Erdal Eren ölümsüzdür!

  • Arşiv
  • |
  • Kategori yok
  • |
  • 13 Aralık 2006
  • 04:16

“aşk demişti yaşamın bütün ustaları
aşk ile sevmek bir güzelliği
ve dövüşebilmek o güzellik uğruna
işte yüzünde badem çiçekleri
saçlarında gülen toprak ve ilkbahar
sen misin seni sevdiğim o kavga
sen o kavganın güzelliği misin yoksa”
Adnan Yücel


Erdal Eren’i ölümsüzlüğe uğurlayalı tam 26 yıl oluyor. İdamının ertesi günü başlayan sloganlar yılları aşarak yankılanmaya devam ediyor. 17 yaşındaki yiğit devrimcinin birkaç saniye sonra boynunu geçireceği ilmeğe yönelttiği kararlı bakışları şimdi binlerce gencin mücadele azmi.

Peki neydi Erdal’ın anısını onyıllar sonrasına taşıyan, Erdal’ı ölümsüz kılan? Yani kimdi Erdal Eren?

Sinan Suner şehit düşüyor...

ODTÜ öğrencisi genç bir devrimci olan Sinan Suner 30 Ocak 1980 gecesi Ankara Hoşdere’de yazılama yapmaktaydı. Faşist bir koruma polisinin hain pususuyla karşı karşıya kalmış,  adı, eli kanlı katillerin mücadeleden kopardıklarının arasına geçmişti. Elikanlı katiller Sinan’ı vurmakla yetinmediler, saatlerce arabayla başkent sokaklarında dolaşarak ölmesini beklediler. Öldüğünden emin olunca da hastane kapısına attılar...

Yoldaşları Sinan’ın şehit düştüğü haberini alınca hemen bir gösteri örgütlediler. Sinan’ın vurulduğu yerde bu kez yoldaşları vardı. Katillerin suratlarına kararlılıklarını ve mücadelenin devamlılığını haykırıyorlardı. “Devrim şehitleri ölümsüzdür!”, “Sinan yoldaş yaşıyor!” sloganları Aşağı Ayrancı sokaklarında yankılanıyordu. Sinan’ın katillerine bilediği öfkeyle, yüzlerce yoldaşının sesiyle bir çıkıyordu o akşam da Erdal’ın sesi.

Jandarma eyleme saldırınca çıkan çatışmada bir jandarma eri öldü. O gece gözaltına alınan 25 devrimciden biri de Erdal’dı.

Oyun başlıyor...

 “Ne zamandır adam asılmıyor bu memlekette. Kanunların caydırıcılığı kalmadı. İdam cezası derhal yeniden uygulaya konmalıdır.”


Genelkurmay Başkanı Kenan Evren’in yaptığı açıklamanın altı doldurulmalıydı ve senaryo belirlendi.

Ölen erin ‘katil’i denmişti Erdal için. O güne kadar görülmemiş bir hızda mahkeme kuruldu, yargılama yapıldı, kalem kırıldı. Hepsi bir buçuk ay sürmüştü. Burjuva hukukuna göre bile bir sıralama hatası var gibi görünse de, Erdal Eren davasında karar yargılamadan önce verilmişti. Daha sonrasında emekli bir askeri yargıtay üyesi bile kararı ‘adli bir hata’ olarak niteleyecekti.

Ölen asker sırtından vurulmuştu, ama Erdal askerin karşısındaydı. Silah yakın mesafeden ateşlenmişti, ama Erdal’la asker arasında 12 metre mesafe vardı. Askerden çıkan kurşuna balistik inceleme yaptırılmamıştı. Otopsiyi yaptığı iddia edilen Oktay Çetinsoy adlı stajyerin var olmadığı tespit edilmişti. Ve Erdal’ın 17 olan yaşı bir gecede 19’a yükseltilmişti.

Avukat Nihat Toktay’ın itirazları sonuçsuz kaldı. Aslında itiraz etmeye de gerek yoktu. Sonucu önceden belli bir mahkeme ve Erdal’ın da mektubunda dediği gibi ‘alınan emirler’ vardı ortada. Sonrasında Av. Nihat Toktay, süreci şöyle değerlendirecekti:

“İdam özünde insanlık suçudur. TCK’nın 450/1’inci maddesi ‘planlayarak adam öldürme’yle ilgilidir. Ama hiçbir ‘taammüden adam öldürme’, Erdal Eren olayında görüldüğü gibi, devlet kadar planlı yapılamaz.”

19 Mart günü kalem kırıldı, idam kararı verildi.

“... moralim çok iyi ve ölümden de korkum yok...”

Yaşananların farkındaydı Erdal. Oynanan oyunun senaryosunu ve sonunun önceden belirlendiğini bilince çıkarmıştı. Ailesine yazdığı mektubunda şöyle diyordu:

“Bugün devrimcileri ve onların bir parçası olan beni aldığınız emirlere uygun olarak yargılayabilir ve ölüm cezası verebilirsiniz. Fakat bu ilelebet sürmeyecektir. Bir gün mutlaka sizin yerinizde halkımız olacak, sizi ve koruduğunuz düzeni yargılayacak ve doğru kararı verecektir.”

Erdal, tutsak tutulduğu, işkence gördüğü aylar boyunca mirasını taşıdığı devrim şehitlerine ve mücadelesine yaraşır bir tutum içerisindeydi. Poliste ve jandarma sorgularında kararlılığını yitirmemiş, devrimci kimliğinden ödün vermemişti. Hiçbir baskı ve zor inancını zedelememişti.

“... çok açıklıkla söylüyorum ki, benim moralim iyi ve ölümden de korkum yok. Çok büyük bir ihtimalle bu işin ölümle sonuçlanacağını çok iyi biliyorum. Buna rağmen korkuya, yılgınlığa, karamsarlığa kapılmıyorum ve devrimci olduğum, mücadeleye katıldığım için onur duyuyorum. Böyle düşünmem, böyle davranmam, halka ve devrime olan inancımdan gelmektedir.”

***
12 Aralık’ı 13 Aralık’a bağlayan gece darağacı kurulur. Erdal aynı kararlılıkla yürür sehpaya. İlmeğe boynunu geçirir ve haykırır:
“Faşizme ölüm, halka hürriyet!”

***
14 Aralık günü Erdal’ın kararlılığı bir başka yoldaşında, yine kavganın ortasındadır. 17 yaşında bir başka yiğit, Ercan Koca, ‘Erdal Eren’in hesabını faşist cuntadan soralım!’ yazan pankartını Yenimahalle’de bir üstgeçide asar. Üzerine saldıran askerlerden bir gün önce asılan yoldaşını koruyormuşcasına korur pankartı. Yumruklar, tekmeler, coplar, dipçikler...

Gözaltına alınan Ercan iki gün boyunca öldüresiye dövülür, işkence görür. 15 Aralık 1980 günkü Ankara Yenimahalle Karakolu kayıtlarına “... yerlerin buzlu olması sebebiyle bir kaç defa düştü ve düşme sonucunda beyin kanamasına maruz kaldı...” diye geçer ölüm sebebi.

***
Erdal Eren’i ölümsüzlüğe uğurlayalı tam 26 yıl oluyor. İdamının ertesi günü başlayan sloganlar yılları aşarak yankılanmaya devam ediyor. 17 yaşındaki yiğit devrimcinin birkaç saniye sonra boynunu geçireceği ilmeğe yönelttiği kararlı bakışları şimdi binlerce gencin mücadele azmi.

Aslında Sinan, Erdal, Ercan ve adlarını sayamadığımız onlarca, yüzlercesi...
Onlar,  devrimci duruşlarıyla, biz genç komünistlere bir miras bıraktılar. Her birinin aslında kısacık sayılabilecek mücadele yaşamları tarihimizin, mücadelemizin bir kesiti, kavgamızın özlü bir anlatımıdır.

Onlar bize bu topraklarda yaratılan devrimci değerleri hatırlatıyorlar. Devrim ve sosyalizm davası uğruna harcanan emeği, ödenen bedelleri, ‘yılgınlıkta inanç, zulme karşı direnç’ olmayı hatırlatıyorlar.

Onlar bize, bizi hatırlatıyorlar!

(Ekim Gençliği, Sayı: 99, Aralık 2006)