İş cinayetlerini durdurmak için örgütlü mücadeleye!

  • Arşiv
  • |
  • Sınıf Hareketi
  • |
  • İş cinayeti
  • |
  • 23 Mart 2012
  • 15:18

"İş kazası" adı altında yaşanan işçi kıyımlarının en vahim örneklerinden biri geçtiğimiz günlerde Esenyurt’ta yaşanmıştı. 11 işçinin ölümüyle sonuçlanan bu katliamın ardından sermaye hükümeti görüşülmek üzere bekleyen “İş Sağlığı ve Güvenliği Yasa Tasarısı”nı “hızla” TBMM gündemine getirdi. Bu hız, işçi katliamlarındaki suçunu perdeleme çabasının bir sonucudur. Yoksa yıllardır sadece AKP hükümeti dönemini ele alsak bile 10 bin 723 işçinin iş cinayeti sonucu yaşamını yitirdiğini, bu konuda gerçekte hiç de hızlı adımlar atılmadığı görülecektir. Şimdi de işçi sağlığı ve güvenliği alanında esaslı bir değişiklik beklemek saflık olacaktır. Zira sermaye ve onun temsilcisi tüm hükümetlerin hiçbir zaman işçi sağlığı ve güvenliği gibi dertleri olmamıştır. Onların tüm dertleri iş cinayetlerine karşı oluşan tepkiyi engellemek, bu katliamlardaki rollerini örtbas etmektir.

İşçi katliamlarının alınmayan basit önlemler sonucunda yaşanmış olması ve sayıca fazlalığı sermaye devletinin bir takım adımlar atmaya zorlamaktadır. İş “kazaları"nda dünya üçüncüsü, Avrupa'da birinci sıradayken, sermaye hükümetinin böylesi adımlar atmasının bir değişimin habercisi olmadığı kesindir.

Adana Kozan’da Gökdere baraj cinayeti sonucu ölen 10 işçiden 5’inin hala sudan çıkarılmadığı, Maraş Afşin’de bir yıl önce yaşanan patlamada hala toprak altında işçilerin olduğu, Ankara Ostim’de yaşanan patlamada 20 işçinin öldüğü, madenlerden tersanelere yüzlerce işçinin katledildiği bir Türkiye gerçeğinde görünürde bir takım önlemler almanın kayda değer hiçbir değişiklik getirmeyeceği ortadadır.

Esenyurt’ta, Alman şirketleri ECE ve Deutsche Bank ile Finans Bank ve İş GYO'nun ortak olduğu, inşaat işleri de Kayı Holding'e ait olan dev Marmara Park AVM inşaatında çadırda kalan 11 işçinin çıkan yangında katledilmesi, adı anılan kapitalistler yanında devletin de bu katliamdaki baş sorumlularından olduğunu ortaya koymaktadır. Yanan işçiler arasında ölen iki işçinin sigortasının yangından sonra yapılması ve bunu denetlemeyen Çalışma Bakanlığı gerçeğini düşünürsek tüm kurumlarıyla devletin bu konudaki sorumluluğu açıktır.

Her şey sermayenin çıkarı için!

Sermaye hükümeti kendi görev tanımını çok net yapmaktadır. Şöyle ki, 11 işçinin katillerinden olan Marmara Park’ın inşaatını üstlenen Kayı İnşaat şirketi 2007 yılında başarılı müteahhitlik firmaları ödülünü Erdoğan'ın elinden aldı. Erdoğan ödül töreninde şunları söylemişti: “Özel sektörümüzün ayağına takılan her türlü prangayı çözeriz”. Görev tanımını bu kadar açık yapan sermaye hükümetinin prangalardan anladığı kuşkusuz işçi haklarıdır. Patronların sigortasız, güvencesiz ve örgütsüz kısacası masrafsız işçi çalıştırabilmesidir. İşçiler ölse dahi büyük patronların zarar görmemesini sağlayacak yasal düzenlemelerdir. Ki Esenyurt’taki iş cinayeti devletin “görevlerine” ne kadar sadık olduğunu göstermektedir. Bunun yanında bu şirketlerin ayağına takılan başka şeylerde de devlet “görevini” yapmaktadır. Örneğin, birçok HES projesinin yürütücüsü olan Kayı İnşaat Tortum’da daha rahat çevreyi katletsin, kârlarını artırsın diye HES istemeyen halka kolluk güçlerince saldırılmıştı.

Sermayeye “özel sektörümüzün ayağına takılan her türlü prangayı çözeriz” türünden sözler veren bir hükümetin birtakım yasal değişikliklerle işçi sağlığı ve güvenliği sorununu çözeceğini sanmak ölüden gözyaşı beklemek gibidir.

Çalışma Bakanı sıfatıyla karşımıza çıkan sermaye uşağı Faruk Çelik’in yangın sonrası yaptığı açıklamalarla "İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Yasası"na dair eksikliklerden yakınması ise tam bir ikiyüzlülüktür. Sanki bu yasa önceden çıkmış olsa bu işçi katliamı yaşanmayacakmış gibi bir hava yaratılıyor. Çelik açıklamasında şunları söylemekte: “Eğer yasa çıkmış ve yürürlükte olsa, o şirket bir iş sağlığı uzmanı bulundurmak ya da tutmak zorunda olacaktı. O uzman da bu işte müteselsil sorumlu olacağı için o çadırları mutlaka denetletmek zorunda olacaktı. Koşullar uygundur demeden adamlar çalışamayacaktı. Kayırma, torpil olamayacaktı. Ufacık önlem bile alınsa, kapı açık olsa, çadır naylon olmasa o kaza olmayacaktı.”

Oysa mevcut yasadaki bazı prosedürlere uyulsa ve bunun denetimi yapılsa dahi bu katliam yaşanmayabilirdi. Zira mevcut mevzuattaki yasal barınma prosedürüne uyulmadığı ve işçilerin naylon çadırlarda 5 derece soğukta ısınmaya çalışmaya mahkûm edildikleri tüm açıklığıyla ortadadır.

Mesele sadece bir takım hakların ya da önlemlerin yasada yazılı olması değildir, gerçek yaşamda kimin hükmünün nasıl işlediğidir. Görüldüğü ve yaşandığı üzere sermaye sınıfı çıkarına göre çalışma yaşamını belirlemekte, işçilere kuralsız, sağlıksız ve güvencesiz çalışma koşulları dayatılmaktadır. Tüm eksikliklerine rağmen bahsi geçen yasa tasarısını bile sermaye sınıfının nasıl bir yük olarak gördüğü yine Bakan Çelik’in sözlerinden anlaşılmaktadır: “Özellikle ekonomiden sorumlu arkadaşlar ile onların bürokratlarının çekinceleri vardı. Taslağın kamuya ve özel sektöre getireceği bir maliyet var. Maliye, Hazine daha farklı bakıyor tabii. Onu detaylı incelemek istediler ve onun üzerine süreç başladı. Bürokrasinin incelemesi de zaman aldı tabii.”

Patronların işçi sağlığı önlemlerini masraf olarak görmeleri, bu alanda yaşanan denetimsizlik ve işçilerin örgütsüzlüğüyle birlikte iş cinayetleri seri bir şekilde yaşanmaktadır.

Kaldı ki, taşeronlaştırmayı ortadan kaldırmadan, esnek üretim koşullarına son vermeden ve tüm kölelik yasaları iptal edilmeden böylesi "kaza" adı altında yaşanan iş cinayetlerini engellemek mümkün olamaz. Ayrıca, yasa kapsamı ne kadar genişletilirse genişletilsin yaşamda bunun uygulanabilmesi için işçilerin örgütlü olması gerekmektedir. Sermaye devleti bir yandan örgütsüzlüğü dayatırken, patronların keyfiliği ortadayken, devletin aymazlığı aşikârken yasal düzenleme çıksa dahi işçi sağlığı konusunda bir ilerleme kaydedilemeyeceği açıktır.

Kuşkusuz işçi sağlığı ile ilgili yasal düzenlemelerin ve önlemlerin kapsamının işçi yararına geliştirilmesi, denetlemelerin özellikle sendikalar ve meslek odalarının katkılarıyla yapılması, işçi sağlığı ve güvenliğinin sağlanması bir kâr alanı olarak değil, kamu hizmeti olarak görülmesi için verilen mücadele önemli ve anlamlıdır. Yine tüm bunların örgütlü güç sayesinden elde edilebilir ve uygulanabilir olduğu unutulmamalıdır. Ancak işçi sınıfının örgütlü gücü sayesinde insanca çalışma ve yaşam koşulları elde edilebilir, iş cinayetlerinin hesabı sorulabilir.