‘Geleceğe Dönüş’ mü? - Ergin Yıldızoğlu

  • Arşiv
  • |
  • Basın
  • |
  • 08 Ekim 2012
  • 04:38

Üç haftadır dünya ekonomisindeki kaygı verici gelişmeleri, siyasi etkilerini izlemeye çalışıyorum.

IMF: “2018’den önce toparlanma beklemeyin!”

Dünya ekonomisi 2007/8 mali kırılmasıyla sarsıldığında dünya ticaretinin 2006’da yüzde 10’un üstünde seyreden büyüme hızı, 2009 yılında adeta çökerek yüzde -12 olmuştu. O sırada dünya deniz ticaretini kargo fiyatlarındaki gelişmeler üzerinden izleyen “Baltic Dry Index” bir yılda yüzde 95 gerilemişti.

Dünya Ticaret Örgütü’nün son verilerine göre dünya ticaretinin 2010’da toparlanarak yüzde 14’e yaklaşan büyüme hızı, 2011’de yeniden yüzde 5’e gerilemiş; bu yıl da yüzde 2.5 düzeyini geçemeyecekmiş. Bu haberi aktaran Wall Street Journal, yazısında yer alan grafikler, Çin, ABD, Almanya, Japonya gibi dünyanın en büyük ekonomilerinin ihracat ve ithalat büyüme hızlarının 2010’dan bu yana belirgin biçimde gerilemekte olduğunu ortaya koyuyor. Financial Times, ABD fabrika siparişlerinde ağustosta yüzde 5.2 gerileme olduğunu aktarıyordu.

Baltic Dry Index de benzer bir eğilim sergiliyor. Bir yıl önce 11 Ekim’de 2161 düzeyinde olan indeks, bu yılın temmuz ayında 1160 düzeyine indikten sonra, 3 Ekim’de 768’e gerileyerek bir yılda yaklaşık yüzde 70 değer kaybetmiş (Bloomberg, 03/10/2012). Dünya ticaretindeki bu gerileme hem ekonomik yavaşlamadan kaynaklanıyor hem de ekonomik yavaşlanmayı olumsuz yönde etkiliyor.

IMF Başekonomisti Olivier Blanchard geçen hafta yaptığı açıklamada Avro bölgesi krizine, Japonya ve ABD’deki borç yükü sorununa, Çin ekonomisindeki yavaşlamaya göndermeyle, “Dünya ekonomisinde 2018’den önce bir toparlanma beklememek gerekir” diyordu (The Guardian, 03/10/2012).

Ekonomik büyümeyle, dünya ticaretinde birbirini besleyen gerilemeler, yine aklıma Prof. Williamson’un 19. yüzyılın son çeyreğinde başlayan küreselleşme ve finansallaşmada, 1. Dünya Savaşı’nı izleyen mali kırılmadan (1929) sonra başlayan dağılma sürecini irdeleyerek günümüze ilişkin dersler çıkaran çalışmasını getirdi.

Williamson’un geçtiğimiz yıllarda da aktardığım bulguları, “sağduyu” denecek kadar akla yakın. Ülkelerin içinde gelir dağılımı bozulmaya başlayınca halk, siyasi liderlerden bu duruma acilen çare bulacak politikalar üretmelerini istiyor. Gelir dağılımındaki bozulma, ekonomik duraklamayla, ticaretteki daralmayla ilişkilendirildiğinden bu liderler, halkın öfkesini üstlerine çekerek siyasi iktidarlarını tehlikeye atmamak için ekonomiyi, yapısal sorunlarına dokunmadan, acilen canlandırmaya yönelik önlemlere başvuruyorlar. İçeride sanayi üretimini etkileyerek işsizliği artırdığı düşünülen dış ticarette korumacılık, dışarıda da ihracatı artıracak yeni pazarlar, kaynaklar bulmak çabası, finansal ve siyasi baskı, şantaj ve şiddet araçlarını harekete geçiren politikalar gündeme geliyor. Bu gelişmeler, uluslararası ticareti olumsuz etkiliyor, ticaret savaşlarını tetikliyor. O dönemde, 1930’larda neler yaşandığını biliyoruz. Ben, bugün de benzer süreçlerle ve olasılıklarla karşı karşıya olduğumuzu düşünüyorum.

Toplumsal patlamalar, faşistler

O dönemi andıran bir durum, ilk kez 1999-2003 arasında küreselleşme karşıtı hareketler yükselirken ortaya çıkmaya başlamıştı. Hem iki büyük savaş hem de çok büyük, hızlı bir parasal genişleme, bu genişlemenin büyüttüğü kredi balonu bu dalgayı bastırmıştı.

Mali kırılmayla birlikte 2011’den bu yana yine benzer bir konjonktürün oluşmaya, ekonomik yavaşlamanın yoksullaştırıcı, işsizliği artırıcı etkilerine ek olarak, mali krizin kemer sıkma politikaları ve gıda fiyatları üzerinden getirdiği ağır yüklere tepkiler yükselmeye başladı. ABD’den Avrupa’ya “işgal hareketi” (Occupy Movement), AB’nin Yunanistan, İspanya, Portekiz, İtalya gibi en kırılgan ülkelerinde işçi hareketleri, genel grevler, sokak çatışmaları yoğunlaştı. Bu sırada Avrupa “periferisinde” Tunus, Mısır başta olmak üzere gıda fiyatlarıyla da ilişkilendirilebilecek sosyal patlamalar yaşandı.

Geçen haftalarda İspanya’da Katalan ayrılıkçı hareketinin hız kazanması, İtalya’da iki büyük sendika konfederasyonunun ortak eylemi, Yunanistan’da bir genel grev, bu dalganın yönetici kesimler üzerindeki basıncının hızla artmakta olduğuna işaret ediyordu. Cuma günü İtalya’da, büyük kentlerde, lise öğrencileri polisle çatışıyordu.

Bu dalganın getirdiği siyasi riskler, ABD ve İngiltere basınında özellikle İspanya bağlamında giderek daha fazla tartışma konusu oluyor. Geçen hafta BBC Web sitesine konan kapsamlı bir araştırma yazısı, Yunanistan’da faşist partinin güçlenmekte, taraftar toplamakta olmasına dikkat çekiyor, ancak “İspanya’nın Yunanistan’da olmayan boyutta bir patlama yaratma kapasitesi var” diyordu. BBC yazarını en çok kaygılandıran gelişme, Katalonya ayrılıkçılık hareketi hız kazanırken, Bask’ta sol eğilimli akımlar güçlenirken, yakın zaman kadar “üzeri örtülen, unutulmuş gibi yapılan” 1936 iç savaşına ilişkin anıların, saflaşmaların, simgelerin ve söylemlerin, özellikle de ordu içinde ve emekli subayların örgütlerinde yeniden ortaya çıkmaya başlamış olmasıydı.

Financial Times’dan Mark Mazower, “Avro bölgesinde tartışmayı ekonomik sorunlar sürüklüyor, ama esas siyasi sorunlardan kaygılanmamız gerekir” diyordu. Marzower, özellikle Yunanistan’da iki partili sistemin çöktüğünü, faşist partinin güvenlik güçleriyle yakın işbirliği içinde hızla güçlenmekte olduğunu, yoksullara ve işsizlere yönelik “Yunanlı olmaları koşuluyla” sunmaya başladıkları sosyal yardımlarla topluma nüfuz etmekte olduğuna işaret ediyordu.

Parasal genişleme - rekabetçi devalüasyon

Bu basınçlar altında sorunların köküne inmek yerine sorunları acilen öteleyecek önlemler gündeme geliyor. Örneğin, Amerika’da Fed, Avrupa’da Avrupa Merkez Bankası ekonomiyi canlandırmak umuduyla sınırsız bono satın alma yoluyla likidite yaratacağını açıklıyor.

Ancak bu parasal genişleme çabaları, bu kez başka sorunları harekete geçiriyor. Örneğin, ekonomik yavaşlama derinleşir, yayılırken Financial Times ve Market Watch yorumcularının dikkat çektiği gibi 2010-11 döneminde yatışarak “döviz savaşlarında” göreli bir “ateşkese” neden olan “küresel dengesizlikler” (ABD’de dış ticaret açığı – Çin ve başka ülkelerde dış ticaret fazlası ve döviz rezervleri) konusu yeniden öne çıkmaya başlıyor. Bu koşullarda parasal genişleme politikaları, kimi Brezilya gibi yükselmekte olan ülkeler tarafından “rekabetçi devalüasyon” olarak algılanıyor, tepki çekiyor. Çin ekonomisindeki yavaşlama, Çin’den sermaye çıkışının “remninbi”nin değerini düşürücü etkileri, ABD’nin bu ülkeye ihracatını olumsuz etkilerken “döviz manipülasyonu” suçlamalarını yeniden canlandırıyor.

Avrupa’da merkez bankasının sınırsız parasal genişlemeye gidebileceğini açıklaması, bu kez Alman Bundesbank öncülüğünde bir kesim tarafından, faizleri etkileyerek mali politika alanına geçtiği, enflasyonla savaş hedefini terk ettiği gerekçesiyle şiddetle eleştiriliyor. Toplumsal muhalefetin basıncı, yine uluslararası gerginliklere yol açmaya mı başlıyor?

Cumhuriyet / 08.10.12