Gıdamız Yeterli mi? - Şükran Soner

  • Arşiv
  • |
  • Basın
  • |
  • 21 Temmuz 2012
  • 04:31

Dün ağırlıklı ABD’deki kuraklık kaynaklı, Dünya Gıda Örgütü FAO’nun da kaygılı verilerini içeren haber medyamızın da gündemine girdi. Kimi temel gıda tarım ürünlerinde dünya üretiminde beklenen düşüşlerin dökümü veriliyordu. Üretim düşüşleri ile bağlantılı en temel gıdalarda bir yıl öncesi ile karşılaştırıldığında, 18 Temmuz gününün fiyatları veri alınarak, yüzde 6.3 ile yüzde 17.7 oranlarında bir fiyat artışının yaşandığının altı çiziliyordu. Geçen yıl 694.7 milyon ton olarak gerçekleşen buğday üretiminin bu yıl 665 milyon tonda kalacağı, stokların 197 milyon tondan 182 milyon tona düşeceği öngörülüyordu. Buğday, pirinç, mısır, arpa gibi temel gıdalarda özellikle stokların düşmesiyle bağlantılı fiyat yükselişlerinin yaşanmasının kaçınılmaz olduğu bildiriliyordu.

Dünya ekonomik kriz sürecinden çıkmamışken, etkileri ülkeler arasında hızla yayılırken, halkının beslenmesinde kendi kendine yeterli ülke olmak, hele de fiyatlar yükselirken temel gıda ürünü ihraç edebilen ülke konumuna geçebilmek birden önem ve anlam kazandı. İhracat, ithalat açığı olan, tarım ürünü potansiyeli çok yüksek Türkiye için bir şans mı doğdu? Meslek örgütlerinin ilk açıklamalarından, bildiğimiz, kaygılandığınız bir gerçeğin hemen altı çiziliveriliyor. Türkiye potansiyel olarak tarım ürününde dünyanın en şanslı ülkeleri konumunda iken, yıllardır izlenen tersine politikalarla tersine bir konuma düşmüş olmayı sürdürüyor. Bir zamanlar üretim fazlası ürünlerini nerelere satacağı, nasıl depolayacağı sorunlarını yaşayan Türkiye, yıllardır hiç akla gelmeyen, üretim kapasitesi en yüksek temel gıda kalemlerinde bile ithalatçı ülke konumuna girmiş bulunuyor..

Hayvancılığı, nerede ise dünyanın kendi koşulları içinde en pahalı yemini ithal eden ülke konumuna düşülmüş olması bağlantılı katlanan oranlarla gerilemiş bir ülke konumundayız. Doğal olarak bir zamanlar yaptığım inceleme dizilerinde dünya hayvan varlığında ilk sıralamalarda olan Türkiye’nin hayvan başına et-süt veriminde yetersiz olmasını sorun olarak gündeme getirdiğimizi unutmadım. Şimdilerde hayvan varlığında nüfusuna göre çok gerilerde bir ülke olmanın ötesinde, halkını gelirine göre en pahalı eti-sütü tüketmeye mahkûm eden, yine yıllık et-süt tüketiminde halkını, hele de çocuklarını en alt sıralara düşürmüş ülkeler arasındayız. En başta zekâ gelişiminde, çocuklarda boy ve kafatası gelişiminde çok olumsuz konumlarda olmamız bundan.. Süt zehirlenmesi tartışmasına girmeden, okulda ancak sütü görebilen çocuk nüfusumuzun çok yüksek oranlarda olduğunu anımsayalım ve de saçımızı başımızı yolalım..

***

Son seçimlerde yöre taramada bana Karadeniz kentleri düşmüştü. Geçmişte, tarım ürünleri dizileri için dolaştığım, gelişimini izlediğim bölgede, beni bile şaşırtan bir gerçekle yüz yüze gelmiştim. Çok yoğun göç olgusuna karşın köylerde de işsizlik patlamıştı. Çarşamba, Bafra ovalarında farklı bir tabloyu umarken, bu en verimli ovalarda bile doğru dürüst tarım yapılmasından vazgeçildiğini öğrendim. Nedenlerin başında bütün Karadeniz kıyılarında yaşandığı üzere tüm dere yataklarında akıl almaz bir çılgınlık olarak gündeme girmiş santral inşaatları gösteriliyordu. Ekimden vazgeçen üreticiye malum proje kapsamında dekar başı bir para ödeniyor, tek gelir kaynağı olarak HES inşaatlarında işçi olmak öne çıkıyordu.

Bir önceki yıl gazetemizde uzun bir tarım araştırması dizisini çalışanlar aramızda paylaşmıştık. Yine yakından bildiğim pek çok tarım üretimi, ürünü konusunda inceleme dizileri yaptığım Trakya’yı karış karış dolaşmıştım. Türkiye’nin sulama ayağı eksik kalsa da modern teknolojili tarımda en gelişmiş, verimde hep başı çeken, temel gıda ürünleri üretiminde de ana ambarı Trakya tarımı, dünyada örneği görülemeyecek bir cinayetin kurbanı olmuştu. Tarımda ambar topraklara İstanbul’dan taşınan yeni fabrikalar başkaca yer yokmuş gibi Trakya’ya kurulmuşlardı.. 10-20 yıl gibi kısa süreçlerde Trakya tarım toprakları, yeraltı suları ile birlikte akıl almaz bir kirliliğin, zehirlenmenin kurbanı olmuştu. Yıllardır yapılan uyarılara kulaklar tıkanmış, Türkiye’nin Avrupa ihracatına yakın, ucuz maliyet, kayıt dışı hatta kaçak işçilerle de ucuz maliyet cenneti bu dev Trakya sanayileşmesi, en alt sınırlarda önlemleri almadan, nankör üretimle geri dönüşü çok zor, pahalı bir zehirlenmeyi de üretmişti.

Leş gibi akan derelerde değil canlı yaşam, düşen kuşlar, kediler hemen ölüveriyorlar. İnsanların yanlışlıkla ıslanan yerlerinden yaralar çıkıyor. Kanser patlaması Allah’ın emri. Resmi açıklamalarda hâlâ bu sulardan beslenen pirinç, kimi tarım ürünlerinin üzerindeki kirliliğin insana zarar verme dozunu aşmadığı savunuluyorsa da gayri resmi bilgilenmeler, araştırmalar aksini söylüyor. Trakya tarımı yıllardır SOS veriyor.. Verim düşmesi, tarım ürünlerindeki en temel üretim teşviklerinin kaldırılması bindirince, ayçiçeği, buğday tarlalarının yerini hayvan yemi üretimi aldı. İktidarlarımıza soruyoruz; tarım ülkemizde ürettiklerimizle karnımız doyabilecek mi?

Cumhuriyet / 21.07.12