Eleştiriler karşısında hazımsızlık ve saldırganlık sendikal bürokrasinin tipik özelliğidir... - Küçükçekmece BDSP

  • Arşiv
  • |
  • Makaleler/Yazarlar
  • |
  • 28 Temmuz 2012
  • 10:16

Saldırganlığa başvurmaları düştükleri çukurdan kurtulmalarını sağlamaz!

Geçtiğimiz günlerde (21 Temmuz günü) Hava-İş bürokratları tarafından sınıf devrimcilerine karşı sergilenen saldırgan tutum sendikal harekette yaşanan yozlaşma ve çürümenin düzeyini göstermesi bakımından oldukça çarpıcı olmuştur. Keza sınıf hareketinde neden bir türlü çıkış yaşanamadığına ve bunda sendikal korucuların üstlendikleri özel role bir kez daha ışık tutmuştur.

Bilindiği gibi hava işkolunda gerçekleşen grev yasağı ne salt hava işkolunda çalışan emekçilerin sorunudur ne de hedefleri ve kapsamı göz önüne alındığında bu işkoluyla sınırlı bir saldırıdır. Bu bakımdan bu süreçte yaşanan gelişmeler sınıftan ve emekten yana olduğunu söyleyen tüm kesimlerin olduğu gibi sınıf devrimcilerinin de özel bir ilgi alanıdır.

Sınıfın elde avuçta kalan son tarihsel kazanımların hedefe çakıldığı bir dönemde böylesine kapsamlı bir saldırıyı savuşturabilmek tüm işçi ve emekçilerin ve özelde de onun ileri ve örgütlü kesimlerinin direnme ve mücadele kararlılığına bağlı olacaktır. Fakat bu birlikteliğin sağlanması ve yine sürecin nasıl seyredeceğinin açıklığa kavuşması bakımından saldırının gerçekleştiği ilk mevzide alınan tutumlar belirleyici nitelikte olacaktır, ki Hava-İş yönetiminin bu açıdan bugüne kadar izlediği politika yeterli bir açıklık sunmuştur.

Meşru-militan mücadeleden uzak ve giderek yasal sürece endekslenen bir “direniş” hattının böylesi bir saldırıyı püskürtmeye yetmeyeceği gibi zaman içerisinde direnişi sürdürenleri de yılgınlığa/yorgunluğa iteceği aşikârdır. Bu durum Hava-İş yöneticilerince bilinmeyen bir gerçek olmadığına göre izlenen hat bilinçli bir yönelimin ifadesiydi, ki sınıf devrimcilerinin teşhir ve mahkûm ettiği bu tablo tam da böyle bir politik değerlendiremeye dayanmaktaydı.

Anlaşılan taş yerini bulmuş olacak ki Hava-İş’in bürokrat takımı şirazeden çıkmışçasına saldırganlıktan kendilerini alamamış oldular. Zira politik bir değerlendirme üzerinden gerçekleşen bir eleştiriyi böyle hazımsızlıkla karşılamak ancak suçüstü yakalananların, suçluluk psikolojisiyle hareket edenlerin tutumu olabilir. Yoksa kendisine, izlediği politikaya güvenenin söyleyecek sözü olanın bu gibi durumlarda göstereceği tavır soğukkanlı bir biçimde yapılan eleştiriyi boşa düşüren, kitleler önünde “küçük düşüren” ve mahkûm eden politik bir tutum olabilirdi.

Elbette buradaki hazımsızlığın gerisindeki nedeni tek başına acizlik durumu üzerinden açıklamak yanlış olur. Çünkü hayatın her alanında olduğu gibi siyasal mücadele içerisindeki tutumların gerisinde de her zaman sınıfsal konumlar ve yaklaşımlar belirleyici olmaktadır. Buradan bakıldığında her sınıfın kendine ait bir mücadele kültürü, anlayışı ve değerler sistemi olduğunu görürüz. Kapitalist toplumda tek devrimci sınıf olan işçi sınıfının sermayeye karşı yürüteceği her türlü mücadelede kendisi dışındaki kesimlerin desteğini alabilmek için onlar üzerinde bir hegemonya kurabilmek bakımından (istisnai ve özel koşullar dışında) ideolojik ve politik mücadele dışında bir yöntem izlemez.

Tekrar konumuza dönecek olursak Hava-İş yöneticileri gibi sendikal bürokrasinin tümü sınıf adına söz söylemekte onun temsilciliğine soyunmakta kendileri dışında kimseye pay bırakmazlar. Ancak gerek yaşam biçimleri ve gerekse de izledikleri mücadele yöntemleriyle, benimsedikleri değerler sistemiyle sınıfın dışında olduklarını, bizzat egemen sınıfların anlayış ve kültürlerini taşıyıcısı olduklarını döne döne ispat ederler.

Öyle bir sendika yönetimi düşünün ki direniş esnasında izledikleri politik hat ve kendileri eleştirildiği için eleştiri sahiplerine saldırmaya cüret edebilmekte ve dahası direniş alanından “kovmaya” yeltenebilmektedir. Sadece bu durumun kendisi bile havayolu emekçilerinin mücadelesinin kazanılmasından öteye kendi itibarlarının dertlerinde olduklarını gösterir. Zira sermayeye karşı emekçilerin mücadelesinin kazanımının en etkin dayanışmanın sağlanmasından geçtiği herkesçe bilinir. Ama Hava-İş yöneticileri için direnişe sergilenecek destekten çok kişisel olarak kendilerine sergilenecek desteğin daha doğru bir ifadeyle biatın önemsendiği bu tutum üzerinden anlaşılmaktadır. Hem de sermaye sınıfın kültürüne yaraşır bir şekilde provokatif ve saldırgan tutumları göze alacak bir tarzda. Kendilerine yöneltilen bir eleştiriyi bile saldırganlıkla yanıtlayan bir zihniyetin, AKP’yi ve somutta da Erdoğan’ı “zalim oğlu zalim” diye eleştirmelerindeki samimiyeti emekçilerin vicdanına ve kamuoyunun takdirine bırakmak gerekir.

Biz sınıf devrimcileri açısından bu durum anlaşılırdır. Fakat bir olgunun anlaşılır olmasıyla kabul edilir olması aynı şey değildir. Sonuçta bugün sendikaların başına çöreklenen sendikal bürokratik kast ile sermayenin has uşağı AKP’nin gerek zihniyet bakımından gerekse de mücadele yol ve yöntemleri açısından benzerleşmesi aynı sosyal-ekonomik temelden beslenmeleri gerçeğine dayanmaktadır. Bugün sendikaların başına çöreklenen kastın aldığı astronomik maaşlarla altlarına çektikleri arabalarıyla yaşam standartlarıyla işçi ve emekçilerden ziyade sermaye sınıfına daha yakın olmaları bu gerçeğin ekonomik temelini vermektedir. Bu yüzden de işçi ve emekçilerin kaybedeceği bir şey yokken bu kastın “kaybedeceği” önemli bir sosyal statü, ekonomik gelir kaynağı vardır. Sıkı sıkıya yapıştıkları koltukları onlarca yıl terk etmemelerinin gerisinde de bu bencil sınıf çıkarları vardır.

Yine bu bencil çıkarlarından ve kaybedecekleri rahat konumlarından kaynaklı sınıfı mümkün mertebe meşru-militan bir eylemsel hattan geri tutmaya çalışırlar. Sermaye karşısında emekçilerin haklarını ise sürekli “diplomatik” yollarla, “yargı kararlarıyla” arama yolunu tutarlar. Ama iş kendilerine yöneltilen eleştirilere gelince, kendi bencil çıkarlarının tehdit altında olduğunu sezdikleri anda sermaye karşısında sergiledikleri “sağduyulu” , “soğukkanlı” konumlarını yitirip fiziki şiddete de yeltenmeye cüret ederler. Bu noktada bilinçlerini dumura uğrattıkları, denetim altında tutukları emekçileri kışkırtmayı, alet etmeyi marifet sayarlar.

Hava-İş bürokratları da bu bakımdan oldukça “marifetli” olduklarını son icraatlarıyla ispatlamış oldular. Bugüne kadar kendilerine sürekli “ilerici” bir yafta yakıştırmayı, bağlı olduğu konfederasyonda sözde muhalif bir sendikacılık anlayışını temsil ettiğini ileri süren Hava-İş yönetiminin ne kadar ilerici olup olmadığı eleştiriye eleştiriyle cevap vermek yerine saldırgan üslup ve tutumları üzerinden açığa çıkmıştır. Bu bakımdan sınıf kültüründen ne kadar kopuk olduklarını ve sınıf demokrasisinden de ne anladıklarını ortaya koymuşlardır.      

Bugün sendikal hareketin bir tıkanıklık içerisinde olduğu dillerde pelesenk hale getirilmiştir. Fakat burada sendikal bürokrasinin rolüne ilişkin söylenenler ya genel geçer değinmelerin ötesine geçmemekte ya da en fazlasından “şeytan taşlar” misali hedefe sadece konfederasyon başkanları çakılmaktadır. Oysa ki konfederasyon başkanlarından hiç de aşağı kalmayan bir alt kademe sendikal bürokrasi gerçeği vardır ki Hava-İş yönetiminin pratiği üzerinden bu durum bir kez daha görülebilir. Sendikal bürokrasinin bu topraklarda belli bir sosyal-iktisadi temeli vardır ve tarihsel bir süreç içerisinde aldığı mesafe geçirdiği bir evrim vardır. Tüm bunlardan yoksun bir sendikal bürokrasi gerçeğine işaret etmek ve olduğu kadarıyla da bunu sadece konfederasyon başkanlarıyla sınırlı tutmak aslında yaşananları gözlerini kapamaktan başka bir şey değildir. Bu yüzden de sendikal hareket sürekli bir güç yitimi ve yozlaşma içerisindedir.

Son olarak sınıf devrimcileri olarak Hava-İş bürokratlarının bu arsızca saldırganlıklardan asla yılmayacağımızı doğru gördüğümüz her düşünce, öneri ve eleştirimizi çeşitli platformlar üzerinden sunmaya devam edeceğimizi bildiririz. Ve bunu ait olduğumuz sınıfın işçi sınıfı kültürüne, demokrasi anlayışına uygun bir tarzda yaparak sınıf içerisinde sermayenin kültürünü, anlayışını ve değerlerini yaymaya çalışanlarla nasıl mücadele edilmesi gerektiğini de göstereceğiz.

Keza havayolu emekçilerinin sermaye karşısında sürdürdükleri mücadeleyi de sonuna kadar sahiplenerek desteklemeye devam edeceğiz. İşçi sınıfının ve emekçilerin sermayeye karşı sürdürdüğü mücadeleyle dayanışmaya “tekelci bir zihniyetle” yasak koymaya çalışanların belki bunu anlamaları zor olabilir. Zira onlar bu tutumlarıyla sınıftan ne kadar kopuk olduklarını da ortaya koymuş olmaktadırlar. Fakat sınıf devrimcilerinin bulundukları alanda bu mücadeleyi yükseltme çabası bürokratların algılama düzeyine takılıp kalmayacaktır hiçbir zaman.

Küçükçekmece BDSP

(Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak, 27 Temmuz 2012, Sayı 30)