Gardiyanın şaşkınlığı – Ahmet Kahraman

  • Arşiv
  • |
  • Kürt Sorunu / Azınlıklar
  • |
  • Düzen cephesi
  • |
  • 26 Temmuz 2012
  • 07:24

Elçiler, bulundukları ülkelerin kendileri ya da genele ilişkin niyeti, gidişat ve planları hakkında bilgi toplayan dokunulmaz casuslardır.

Özel personel ve bağlantıların dışında, bulundukları ülkenin medyası, başlıca açık bilgilenme kaynaklarıdır. İlgilendikleri konularda, gazeteleri didik didik etmekte, televizyonları reklamlara varana kadar izlemektedirler.
Ankara’daki elçiler, Recep Tayyip’in iftar yemeğine giderken, Türk devletinin Suriye’deki terör eli değil, eğitim kampları, silahlandırma ve seviyat kollarıyla bütün gövdesi gözlerinin önündeydi. Suriye kimlikli kamuflaj yerli personelin öne sürülmesinden başka Mısır’da, Afganistan ve Libya’da deneyimli militanların kamplardan çıkıp, içerde silah patlattıklarını Türk gazeteleri yazıyordu.
Türk Genelkurmay Başkanı General Özel’in Akşam gazetesindeki demecinde, “Suriye’de neler olacağını yakında göreceksiniz” demesinden üç gün sonra, Şam’ın kalbinin dinamitlenmesi de hafızlarda tazeydi.
 Recep Tayyip’in emir ve komutasındaki Türk devleti, miting yapmak isteyen Amed polis ve asker ordularıyla işgal edip, şehri yerden ve havadan gaz bombasına tutuyor, sokağa çıkanı tazyikli suyla yere yıkıp, özel dövücülere coplatıyor, demirlere bağlanmış Kürt gencinin coplanması, vahşetin silinmez karesi olarak zulmün evrensel tarihine geçiyordu. Bir eli ve öteki bacağıyla Irak içlerinde olan Recep Tayyip, öbür taklasında özgürlük sevdalısı rolüne geçiyor, “halkın gösterilerle kendini ifade etme özgürlüğünü kısıtladığı” gerekçesiyle Suriye’ye terör ihraç kampları kuruyordu.
Kürtler, oğulcuğunun üstüne tescilli gemilerinin önüne de çıkmamış, ama o yeminli gibi nerede varsa enselerindeydi. Tekzip görmemiş, “Kürdistan, Arjantin’de de kurulsa müsade etmeyiz” sözlerinin sahibi olarak, Kürtlerin evrensel gardiyanlığını yürütüyor, açık hava hapishanesini de çok görüp, binlercesini betonların gerisine kapatıyordu. Sıradakilere yer açılsın diye mi bilinmez, “Tüüürkküüm” diye uluyan tekmil katilleri, özel afla salıveriyordu.
Ama aynı Recep Tayyip, iftar sofrasına dizdiği elçilerin karşısında sahici bir poz ve inandırıcı olma edasıyla şöyle diyordu:
“Öncelikle, bugün bir daha şu hususun altını kalın çizgilerle çizmek istiyorum; Türkiye olarak, ne içinde bulunduğumuz coğrafyada, ne uzak, ne yakın coğrafyalarda, hiç bir ülkenin iç işlerine karışmadık ve karışmıyoruz.”
Meydan Recep Tayyip’indi. Dilin dizgini de yoktu. Elçiler, nihayetinde orada misafirdi. Adap, terbiye bilenlerdi.
“Şimdi hurmalı ağzına yakıştı mı, bu atmalar Recep” diyemedi kimse.
Aralarında, “oruç tutuyormuş gibi görünmek ve bunun gösterisine çıkmak dindarlık değildir. Dindarlık yalan söylememektir” diye fısıldaşanlar, keh keh gülmekle kaldılar.
Öylesine bir yamanlıkla “başka ülkelerin iç işlerine karışmadık ve karışmıyoruz” hallerindeydi ki, Güney Batı Kürdistan’ın özgürleşme çabası karşısında, olanları önleyemeyen insan hınçlısı gardiyan şaşkınlığıyla, cin zekalı elçileri akla, mantığa muhtaç avanak yerine yerine koyuyordu. “Türklerden sonra dünyayı temsil eden enayileri kandırdım” huzuru içinde, ama gözleri bir noktaya sabitleşmiş halde bakarak, Dışişleri Bakanı Davutoğlu’na “Suriye Kürtlerini korkutan bir şeyler yap lan, karşımda hizaya geçsinler” emrini veriyordu.
Gazetelerin yazdığına göre, o da Suriye’yi yıkıp, can almakla görevli çetebaşını çağırıyor, “Kürdistan bayrağı çekilmiş direklere, derhal indirtin” emrini patlatıyordu. Çete beçare kalıyor, ama üyelerden Mahmut Osman, korkuluk olarak Türk televizyonunda beliriyor, “küstah” diye bağırarak Kürtlere küfrediyordu.
Her dönemin yalaka ve yandaşı medya da, gök yıkılmış, baş ağaşı olmuş, yere indi inecek hale gelmiş gibi ses sese panik halinde “yeni bir Kürdistan kuruluyor” diye avazlanıyordu. Hızını alamayanlar, Kürdistan söz konusu ise her Kürdün öteki kadar ulusalcı olduğunu unutuyor, Güney Kürdistan’ın lideri Mesut Barzani’ye sövüyorlardı.
Onlara göre Barzani, Kuzey’deki isyanı söndürecek, Güney Batı’yı da onların nam ile hesabına köle kalmaya katkı yapacak kişi olarak görülmüştü. Ama yürek yaralarını deşmeyin ki, yanılmışlardı. Barzani Kürdistan ulusal hareketi içinde yer alşmış, üstelik üstüne sefere çıkacak güçleri de yoktu. Çünkü, ey vah ki, Güneyden besleniyorlardı. AKP demek kazanç demekti. Din ve imam kazanç olanlar, her mahalleye, tepeye bir cami inşaatıyla göz boyayıp, cennet yollarında kimsenin kimseye rehberlik, vekillik edemeyeceğinden habersiz seçmenin oyunu topluyor, malı topluyorlardı. Güney Kürdistan’la takışma kazanç yollarının kesilmesi, en azından Fethullah Gülen’in kapı dışarı edilmesiydi.
Onun için, elleri bağlı, koyun melüliyetiyle bakıyorlardı.
Kürdistanı hapishane yerine koyan, kendini gardiyan sananlar kontrolü kaybetmiş, gej koyun gibi yön şaşırmış, çıkmazda kalmışlardı. Kürdistan bayrağını indirmek için, Güney Batı’ya fesat, fitne, terörisit de çıkaramıyor, medyasına göre orduya, “fetih hamlesi için ileri lan, daima ileri” emri verilemiyordu. Çünkü fethin garantisi yok, bataklığa girmek var, ama çıkış belirsizdi.
Güney Batı oluşumuyla, “yeni Kürdistan” söylemine gelince:
Kürdistan, bugün keşfedilmedi. Zaten vardı. Dar zamanda bölünüp çalınmıştı. Yetişen çocukları, canları ve kanlarıyla adım adım kurtarıp, bütünleştirmeye çalışıyorlar. Yurt hırsızları, bunu anlayamıyor, isyan seli şaşkın bakıyorlar.

Yeni Özgür Politika / 26.07.12