Emperyalizm ile baskı arasında - Sami Ramadani

  • Arşiv
  • |
  • Ortadoğu
  • |
  • Değerlendirme
  • |
  • 15 Temmuz 2012
  • 12:31

İlk yayınlanma tarihi: 12 Haziran 2012

Sami Ramadani, Londra Metropolitan Üniversitesi'nde kıdemli bir sosyoloji öğretim üyesidir ve yıllardır Saddam rejimi karşıtı kampanyaların ve anti-emperyalist mücadelelerin aktif bir katılımcısı olmuştur. Bu derinlemesine röportajda Samuel Grove'a Suriye'deki ihtilafın dinamiklerini anlattı, Ortadoğu için potansiyel ciddi etkileri olabilecek Batılı ve Körfez devletleri tarafından desteklenen gerici güçlerin gölgesinde kalan, zalim Esad rejimine demokratik direnişi tartıştı.

Samuel Grove: Suriye'deki karışıklık, Batılı yabancıların hakim olmasının oldukça zor olduğu bir konu. Bunun sebeplerinden biri, hem ülke içinden hem ülke dışından mevki ve güç için itişip kakışan tamamen farklı çıkarların sayısıdır. El-Esad ailesinin nereden geldiğinin ve iktidara geldikleri 1970 yılından beri ülkeyi hangi yöne götürdüklerinin özet bir tarihini verebilir misiniz?

Sami Ramadani: Tunus ve Mısır'da görkemli halk ayaklanmalarının iki kemikleşmiş diktatörü devirmesinin ardından hem muhalefet hareketleri hem de Arap rejimleri içerisinde siyasi güç için rekabet eden çeşitli güçlerin doğasını yakından incelememe gibi bir eğilim ortaya çıktı. Libya'daki olaylar ve NATO'nun oraya müdahalesi, halkların özgürlük mücadelesinin gerici güçler tarafından gasp edilmesi tehlikesi konusunda birçok insanın gözünü açtı. Suriye rejiminin ve bölgedeki değişen rolünün doğasına kısa bir bakış, şimdiki ihtilafı ve gerici güçlerin halkın radikal değişim mücadelesini gasp etme başarısını anlamaya çalışmak için elzemdir.

Suriye, acımasız, yozlaşmış bir rejim tarafından yönetilmektedir. Suriyeli solcular, Hafız Esad'ın 1970'deki darbesinden beri ağır baskıya maruz kalmaktadır. Henry Kissinger'in Sovyetler'in rejime askeri desteğine karşın Suriye'yi “bir istikrar etmeni” olarak tanımlaması bu darbenin ardındandır. Ortaçağ kalıntısı Suudi diktatörler tarafından finanse edilen Hafız Esad rejimi, 1970'lerde ve 80'lerin başında Filistin direnişini zayıflatmada başı çekti. Lübnan'daki 1975-76 savaşı sırasında Suriye askerleri İsrail yanlısı Falanj'ın ve diğer aşırı sağcı güçlerin tarafındaydı. ABD'nin İsrail işgali altındaki Golan Tepeleri üzerine vaatleri ve Suudi petro dolarları karşılığında rejim ayrıca Kuveyt üzerinden ABD liderliğindeki 1991 savaşına destek oldu.

Suriye kuvvetlerinin Lübnan'daki varlığı, ABD ve Suudi iktidarlarının tam desteğine ve İsrail'in örtük desteğine sahipti. Suriye'nin tedrici dış politika değişikliğinin ve Filistin ve Lübnan direniş hareketlerine düşmanlıktan müttefikliğe geçişinin ardından ABD ve Suudi iktidarları tutum değiştirdi. Suriye'nin Lübnan'dan (1985), bilhassa 2003 Irak işgalinden sonra çekilmeye zorlayan saldırgan bir kampanya yürüttüler. Hatta ABD kuvvetleri Irak-Suriye sınırında bazı Suriye askerlerini öldürdü.

Bugün medyanın geniş yer vermesine ilişkin olarak şunu not etmek gerekir, Suriye'nin yön değiştirmesinden önce medya, rejimin baskıcı doğası hakkında suskundu. Bir dizi acımasız diktatör müttefiklerin baskısına yönelik suskunluklarına benziyor. Bugün Sünni Suudi iktidarının Suriye'deki Alevi-Şii iktidarına karşı olduğundan dem vuruyorlar, fakat medya o zamanlar ne Vehabi-Sünni Suudi iktidarının Suriye rejimini finanse ettiğini ne de mezhepçi zehrini akıttığını vurgulama zahmetine girdi. 1979 İran devriminin ve ABD'nin gözde bir müttefiki olan Şah'ın devrilmesinden sonra Suudi-İran ilişkilerine dair benzer bir mezhepçi yorum yayıldı.

Suriye rejimine muhalefet sadece sol ile sınırlı değildi, 1982'de kalesi Hama'da bir halk ayaklanmasına öncülük eden Müslüman Kardeşler'i de içeriyordu. Rejim, şehri bombardımana tutarak ve binlerce insanı öldürerek ayaklanmayı ezdi. Bütün buna rağmen Arap milliyetçiliği bir asırdır belki daha fazla Suriye'nin ana ideolojik akımı olmuştur, Osmanlı idaresine ve daha derin olarak Fransız sömürge idaresine karşı verilen mücadelede geliştirildi. Suriye 1946'da Fransa'dan bağımsızlığını kazandı.

İhvan bugün Katarlı ve Suudi diktatörler tarafından destekleniyor, fakat medya bu diktatörlerin kendi iktidarlarına yönelen her muhalefeti ezerken ve Bahreyn'deki halk ayaklanmasını ezmeye yardım etmek için askerlerini yollarken Suriye'de demokrasinin savunucusu olma ironisi üzerinde nadiren duruyor.

1967'de Suriye, İsrail'in saldırısına uğradı ve topraklarının stratejik bir parçası olan Golan Tepeleri, İsrail tarafından işgal edildi. O zamandan beri birbiri sıra gelen rejimler iktidarlarını kısmen Suriye'yi işgalden kurtarmak için çalışarak ya da en azından bunu yapmaya çalışıyor gözükerek meşrulaştırdı. Ancak ABD'nin İsrail'i bu işgal ettiği topraklardan çıkmaya zorlayarak Suriye ödüllendirme vaatleri, Suriye'nin uysal politikalarına karşın boşa çıktı.

ABD'nin verdiği sözleri yerine getirememesi ile eş zamanlı olarak bir dizi etmen Suriye'nin rolünü değiştirdi. Bu etmenler, İran'ın ABD ve İsrail karşıtı dişli bir güç olarak yükselişini, Filistin ayaklanmalarını, güney Lübnan'ın işgalden kurtulmasına yol açan Hizbullah öncülüğünde Lübnan direnişinin durdurulamaz yükselişini ve İsrail-Suudi-ABD destekli güçlerin yenilgisini, Suriye'nin Irak sınırlarına düşman ABD güçlerinin varmasını, Irak direnişinin yükselişini ve ABD güçlerinin Irak'ta yenilgisini içerir.

Suriye silahlı kuvvetleri ve çok katmanlı muhbir piramidine sahip güvenlik aygıtı, rejimin Suriye toplumu üzerindeki kontrolünün omurgasını oluşturur. Belirli bir miktarı Suriye rejiminin mezhepçi doğasından ve Alevi cemaatlerine bel bağlanmasından oluşur. Bunun çok abartıldığını ve rejimin edindiği daha geniş destek çemberlerini, bu destek ister aktif, ister “gelen gideni aratır” tarzı pasif bir destek olsun, göz ardı ettiğini düşünüyorum.

Suriye'nin özellikle Şam ve Halep'teki güçlü, çoğunluğu Sünni tüccar sınıfları, rejim ile yakın bağlara sahiptir. Doğrusu ABD öncülüğünde ekonomik yaptırımlar, tutumunu değiştirmeye zorlamak için kısmen bu tüccar sınıfına yöneltiliyor. Orta ve üst orta sınıf kesimleri de rejimi zımnen destekliyor. Suriye'nin dini azınlıkları, nüfusun %10'unu oluşturan Hristiyanlar da dahil, Müslüman Kardeşler'in Suriye sosyal ve kültürel gündeminden korkuyorlar. Suudi-Katar destekli İhvan'ın domine ettiği bir devletten ziyade bu laik rejimi tercih edeceklerdir onlar da. Kürt azınlık, Türkiye'nin Müslüman Kardeşler üzerindeki nüfuzundan ve Özgür Suriye Ordusu'nun karargahının Türkiye'deki 20 binden fazla Kürdün öldürüldüğü korkunç bir sicile sahip Türkiye'de bulunmasından korkuyor. Milyonlarca kadın da İhvan'ın sosyal programından korkuyor.

Mevcut ihtilaf bağlamında, başlangıçtaki, büyük ölçüde kendiliğinden protesto hareketinin destekçisi olan yoksullar, işsizler ve öğrenciler şimdilerde çok daha sessizler, kısmen rejimin baskısından dolayı, fakat en başta NATO-Suud-Katar'ın burnunu sokmasına ve muhalif kesimlerin, özellikle de İhvanSamuel Grove: 'ın domine ettiği Suriye Ulusal Konseyi (SUK) ve Özgür Suriye Ordusu'nun silahlanmasına karşı oldukları için.


Samuel Grove: Son protesto hareketini “büyük ölçüde kendiliğinden” olarak tanımlıyorsunuz. Bu açıkçası sorunların uzun bir süre zarfında birikmediği anlamına gelmez, ancak güçlü uzun erimli direniş örgütlerinin olmadığını akla getiriyor – örneğin Mısır ve Tunus gibi ülkelerde olduğu gibi.

Sami Ramadani: Suriye rejimine karşı sol ve ilerici muhalefet yıllardır sürmektedir, özellikle de Salah Cedid liderliğindeki “sol” fraksiyonu deviren 1970 Hafız Esad darbesinden sonra. Bu fraksiyon [Salah Cedid fraksiyonu] Kral Hüseyin'in askeri güçlerinin 1970 Eylülünde başlattığı askeri saldırı karşısında Ürdün'de konuşlanmış Filistin direniş hareketlerine destek çıktı. Darbeden önce savunma bakanı olan Hafız Esad hemencecik Kral Hüseyin'in tarafını tutarak ve ülkedeki tüm sol güçlere karşı bir bastırma harekatına girişerek ABD ve Suudi iktidarlarını yatıştırdı.

Suriye'de sol 20. yüzyılın büyük kısmında daha çok Suriye Komünist Partisi tarafından örgütlendi. 1924 yılında kurulan parti, değişen ölçüde devlet baskısına maruz kaldı. 1970'lerden beri parti içindeki daha militan fraksiyonlar ve diğer sol örgütler ve bireyler hapis, işkence ve sürgüne maruz bırakılmaktadır. Ancak parti liderliğinin Suriye, Filistin ve Lübnan içinde daha militan mücadele biçimlerine karşı yumuşak başlı tutumu ve Sovyetler'in Ortadoğu politikalarına kul köle desteği gitgide onu hakiki bir işçi sınıfı partisinden entelejensiyanın seksiyonlarının bir partisine çevirdi. Belki ikincisi [işçi sınıfı partisi] aynı zamanda Suriye'nin yeni sömürgeci statüsünü yansıtan sosyalist bir programla toplumun geniş kesimlerine gitmesini ve bölgede emperyalizm ve Siyonizm karşıtı daha geniş mücadelenin parçası olmasını gerektirirdi. Böyle olunca siyasi boşluğu İslamcı ve milliyetçi hareketler doldurdu, bunlar arasında Suriye, Filistin ve daha geniş Arap milliyetçi davalarının savunuculuğu yapan Baas partisi de bulunuyordu. Benzer bir süreç, Marksistlerin başlangıçta Fransa sosyalist olunca Cezayir'in özgür olacağını ilan eden Fransız KP'sinin çizgisini savundukları Cezayir'de oldu.

Mevcut ihtilafın bu bağlamında Suriye'deki tüm sol güçler Tunus ve Mısır'daki ayaklanmaları izleyen başlangıçtaki protesto yürüyüşlerini destekledi. Ürdün sınırındaki Deraa'da başlayan yürüyüşler Müslüman Kardeşler tarafından da desteklendi. Protesto yürüyüşlerinin talepleri, yolsuzluk, işsizlik ve demokratik haklara ilişkin konulara odaklanmıştı. Birçok şehirde büyük çaplı yürüyüşler düzenlenmesine karşın Suriye nüfusunun yarısından fazlasının yaşadığı Suriye'nin iki büyük şehri Şam ve Halep'te böyle yürüyüşlerin olmayışı kayda değerdi.

NATO müdahale ettikçe ve Lübya'daki protesto hareketi askerileştikçe Suriye'de barışçıl kitle gösterilerinin küçülmesi de dikkat çekiciydi. Yürüyüşe katılanların sayısı yüz binlerden on binlere, binlere ve daha azına indi. Muhakkak ki, rejimin zalimliği bir etmendi, fakat ben korkunun en büyük rolü oynadığını düşünmüyorum. Ana nedenin, Suriye'deki demokratik muhalefetin çoğunluğunun aynı zamanda sıkı anti-emperyalist olması ve doğal olarak NATO ve İsrail'in Suriye planlarından korkması olduğunu düşünüyorum. Libya'daki olaylar ve hepsinden ötesi komşu Irak'taki kan gölleri ve ülkenin ABD önderliğindeki güçlerin ve terörist çetelerin yıkımına uğraması, Suriye demokratik laik muhalefetinin çoğunluğunu çatışmanın tırmanmasının sonuçlarından korkmasında baş rolü oynadı. Irak yanarken Suriye'nin kendisinin 1 milyon Iraklı mülteciye yurt olmasını es geçemezlerdi.

Diğer taraftan Müslüman Kardeşler'in liderliği ve İstanbul, Paris ve Londra'da üslenmiş muhalefet liderleri, tüm devlet kontrolündeki Arap medyasında, bilhassa Katar'ın sahibi olduğu El-Cezire'de keyfini sürdükleri aleniyeti etkin biçimde kullanmaktalar. Ayrıca olaylar gösteriyor ki yılların planlaması Suriye muhalefetinin bazı kesimlerini finanse etmeye ve silahlandırmaya harcanmış.

Bin Ali ve Mübarek'i ardı ardına kaybeden ABD, Suudi Arabistan, Katar ve Türkiye'nin dikkati Suriye'ye çevrildi. ABD beşinci filosunun üssü Bahreyn'deki kitlesel ayaklanma da bunların halk ayaklanmalarından duyduğu korku ve öfkeyi keskinleştirdi. Suudi ve diğer Körfez şeyhlikleri, halen faal olan ayaklanmayı ezmesi için Kral Hamad'a yardımcı olan kuvvetlerini yolladı.

Türkiye, Lübnan, Ürdün ve Irak'taki bazı bölgeler Suriye'deki karşı devrimin merkezleri oldu. Silahlar Suriye'ye gizlice sokuldu ve ABD'nin yarattığı Irak milisi el-Sahva silahlı “asilere” destek oldu ve Libyalı savaşçılar savaş alanlarına gizlice gönderildi. Irak'ta faaliyet gösteren teröristler de Suriye rejimine karşı “cihada” katıldı.

Diğer taraftan yılların baskısı Suriye demokratik muhalefetinin ülkedeki mücadeleye önderlik etmek için çok zayıf hale getirdi. Örgütlü güçler olarak, karşı devrimin çok büyük kaynaklarının dengine sahip değiller. Tek umutları, protestoları barışçıl ve sürekli kılmaktı. Libya'daki gibi karşı devrimin diğer planları vardı.

Sol burada rejimin bilhassa Şam ve Halep'teki varlıklı orta sınıfların desteğine sahip olduğunu da kabul etmek zorunda. Çeşitli etnik ve dini azınlıklar ve kadın nüfusun geniş kesimleri, Müslüman Kardeşler'in sosyal açıdan gerici doğasından ve Suriye'ye dayatabilecekleri rejim tipinden korkuyor. El-Kaide lideri Ayman el-Zevahir'in Esad rejimini devirmek için silahlı cihad çağrısı da halkta mezhepçi çatışma korkusunu daha da artırdı.


Samuel Grove: Bu bizi zor duruma sokuyor. Solcu aktivistler olarak halkın özgürlük, eşitlik ve kendi kaderini tayin haklarını destekliyoruz. Emperyalist merkezlerdeki aktivistler olarak hükümetlerimizin halkı bu haklardan mahrum bırakma eylemlerine muhalefet ediyoruz. Dolayısıyla özgürlük ve eşitliğe desteğimiz ve emperyalizme muhalefetimiz el ele gitme eğilimi gösteriyor. Ancak Suriye'de tasvir ettiğiniz tabloda her ikisini yapamayacağımız iması var. Suriye'nin demokratik mücadelesini desteklemek ve dış müdahaleye karşı çıkmak mümkün mü? Ya da gücümüzün yetmeyeceği bir lüks mü bu?

Sami Ramadani: Önemli bir soru gündeme sordunuz. Bunu netleştireyim: sol için her zaman hem emperyalizme hem de kitleleri ezen rejimlere muhalefet etmek hayatidir. Bu asla vazgeçilemez bir ilke meselesidir. Bu birbirinden ayrılamaz hedeflerden birinden vazgeçen hareketler, ciddi ve bazen ölümcül hatalar işlediler.

Irak Komünist Partisi bu bağlamda iyi bir örnektir. Otuz yıl içerisinde 1958-9'da Irak halkının ezici çoğunluğunun desteğini arkasına almış işçi sınıfının dişli bir partisi olmaktan, ABD öncülüğündeki 1991 Körfez savaşının tarafında yer almak karşılığında muhtemelen Suudi Arabistan'dan para alan ve 1978-9'dan beri Barzani'nin KDP'sinden bedel karşılığı koruma gören acınası bir gruplaşmaya düştü. Pratikte, emperyalizme ve iç gericiliğe karşı mücadelenin yiğit bölümlerine, 2003 yılında ABD önderliğindeki işgal yönetiminin hizmetine girerek utanç verici bir bölümle ihanet etti. 1959'da emperyalizme muhalefet adına demokratik sosyalizm mücadelesinden vazgeçti ve 1990'dan beri demokrasi için savaşım adına emperyalizme karşı savaşmaktan vazgeçti.

Mücadelenin ana odağı olan bu ikiz hedefler, her zaman bir akış durumundadır. Ancak tırmanan emperyalist saldırganlık ve savaşlar çağı bağlamı içerisinde emperyalizmi ve onun dünya halklarını sömürmesini teşhir etmek, her zaman solun çalışmasının merkezindedir. Emperyalizm, içerde ve dışarıda kitleleri sömüren tekel kapitalizminin bir tezahürüdür. Emperyalist merkezlerdekisolun enternasyonalist bir görevi daha oldu: ezilen halkların emperyalizm karşıtı ve kendi kaderini tayin mücadelesinin her zaman yanında olmak: Ancak ezilen kitlelerin tarafında olmak aynı zamanda içerdeki zalimlerine karşı ayaklandıklarında onlara destek çıkmak da demektir. Bu ayaklanmalar ve demokrasi mücadelesi, emperyalizme karşı mücadelenin parçasıdır.

Benim açımdan bu sorunun karmaşıklığı, halkın sivil haklar ve sosyal özgürleşme mücadelesi net bir şekilde hem iç gericiliğe/baskıya hem de emperyalizme yönelip yönelmediğini belirleyerek çözülür. Dün Irak ve Libya'da ve bugün Suriye'de emperyalizm demokrasi mücadelesini sömürmede ve ilerici muhalefet güçlerini gölgede bırakmada başarılı oldu. Sol gerçeklerle yüzleşmeli ve rahatsız edici gelişmeleri halı altına süpürmemeli. Suriye'de bugün NATO destekli silahlı gruplar bulunuyor, bunlar Suudi/Katar finansmanlı gericiler tarafından yönetiliyor. Suriye, ABD önderliğindeki emperyalizmin vekil bir rejim kurmak ya da bunda başarısız olursa ülkeyi mezhepçi bir kan gölüne sokmak üzere ana bir hedeftir. Britanya'da solun görevi, şu sloganları sıkıca desteklemek ve öne sürmek olmalıdır: “Suriye'den Ellerini Çek”, “Suriye'yi Iraklaştırma”, “İran'ı Iraklaştırma”, “Kendi geleceğini belirleyecek olan Suriye halkıdır”.


Samuel Grove: El-Cezire, ülkedeki ana akım medyadan Ortadoğu'yu (bazıları genel olarak haberleri diyecektir) daha kapsamlı ve ciddiyetle haberleştirmesinden dolayı sol nezdinde itibar kazanmış bir haber kanalıdır. Hal böyleyken siz Suriye ve Libya'ya ilişkin olarak rolünün oldukça sinsi olduğunu söylüyorsunuz. Britanya medyasının Suriye haberleri hakkındaki izlenimlerinize bunu katıyor musunuz?

Sami Ramadani: Çok az ve kayda değer bazı istisnalar dışında buradaki ana akım medyadan daha ciddi ve güvenilir Ortadoğu haberleri sağlamak gerçekte çok zaman almaz. Önemli istisnalar dışında buradaki medya her belirli olay ya da ülke hakkında Dışişleri Bakanlığı'nın benimsediği çizgiyi yansıtır. Bir dizi karmaşık ideolojik, siyasi, sosyal, ekonomik ve ticari etmenler, Ortadoğu ve genel olarak dünya meseleleri hakkındaki medyanın haber verme şeklinde rol oynar. “Britanya ulusal çıkarları”, medya sahipleri ve editörler tarafından “ulusal çıkarın” yansız emanetçisi olarak görülen Dışişleri Bakanlığı tarafından ifade edilen haliyle idrak edilir. Britanya halkının gerçek çıkarları ile silah üreticilerinin ve petrol şirketlerinin çıkarları arasında hiç ayrım yapılmaz.

İsrail politikalarını, Filistin halkının haklarını, Musaddık'ın İran'ını (1953), Nasır'ın Mısır'ını (1952-1970), Kasım'ın Irak'ını (1958-1963), Irak üzerindeki ölüm saçan yaptırımları, Irak savaşını, NATO'nun Libya'yı bombalamasını ve NATO'nun Suriye'de şimdiki gizli kapaklı müdahalesi, ana akım medyanın o günün hükümetinin savunduğu çizgiye nasıl uyduğunun örnekleridir. Benzer şekilde Suudi rejiminin acımasız ve sosyal gerici doğası geçiştirilir, çünkü Suudi ortaçağ kalıntısı iktidar sahipleri önemli müttefikler olarak görülür.

Aslında El-Cezire'nin buradaki medya ile tarihsel bağı vardı! Uydu kanalı, önde gelen bir Suudi prensinin ortak yatırımı olan BBC Arapça'nın ani çöküşünün ardından 1996'da çıktı. Bu çöküş, Suudilerin tüm yayın materyalini denetleme ısrarı sonucu oldu, BBC çekilmek zorunda kaldı. Katarlı yöneticiler fırsatı değerlendirdi ve El-Cezire'yi çok sayıda BBC Arapça kadrosuyla başlattı ve Katar iktidar ailesi kanalın sahipleri ve siyasi vasileri oldu.

Çeşit çeşit diktatörlerin ilerlemeyi engellemesi, tüm Arap TV kanallarını, değişen derecelerde, devlet yalanlarının, yarı gerçeklerin ve en iyi durumda tehlikesiz haberciliğin satıcıları olarak algılanmalarına neden oldu. Uydu kanallarının ve internetin gelmesi, El-Cezire'nin kendisini devlet sansürünün panzehiri olarak yansıtması için kapıları açtı.

Suudi iktidar sahipleri ile arası bozuk olan daha kozmopolit ve daha az zedelenebilir Katar iktidar sahipleri, El-Cezire'yi siyasi nüfuzlarını yaymak için bir araç olarak gördüler. Arap ve Müslüman dünyası hakkında haber yapmada El-Cezire'nin elini serbest bıraktılar, diğer taraftan Katar devlet televizyonu üzerinde sıkı kontrolü sürdürdüler. Fakat elbette ki Katar diktatörleri hakkında olumsuz haber yapmalarına ya da şimdiki Katar diktatörünün ABD'nin onayıyla babasını nasıl devirdiğini araştırmalarına izin verilmedi. Katar, ABD'nin Afganistan ve Irak dahil Ortadoğu genelindeki askeri operasyonlarının karargahı haline geldi.

El-Cezire'nin çok dikkatli incelemeyen bir yönü ise kanalın Suudi kraliyet ailesi hakkında ve Suudi prenslerinin Ortadoğu'da Katar yatırımlarına ve nüfuzuna ket vuran geniş çaplı mali ve mülki çıkarları hakkında olumsuz haber yapma eğilimidir. Katar ve Suudi kraliyet aileleri arasındaki sürtüşme, Katarlı iktidar sahiplerinin Ortadoğu'da nüfuzlarını genişletmeye ilgi göstermesinin ardından çok daha şiddetlenmeye başladı. Ancak ara sıra El-Cezire'nin sahadaki gözüpek muhabirleri, Afganistan ve Irak'ta ABD askeri plancılarını üzüyorlar.

El-Cezire'ye karşılık Suudi iktidar sahipleri el-Arabiye'yi ve diğer uydu kanallarını fonladı.

Ancak Arap dünyasındaki, özellikle de komşu Bahreyn'deki halk ayaklanmaları Körfez bölgesindeki tüm iktidar ailelerini tehdit etti. Bu, Katarlı ve Suudi iktidar sahiplerinin Bahreyn ve Yemen'deki ayaklanmalarını bastırma ortak amacıyla işbirliğine girmesine yol açtı, diğer taraftan Libya'da NATO müdahalesine destek verdiler, Suriye muhalefetinin bazı kesimlerinin finanse ediyor ve Suriye'de ihtilafın askerileşmesi için çalışıyorlar. İhtilafı askerileştirmenin sadece NATO'nun gizli saklı ve olası aleni müdahalesini kolaylaştırmayacağının, aynı zamanda ilerici anti-emperyalist güçlerin halkın demokrasi ve radikal sosyal ve ekonomik değişim mücadelesine önderlik etmesine köstek olacağının farkındalar.

El-Cezire İngilizce, farklı bir izleyici kitlesini hedefliyor, ancak halen diğer kanallarla, bilhassa İranlı ve Rus uydu kanalları ile rekabet etmek zorunda. Ancak hem El-Cezire Arapça hem de İngilizce, neredeyse tüm Arap TV kanalları ile birlikte bölgedeki “Fars” ve Şii nüfuzuna” karşı ırkçı ve mezhepçi bir genel eğilime sahip olumsuz haber yaylım ateşiyle İran'ı hedef alıyorlar. El-Cezire'nin bu haber yönü, İran'a olası İsrail veya ABD saldırısı bağlamında giderek önemli hale geliyor.

Müsaadenizle El-Cezire'nin Arap ayaklanmalarındaki rolüne ilişkin geçen yıl yazdığım bir yazıdan alıntı yapayım:

“El-Cezire şimdi Arap dünyasında karşı devrimin en etkili siyasi aracı olmasına rağmen, Libya'daki rolü ve Bahreyn ayaklanmasını haberleştirmesinin mezhepçi doğasının etkisi, Tunus ve Mısır ayaklanmalarının zirvesinde kazanmış olduğu devasa prestij ve otorite olmamış olsaydı çok daha ölümcül olacaktı. [...] Bu ona bilhassa Libya, Bahreyn, Suriye, Yemen ve Irak'a ilişkin olarak olayları ve algıları etkilemesi için eşsiz bir konum sağladı. [...] El-Cezire, editoryal düzeyde her zaman mezhepçi bir genel eğilime sahip olmasına rağmen, bu yönde kayda değer değişim, Katar iktidar ailesinin devrimci gelgitin Bahreyn'e ulaşmasının ardından Suudi iktidar ailesi ile sürüncemeli ihtilafını rafa kaldırmasından sonra meydana geldi [...]. Kanalın, ABD beşinci filosunun üssü Bahreyn'deki protestocuların şiddetle bastırılmasına yönelik sessizliği, oldukça nüfuzlu bir Mısırlı din adamı ve Katar iktidar ailesinin misafiri olan Şeyh Karadavi ile yapılan canlı röportajlarla desteklendi.”

Suriye'deki demokratik güçlere ciddi zarar vererek El-Cezire, Katar ve Suudi iktidarlarının ihtilafın askerileştirme çağrılarının borazanlığını yapmaktadır. Suriye halkının çoğunluğunu temsil etmeyen ve Müslüman Kardeşler tarafından domine edilen Suriye Ulusal Konseyi ve Özgür Suriye Ordusu'ndaki NATO müdahalesi yanlısı güçlere ses verdi. Daha da tehlikelisi, Suriye'deki müdahale karşıtı demokratik muhalefeti hasır altı etme şeklidir.


Samuel Grove: Bu ihtilafın nasıl biteceğini düşünüyorsunuz? Gerici güçlerin zaferinin bizi İran ile bir savaşa daha da yakınlaştıracağını düşünüyor musunuz? Suriye'de halen devrimci değişim için bir potansiyel var mı?

Sami Ramadani: Evet, ABD destekli Suudi ve Katar iktidar sınıflarının zaferinin Suriye, Filistin, Lübnan, Irak ve tüm bölgedeki halk için büyük bir gerileme olacağını düşünüyorum. Suriye'yi ve tüm bölgeyi bir mezhepçi kan gölüne itecek ve İran'a saldırma planlarını güçlendirecektir.

Gelecekteki gelişmeleri haber veren endişe verici bir hareket olarak, Ürdün'de ABD öncülüğünde büyük bir askeri tatbikat yapılıyor. 20 NATO üyesi ve Arap devletinden 12 bin çok uluslu güç, bölgede ilk defa bu türde olan Sabırsız Aslan Tatbikatı'na katılıyor. ABD askeri kaynakları, amfibi çıkarma simülasyonlarının ve diğer savaş manevralarının Suriye ve İran'ın “dikkatine çekmeye” yönelik olduğu gerçeğini gizlemiyorlar.

Suriye sadece tarihsel rolü ve stratejik konumu ile değil, aynı zamanda İran'ın bölgedeki tek müttefiki olması nedeniyle büyük bir öneme haizdir. Şam'da ABD yanlısı bir rejim kurulması ya da ağır yaptırımlarla, terörist saldırılarla ve mezhepçi iç savaşla Suriye'nin belinin bükülmesi, İran üzerinde ya ABD taleplerine boyun eğmesi ya da saldırıya uğraması için daha fazla baskı yaratacaktır.

İran'ın nükleer enerji programının ABD'nin asli kaygısı olduğunu düşünmüyorum, bilhassa CIA'nin kendisinin İran'ın nükleer silahlar üretme üzerinde çalışmakta olduğuna dair hiçbir kanıtın olmadığını teslim ettiği dikkate alınırsa. İran dişli bir bölgesel güçtür ve dünyanın en büyük petrol üreticilerinden biridir, ABD ve İsrail politikalarına amansızca karşı duruyor. Politikaları, ABD planlarına zıt gidiyor ve ABD için Afganistan ve Irak'ta, Filistin ve Lübnan'da İsrail politikaları için problemler yaratmaktadır.

Ayaklanmaların ardından Suudi ve Katar iktidarları, Suriye ve Lübnan'da kaybettikleri nüfuzlarını geri kazanarak Ortadoğu'daki nüfuzlarını güçlendirmeleri için Washington tarafından cesaretlendirildiler. Lübnan'da Hizbullah'ı (ve onun Hristiyan, solcu ve milliyetçi müttefiklerini) bozguna uğratmak ana hedeftir. Hizbullah'ı bir diğer Lübnan iç savaşına çekmeye çalışıyorlar. El-Cezire ve Arap devletlerinin medyası İran'a karşı uzun süreli ve devasa bir ırkçı ve mezhepçi kampanya yürütüyorlar, onu ana düşman olarak tasvir ediyor ve Suriye ile Hizbullah'ı İran'ın maşası olmakla suçluyorlar.

Karşı devrimci saldırının başarılı olacağını iddia etmek değildir bu. Suriye halkı, ülkelerinde Riyad ve Doha diktatörlükleri tarafından finanse edilen ve destek gören siyasi ve sosyal değişime büyük bir çoğunlukla karşıdır. Suriye'de Suudi kadınlara kıyasla geniş sosyal haklardan faydalanan kadınlar ile etnik ve dini azınlıklar ve demokratik muhalefet, Suudi-Katar finansmanlı güçlere karşı dişli bir kuvvettir ve NATO müdahalesi çağrılarına karşıdırlar. Çatışmanın askerileştirilmesi ve terörist saldırılara başvurulması, gerici güçlerin çizgilerine kitlesel destek kazanamadıklarının işaretleridir. Ancak bir tarafta zalim ve yozlaşmış rejim diğer tarafta NATO ve Suudi-Katar iktidarlarının müdahalesi nedeniyle Suriye'deki anti-emperyalist solun ve diğer demokratik güçlerin mücadelesi, Irak'taki gibi, zor ve karmaşık olmayı sürdürecektir,

Sömürgeci ve emperyalist güçler tarafından yıllardır desteklenen diktatörlüklerin yıllarca baskısı, solu ve diğer demokratik güçleri örgütsel olarak zayıflatmıştır. Suudi-Katar desteği ile İhvan ve Selefi güçlerinin liderlikleri, kısa vadede, ayaklanmaların meyvelerini toplamakta olduğu açıktır. Bu güçler, nüfusun en yoksul kesimleri arasında her zaman ikili bir ol oynamıştır, onların taleplerini dile getirirken halkın siyasi ve sosyal olarak daha radikal taleplerine bir engel görevi görmüşlerdir. Kritik zamanlarda, Mısır'da, Irak'ta ve bugün Suriye'de olduğu gibi karşı devrimci bir rol oynadılar ve emperyalist güçlerle uzlaştılar.

Ancak bölgedeki ayaklanmalar, gelecek için iyiye işaret olan devasa halk enerjilerini serbest bırakmıştır.

Kısa vadede Suriye'de radikal demokratik dönüşüm konusunda çok karamsarım. Mücadelenin bu safhasında bunun artık mümkün olmadığını düşünüyorum, sol örgütlerin zayıflığından ve ülkedeki karşı devrimci güçlerin edindikleri zeminden dolayı. Fakat uzun vadede Arap dünyasındaki ayaklanmalar, gelecek uzun süreli savaşımlar için örgütlenmesi ve hazırlanması için sola yeni zeminler yaratıyor. Kitleler beklenmedik bir şekilde güç gösterisi yaptılar. Zaferlerinin ve yenilgilerinin mücadeleyi ileriye taşıyacak daha etkin araçlar ve örgütler geliştirmeleri için yeni nesiller için muazzam okullar olduğunu düşünüyorum.

İngiltere merkezli New Left Project (Yeni Sol Projesi) adlı bağımsız sol yorum ve analiz sitesinden kizilbayrak.net tarafından çevrilmiştir.