Gazetecilerini betona gömen ülke - Nilgün Cerrahoğlu

  • Arşiv
  • |
  • Düzen cephesi
  • |
  • 15 Mart 2012
  • 06:53

Nedim Şener cezaevini anlatırken “Betona gömülüyorsun” diyor: “Sağın solun beton. Toprak yok ağaç yok. Bir mandalinayla birlikte yeşil yaprak geliyor onu asıyorsun. Ya da portakal kabuğunu elinde sıkıyorsun ki koku olsun diye. Koku yok. Yaşamla ilgili tüm duyguların ölüyor. Gözün bile zayıflıyor. Uzağı göremez hale geliyorsun.”

Bu sözleri okurken Leyla Zana’yı hatırladım.

Zana da hapisten çıktığı gün toprağın üzerinde çıplak ayak yürümeyi arzuladığını, teninde doğayı hissetmek istediğini söylemişti…

Özgürlüğü kaybetmenin ötesinde, demek doğadan koparılmak da taşınması en zor olan yük.

“Silivri’de her şey insanı çürütmek adına hazırlanmış” diyerek söze devam eden Şener, “empati” duygusu körelmemiş her yurttaşı can evinden vurması gereken şu ifadeleri de kullanıyor:

“Cezaevi bir kutu gibi hiçbir alan yuvarlak ve insani değil. Koğuşlar, koridorlar köşeli. Her yerde demir kapıların gürültüleri. İnsanın yaşayacağı yer değil cezaevleri. Maalesef meslektaşlarımızın üzerine bu betondan binaları döktüler ve dökmeye devam ediyorlar.”

Zulüm şampiyonluğu

Türkiye’nin demirparmaklıklar ardına attığı gazetecileriyle “dünya birinciliği madalyasını” taşıdığı düşünülecek olursa; Şener’in söz ettiği trajedinin çapı anlaşılır.

Nedim Şener ve Ahmet Şık’ın serbest bırakılmasında ağırlıklı etki yapan uluslararası basın örgütleri, geçen yıl içinde hazırladıkları raporlarda, bu zulüm şampiyonluğumuzu dünyaya ilan etti.

Uluslararası Basın Enstitüsü (IPI) “AB adayı Türkiye”deki tutuklu gazeteci sayısının, dünyanın en baskıcı ülkeleri Çin ve İran’dan misliyle fazla olmasının garabetine dikkat çekti.

Tepkiler ardından çığ gibi geldi.

“Economist”ten “Financial Times”a, “Repubblica”dan, “El Pais”e dünyanın önde gelen tüm büyük yayın organları; gazetecilere Türkiye’yi zindan eden korku ve baskı ortamını dillerine doladı.

Türkiye hakkında yorum yapıp da AKP’yi yeryüzünün “en basın düşmanı hükümeti” ilan etmeyen kalmadı...

En son daha geçen hafta “New Yorker”da; “Türkiye’nin hapisteki gazetecileri” başlığıyla (9 Mart) çıkan böyle bir yazı okuduk.

“Dünyanın en çok gazeteci hapseden ülke hangisi? Bildiniz mi?” sorusuyla sadede giren makale; “ABD müttefiği, NATO üyesi ve Müslüman demokrasinin vitrin ülkesi Türkiye’nin”; dünyanın en baskıcı ülkesi olduğunu söylemekte; hapiste 42 gazetecisi bulunan İran’a 2-0 fark attığını belirtmekte ve “Erdoğan Türkiyesi’nin, Putin Rusyası gibi artık tek parti demokrasisine dönüştüğünü” vurgulamaktaydı.

Avrupa’da “Repubblica”da aynı gün yayımlanan iki tam sayfalık değerlendirmede de gene, “AKP hükümetinin gazete yöneticileri ve editörlerine koyduğu açık baskılar ve tehditler nedeniyle ‘otosansür’ün kural haline gelişinden” dem vurulmaktaydı.

“Betona gömülen” her gazeteciye karşılık yüzlerce gazetecinin zorunlu “otosansürle” seslerinin kesildiğini dünya artık öğrenmişti.

Keşke iç kamuoyu başarabilseydi

Erdoğan’dan, Davutoğlu’na ve Egemen Bağış’ına dek hükümetin üst düzey temsilcileri; “Neden hapiste bu kadar çok gazeteciniz var?” sorusuna muhatap olmaksızın uluslararası kamuoyu önüne çıkamaz olmuşlardı.

“Ama onlar gazeteci değil ki! Terörist. Tecavüzcü, ırz düşmanları!” şablonuyla döktürülen cinfikir “ezberler”; dünya kamuoyunda AKP temsilcilerini iyice gülünç duruma düşürüyordu.

En son Egemen Bağış’ın BBC’nin “Hard Talk” programında sunucu Stephen Sackur’a karşı, “Onların kimi banka soyguncusu, kimi de tecavüzcü. Bizde mesleği yüzünden tutuklanan gazeteci yok!” derken düştüğü zavallı konumu izledik…

AKP “hapisteki gazeteciler” yüzünden Türkiye dışında özetle “insan içine çıkamaz” hale geldi.

Nedim Şener, Ahmet Şık, Coşkun Musluk, Sait Çakır’ın salıverilmesi ardındaki birinci itici güç işte bu: dayanılmaz hal alan bu uluslararası baskı.

Keşke uluslararası baskılar yerine, içerde ülke kamuoyunun gücü ve baskısı “betona gömülen” meslektaşlarımızın özgürlüğünü iade edebilmiş olsaydı.

Ancak iç kamuoyunun kendisini hissettirebilen bir gücü ve ağırlığı olmuş olsaydı; zaten “dünyada en çok gazeteci hapseden ülke” sıfatına sahip olmazdık.

İktidar 100’ü aşkın gazeteciyi kilit altında tutmak cesaretini kendinde bulmazdı.

İç kamuoyunun bu konudaki vurdumduymazlığı Egemen Bağış hiç unutmuyorum; 12 Haziran’da “Seçim kampanyası sırasında bize hapisteki gazetecileri hiç soran olmadı!” diyerek ifade etmişti.

Hapiste bulunan gazetecilerin hesabını iktidardan soran olsaydı, AKP iki kişiden birinin oyunu zaten alamazdı.

“Hapisteki gazeteciler” yüzünden Türkiye’de keşke AKP’ye hesap sorulabilme noktasına gelinmiş olsaydı.

Şener ve Şık’ın serbest bırakılmaları şimdi hem iç kamuoyundaki duyarlılıkları canlandırmak ve hem de hukuki teamüllerin önünü açmak açısından umarız vesile olur.

Cumhuriyet / 15.03.12