünyalarını hep merak ettim: Geceleri kabus görüp görmediklerini, gözaltına aldıkları kadınların vajinalarına soktukları, elektrik vermek için erkeklerin göğüs uçlarına  kablo bağladıkları parmaklarıyla nasıl yemek yediklerini, o ellerin dua için Allah'a nasıl açıldığını, çocuklarına nasıl sarılıp öptüklerini...Erdal Öz'ün 12 Mart işkencelerini anlattığı 'Yaralısın'ın üzerinden yaklaşık otuz yıl. Oya Baydar'ın 12 Eylül işkencelerini anlattığı Elveda Alyoşa'nın üzerinden 22 yıl.Taraf gazetesinin ısrarlı bir fikri takiple sürdürdüğü -çok da iyi ettiği- işkenceci polis terfisine konu işkencelerin üzerinden de 15 yıl...Ne görüyoruz büyük fotoğrafta? Adalet Partisi'ni, ANAP'ı, DYP'yi, SHP'yi, DSP'yi, MHP'yi ve nihayet AK Parti iktidarlarını.Daha umutsuz bir anlatımla; bizim ülkede işkenceci polisin, akıllara durgunluk veren, bir dokunulmazlığı olduğunu, dinlerken ruhunuzu delip geçen, kanınızı donduran, işkenceleri yapan polislerin, ceza almasını boşuna beklediğinizi, binbir güçlükle açılan davaların zalim bir dayanışma altında, Kafkaesk adliye koridorlarında, yıllarca seyahat ede ede zamanaşımına uğradığını, keşke bu kez yanılsak diye içinizden geçirirken kimsenin sizi yanıltmadığını... Şimdi bile siz bu satırları okurken sayısız karakoldan, emniyet müdürlüğünden işkence çığlığı yükseliyor; duyuyor musunuz? Hadi tekzip edin beni.

Akşam / 27.07.12