F tipi film – Berrin Karakaş

  • Arşiv
  • |
  • Zindanlar
  • |
  • 20 Aralık 2012
  • 05:11

2012 senesinin geçip gidişini açık sarı bir mektup kâğıdından, dikenli tellerin üzerine işlenmiş yıldızların altından seyrettim. Sol yanda demir parmaklıklardan uzanmış bir zafer işareti, bir de köşede gümüş rengi bir hilal. “Gökyüzünden kuşanıp yıldızları, gözlerimizde sıcacık bir gülüşle ısıtacağız geceyi. Bekle bizi bekle…” diyordu Özgür Tutsaklar’ın Kandıra 1 No’lu F- Tipi Hapishane’sinden gönderdiği yeni yıl hediyesi takvim.

Takvim sona geliyor, yıl bitiyor. Bu bir yılda sayılara sığmayan itirazlarıyla F tipi hapishanelere tecride gönderilenlerin sayısı takvimin günlerini çok çok geçmişken, 21 Aralık’ta bir film giriyor gösterime: F Tipi Film: 2000’lerde çevrilmeye başlanmış ve çekimleri ‘şiddetle’ devam eden bir filmden parçalar.

21 Aralık, manidar bir tarih; en uzun gece, en kısa gün… 21 Aralık’ta bu sene bir de kıyamet bekliyor insanoğlu; sanki değilmiş gibi kapıda, sanki her daim kopmazmış gibi…

19 Aralık 2000’de kopmuş bir tufan var örneğin, hatırlayalım: ‘Hayat Tufanı’. Memleket takviminde kanlı, alev alev bir kıyamet. F tipi hayata itiraz edenlerin canlı canlı yakıldığı, ölüm orucuna yatmışlara yarım yamalak bir hayat hediye edecek ‘hayat’ serumlarının basıldığı, adı ‘Tufan’ konmuş, ‘hayat’ diye sunulmuş bir dönüş.

13 Aralık 1980’de de bir kıyamet var. O da ayrı bir ‘en uzun gece’. Öyle uzuyor ki bir sene büyütüyor bir çocuğu. 17 yaşında Erdal Eren, bir gecede 18 oluveriyor; boynu ipe geçirilebilecek yaşa getiriliyor.

F tipi hapishaneler, işte bu kara tarihler unutulsun diye var. İtiraz edenler akılları başlarından gidene kadar yalnız kalsınlar diye.

F tipi filmin çevrilmediği yer kalmamışken, Grup Yorum şarkılarıyla gelen ‘F Tipi Film’, geceyi gündüze karıştırmaya, yok kılmaya duvarlar, hücreler inşa edenlere, parmaklıklar ardından bir zafer işareti. 21 Aralık’ta, o en uzun gecede hatırlayalım diye, düşünelim diye Grup Yorum seferberliğinde bir araya gelen 9 yönetmenden, 9 kısa filmden olma bir film. Bir hapishane topunun peşinde duvar tanımayanı, sınır tanımayanı anlatıyor. Dayanışmanın, dostluğun gücünü gösteriyor. Ki ‘kıyamet’ bunca yaklaşmış, yakın gelecekte gayrısı yalan oldu olacakken, dostluk her zamankinden daha önemli olmalı.

Öyle önemli olmalı ki dostluk, Reis Çelik’in kısa filmindeki gibi, bir böcekle dahi kurulduğunda öyle değerli; bitişi ölüm… Dostluk öylesine kuvvetli ki, üç kişilik bir koğuşta, omuz verince biri diğerine, tavanlarda dahi yürüyebiliyor insan Aydın Bulut’un filmindeki gibi. Öyle sınırsız olabiliyor sınır dedikleri. Çürümüş çileklerden, karalahanalardan boya yapıyor da, inadına renklendiriyor beyazlıkları, nizamı, intizamı. Dostluk öyle coşkulu ki, Barış Pirhasan’ın filmindeki gibi, saç telinden müzik yapıyor, yetiştiriyor 1 Mayıs Marşı’nı arkadaşlara. Öyle yaratıcı ki dostluk, Hüseyin Karabey’in filmindeki gibi, icat ediyor. Ölüm orucunun sildiklerini, yeniden yapıyor. Öyle naif ki, Vedat Özdemir’in filmindeki gibi, “ağır devrimciler” bir olup, yüzü gözü kan, operasyondan çıkmış arkadaşlarına küçücük bir kâğıtta derman gönderiyorlar; ‘Seni Seviyoruz’.

Filmler içinde en sessiz film Mehmet İlker Altınay’ın filminde, bir fluluk var geride, üniformalı bir fluluk, sesi gayet net: ‘Soyunsana be kadın! Sen oğlunu görmek istemiyor musun? Soyunsana kadın!”

O flu görüntünün önünde çok net olan anneye, o soyunan kadına iyi bakın filmde. “Artık en azından yakmıyoruz” diyenler özellikle, o yangına iyi baksınlar.

Son olarak John Berger’ın ‘Fellow Prisoner’ başlıklı yazısını bir kez daha hatırlatmak isterim. Ki, topluca bir hapishanedeysek, hakikati oluşturma yolunda, hapishanelere iyi ‘bakalım’…

Radikal / 20.12.12