Erdoğan’ın ‘Ödül Skandalı’ - Nilgün Cerrahoğlu

  • Arşiv
  • |
  • Kategori yok
  • |
  • 20 Mart 2012
  • 06:15

Bochum, Avrupa’nın kalbindeki Ruhr havzasında.

Bu kent hakkında geçen hafta sonuna dek fazla bir şey bilmiyorduk.

Madenci geçmişi nedeniyle hatırı sayılır bir Türk nüfusuna sahip olan kentte Erdoğan’a “Steiger demokrasi ve hoşgörü” ödülü verileceğini, ödül törenine bir iki gün kala öğrendik…

“Diğerkâmlık ve hoşgörüyü” yüceltenlere verildiği söylenen ödül, Erdoğan’a “Avrupa’ya katkı” alanında uygun görülmüştü.

İkinci ameliyat sonrasında ilk yurtdışı seyahatini Erdoğan bu ödül için yapacaktı. Eski Almanya Cumhurbaşkanı Horst Köhler ve İsveç Kraliçesi Silvia da Başbakan’la bu yıl ödülü alanlar arasındaydı…

Haberin internete düşmesiyle, Almanya’da “Erdoğan’a demokrasi ödülü vermek de nereden çıktı?” sesleri yükselmeye başladı.

Hıristiyan Demokratlar’dan Hür Demokrat Parti mensuplarına; muhalefetteki Yeşiller’e dek yelpazenin her rengindeki siyasetçiden itiraz dalgası yayılıyordu:

“Erdoğan’ın ifade özgürlükleri, kadın, azınlık haklarına ilişkin seceresi ortadayken, bu ödül neyin nesi?”

‘Hoşgörü’ yabancı sözcük

Ateş püsküren “gurbetçiler” de süratle protesto hazırlıklarına girince, ödülü verenleri telaş aldı.

Steiger organizasyonunun internet sitesinde önce açıkça “Erdoğan ödülü nedeniyle sert tepkiler aldıklarını” belirten bir açıklama yayımlandı. Çevir kazı yanmasın “Ama biz Erdoğan’a ödülü politik duruşundan değil, Türk Alman dostluğu için veriyoruz” dendi.

Steiger’ın bu açıklamasını; Erdoğan’ın Bochum seyahatini iptal etmesi izledi…

Steiger yöneticileri o noktada ödülü geri çektiler.

Erdoğan’a verilecek ödülün yer aldığı “Avrupa kategorisini” programdan kaldırdılar ve “Başbakan’ı temsilen başka kimseye ödülü veremeyeceklerini” açıkladılar.

Tam skandal!

İmaj çürümesi

Beri yandan Alevi, Kürt, Ermeni grupların gösterileri planlandığı gibi yapıldı. Sonuçta Erdoğan’ın da bu büyük “Bochum baharından” ötürü Almanya’ya gidemediği ileri sürüldü.

Türk medyasında gözden kaçırılsa da “Bochum macerası”, Başbakan Erdoğan’ın uluslararası alandaki “imaj çürümesinde” ayyuka çıkan bir örnek…

“Demokrat yasaları olmayan ülkelere gitmiyorum. Çin ve Türkiye’nin davetlerine bu nedenle katılmıyorum” diyen yazar Auster’a bile uzaktan “had bildirmeye” kalkışan Erdoğan; ödülünün Almanya’da göz önünde geri alınmasını sineye çekmek durumunda kaldı.

“Economist”ten “Financial Times”a uluslararası basında artık “otokratlaşan Erdoğan” hakkında yazı yazmayan kalmadı. Ankara’nın hapisteki gazetecileriyle “dünya şampiyonluğunu” irdelemeyenin kalmadığı gibi...

O kadar ki… Bu tepetaklak giden “imaj” çözülmesinin farkına varan Gül ve Babacan gibi isimler bile artık “imajımızın iyileştirilmesi” ve “hukuk devletinin tesisi” gibi konularda kendilerini çağrılar yapmak zorunda hissediyorlar…

‘Türk sahtekârlığı’

“Türkiye’nin yurtdışı algısıyla” devlet katında burun buruna gelen çevrelerin de dikkat çektiği gibi AKP Türkiye’sinin bu irtifa kaybı gizlenemez hale geldi.

Türkiye’yi yakın zamana dek “Arap Baharı ülkelerine” model gösteren Batı’da bu sunumlar art arda sorgulanır oldu.

Örneğin bir ay önce “Türkiye Arap Baharı’na model olabilir mi?” sorusunu tartışan BBC’deki “Doha Debates” programı, “Kelin merhemi olsa başına sürerdi!” sonucuna ulaştı.

Fransa’da yeni çıkan “Türk Sahtekârlığı/L’imposture Turque” isimli bir kitap da son dönemde gene aynı sonuçlara ulaşıyor…

Yazar Martine Gozlan’ın “Türk modeli serap mı, mucize mi?” sorusuyla başlayan kitap; bu “sözümona modelin” aslı olmayan üç boyutlu bir kurguya dayandığını, AKP Türkiye’sinin gerçekte ne demokratik, ne laik ne jeopolitik bir model sayılabileceğini söylüyor.

“AKP’nin uluslararası platformda demokrasinin beyaz mantosuna sarınarak AK Parti olmaya çalıştığını” ama bunu başaramadığını, aksine Türk toplumunun gericiliğe doğru bir yürüyüş içine girdiğini savunuyor.

“Lider tapınmasından, yandaş-akraba kayırmacılığı içeren nepotizme dek… Arap devrimlerinin karşı çıktığı ne varsa hepsi Erdoğan ve partisinde var!” diyen “Türk Sahtekârlığı”; otoriter refleksler ve rövanşizmlerle bir model kurulamayacağını söylüyor.

Basına baskıların Erdoğan döneminde kurumsallaştığına, kadınların eve kapatıldığına dikkat çeken “Türk Sahtekârlığı”; AKP’nin Avrupa’dan uzaklaşmasıyla birlikte “Milli Görüş” köklerine döndüğünü belirtiyor. Geri dönüşün simgesi olarak da Erdoğan’ın 12 Haziran seçimleri ertesinde yaptığı meşhur “Bağdat’tan Beyrut’a, Ramallah’tan Kudüs’e... Bu gece herkes kazandı!” konuşmasını gösteriyor.

2011 seçiminden sonra AB referansının yok olduğuna değinen Gozlan’ın “Türk Sahtekârlığı”; sorulması gereken sorunun artık “Türkiye’nin hangi hızla İslamcılığa yuvarlandığı sorusu” olduğunu vurguluyor.

“Türk Sahtekârlığı”, Türkçeye kazandırılmalı.

Cumhuriyet / 20.03.12