Esad istenmediği zirvenin peşin galibi - Fehim Taştekin

  • Arşiv
  • |
  • Kategori yok
  • |
  • 26 Mart 2012
  • 05:47

Arap Birliği, 1990’dan beri ilk kez 29 Mart’ta Bağdat’ta toplanıyor. Tam da Suriye’nin Arap siyasi atlasında yeniden merkeze alındığı bir dönemde. Aktörler ve eksenler değişse de Arap Birliği’ni doğuran koşulların izdüşümü sayılabilecek bir güncellik söz konusu. Dün Suriye çekiştirilen bir ülkeydi ve Arap aktörler kendi güçlerini Suriye ile tanımlamanın derdindeydi. Bugün de öyle. Arap âleminde Suriyesiz siyaset zor. Irak Kralı Faysal bin Hüseyin’in tüm hayali birleşik Irak-Suriye devletinin kralı olmaktı. Suriye’den çıkarıldıktan sonra gözü Şam’da kalmıştı. Halefi Nuri Sait Paşa’nın derdi de önce Suriye, Ürdün, Lübnan ve Filistin’i birleştirmek, ardından Irak’ı bu birliğe katmaktı. Projesine ‘hayırlı hilal’ diyordu. Faysal’ın kardeşi Abdullah da Ürdün’e kral yapıldıktan sonra bölgesel güç olmak için ‘Bilad-ı Şam’ı ‘Büyük Suriye’ olarak idealize ediyordu. Hayali ‘Suriye, Lübnan, Ürdün ve Filistin’ ortak devletinin kralı olmaktı. Bölgesel liderlikte Şam’la yarışan Mısır da, Suriye’yi Bağdat ve Amman’a kaptıracak değildi. Nitekim tarih, Mısır-Suriye ortak devletine de şahit oldu. Arap Birliği, Suriye ile birlikte büyüme hayallerinin çarpıştığı bir siyasal ortamda doğdu. Körfez’in efendisi Suudi Arabistan ise Ürdün ve Irak’taki Haşimi krallarının Suriye ile bölgesel güç olmasını istemiyordu. Tercihi ayrı ve zayıf Suriye’den yanaydı. Suriye’nin önemi hiç değişmedi. 

Suriye’de Bağdat ayarı
Değişen şuydu: Irak ve Ürdün’ün Suriye ile nüfuzunu arttırma hayalini kapan İran oldu. Irak’ın Şiilerin eline düşmesinin sancısıyla kıvranan Suudi Arabistan, Suriye’deki isyanı bu ülkenin eksenini değiştirmek için altın fırsat olarak gördü. Bağdat toplantısının Suriye açısından kritik tarafı şu: Dönem başkanlığı Katar’dan Irak’a geçecek. Katar Başbakanı ve Dışişleri Bakanı Şeyh Hamad bin Casim el Sani, Suudi liderlerle birlikte son 1 yılda Suriye’de rejim değişikliğini Arap Birliği’nin siyasi hedefine dönüştürmeyi başardı. İsrail’e karşı sergilenemeyen ‘ortak Arap iradesi’, Suriye’ye karşı şekillenebildi. Ve Suriye’nin üyeliği askıya alındı. Örgüt benzer zılgıtı Camp David antlaşması nedeniyle Mısır’a atmış ama Kahire, İsrail’le ilişkilerinden taviz vermeden 10 yıl sonra birliğe dönebilmişti. Aslında Katar Mart 2009’da devraldığı dönem başkanlığını Mart 2010’da Libya’ya bırakmıştı. Sıra Mart 2011’de Irak’a geçmesi gerekirken Libya’da isyan çıkınca Bağdat zirvesi ertelenmiş ve Libya’nın üyeliği askıya alınmış, böylece Katar kritik süreçte koltuğu gaspetmişti. Malum Irak’ın Şii kökenli Başbakanı Nuri Maliki’nin Suriye’ye yönelik tutumu Katar-Suudi yaklaşımından çok farklı. Haliyle bu Arap Birliği’nin gündemine de yansıyacak. Zira zirvede Suriye lideri Beşşar Esad’ın çekilmesinin istenmeyeceği peşinen ilan edildi. ‘Suriye’nin Dostları’nın meşru temsilci olarak tanıdığı ‘Suriye Ulusal Konseyi’ne de Bağdat yolu kapalı. 

Arap barışı mı?
Zirvenin bir diğer önemi Maliki hükümeti, bu sayede Arap tecridinden kurtulma fırsatı elde edecek. Maliki konuklar gelmeden yıkık-dökük yol, bina ve parkları adam etmek için 400 milyon dolar harcadı. Kuveyt’le 500 milyon dolarlık tazminat meselesini çözdü, Suudi Arabistan’la tutuklu değişimi anlaşması imzaladı, Mısırlı işçilere 500 bin dolar tazminat ödedi. Suudi Arabistan’la diplomatik ilişkiler tesis edildi. Şii başbakandan Körfez İşbirliği Konseyi üyelerinin zinhar hazzetmediği aşikâr. Körfez ülkeleri Şii iktidara tepki olarak Saddam sonrası Irak’a elçi göndermekten kaçındı; Irak’a diplomatik ambargo uygulandı. Bazı emir ya da kralların Bağdat’a gitmek için Sünni Devlet Başkan Yardımcısı Tarık Haşimi hakkındaki davanın düşürülmesi ve Irak’ın Suriye konusunda tutum değiştirmesi gibi şartlar koştuğu da iddia ediliyor. Buna karşın Bağdat, 22 liderden 8’inin katılmasını bile büyük başarı sayıyor. Manama’daki Şii göstericilerin bastırılmasını eleştirdi diye Irak’a diş bileyen Bayreyn gibi zirveye gitmeyi peşinen reddedenler de var. Körfez ülkelerinin Irak’ın Arap Birliği dönem başkanlığından beklentisi, Bağdat’ın Tahran ile Arap dünyası arasında tercihini netleştirmesi. Ancak Maliki’nin mezhep paydaşlığı bir yana Irak’ın su ve elektrik ihtiyacını gideren İran’a sırt çevirmesi mümkün değil. 

Maliki’nin zor seçimi
Saddam döneminde Tahran ve Şam’da sürgün yaşamış biri olarak Maliki’nin Körfez ülkeleriyle yolculuğu hiç de kolay olmayacak. Irak’ın dönem başkanlığı, Suriye konusunda Türkiye’nin Arap Birliği ile kurduğu ortaklığı da etkileyecek. Nitekim Arap Birliği ile oluşturulan ‘Türk-Arap İşbirliği Forumu’na rağmen Türkiye’nin zirveye katılım talebi, Arap olmayan diğer 29 ülkeyle birlikte reddedildi. Arap kuşatmasını yarmaya şiddetle ihtiyaç duyan Irak, dönem başkanlığını akıllıca yönetirse ülkedeki mezhep gerilimi düşebilir, Körfez’in İran’la örtülü savaşı gerileyebilir ve Suriye’de ‘şiddetsiz’ çözüm arayışları öne çıkabilir. Peki Irak bunu başarabilir mi? Hem Maliki’nin iş tutuş tarzı, hem de kral ve emirlerin mezhepçi kini düşünülünce kolay değil.

Radikal / 26.03.12