El Kaide hala mesele mi? - Immanuel Wallerstein

  • Arşiv
  • |
  • Dünya
  • |
  • Çeviri
  • |
  • 27 Eylül 2012
  • 13:54

11 Eylül diye bilinen olayların on birinci yıldönümünde el Kaide, hem ABD’de (ve genel olarak pan-Avrupa dünyasında) hem de Ortadoğu’da, tekrar tekrar tartışılan bir konu olmaya devam ediyor. ABD’deki ana vurgu el Kaide’nin gücünün pek çok türden askeri eylem sayesinde nasıl da etkin bir biçimde kontrol altına alındığı ve böylece zayıflayan bir tehdit olduğu üzerinedir. Ortadoğu’daki ana vurgu ise bunun tersi gibi görünmektedir; el Kaide kendisini ortadan kaldırmaya dönük bütün girişimlerden kurtulmuştur ve bölgedeki diğer bütün politik güçlere karşı önemli bir tehdit oluşturmaktadır.

El Kaide’nin tarihine ve onun devletlerle ve hareketlerle ilişkisine dair her şey çelişkili olagelmiştir. En önemli olaylarla ilgili konular üzerinde bile çok sınırlı bir görüş birliği vardır. 11 Eylül’den başlayalım. Her şeyden önce, süreç içindeki üç momenti birbirinden ayırmamız gerekiyor: 11 Eylül’den önceki altı ay; 11 Eylül günü; 11 Eylül’ü izleyen yıl.

11 Eylül’den önceki altı aya dair akla yatkın en son öykü, o dönemde CIA ve ABD’deki diğer istihbarat örgütlerinin, başkanı ve onun güvenlik danışmanlarını el Kaide’nin kimi öldürücü saldırılara hazırlandığı yönünde uyarmakta olduğudur.

Bu uyarıları yapanlar gözardı edildiler. Neden? Öyle görünüyor ki, ABD yönetimindeki neo-con’lar –ki bunlar Başkan Yardımcısı Dick Cheney’i ve Savunma Bakanı Donald Rumsfeld’i içeren kayda değer bir klikti- el Kaide’nin büyük bir tehdit oluşturamayacağı gerekçesiyle uyarıları akla yatkın bulmamıştı. Neo-con’lar, istihbarat kurumlarının, dikkatleri ABD’ye yönelik gerçek tehditlerden, yani Saddam Hüseyin’den ve sahip olduğu söylenen kitle imha silahlarından uzak tutmayı amaçlayan boş efelenmelerden ibaret sözlere inanma hatasına düştüğünü söyledi.

Bazı sol muhalifler ABD yönetimi içinde böylesi bir tartışmanın gerçekleşmediğini öne sürdü. Onların 11 Eylül’e dair açıklamaları, saldırının bizzat ABD hükümeti tarafından, kamuoyunu Irak savaşına ikna etmek için planlandığı şeklindeydi. Elbette ki bu bir komplo teorisi. Komplo teorilerine karşı diyecek bir şeyim yok. Her zaman gerçek komlolar var olmuştur.

Ancak bunu zerre kadar akla yatkın görmüyorum. Söz konusu iddia, el Kaide gibi bir örgütün böylesi bir saldırı ve patlama için gerekli teknik becerilere ve taktik planlamalara sahip olmasının doğası gereği imkansızlığına dayandırılıyor. Bu elbette ki önceki senaryoda neo-con’ların dile getirdiği tartışmanın aynısı.

Açıkçası, bu iddianın son derece ırkçı olduğunu düşünüyorum ve hep de böyle düşündüm. Bu iddia, “Üçüncü Dünya’daki bu heriflerin” o kadar çalışkan olamayacağını ima ediyor. Pekala yapabilirler ve yaptıklarını düşünüyorum. Her ne olursa olsun, el Kaide başından beri bunu yapmış olmakla övünüyor. Ayrıca ister pan-Avrupa dünyasında olsun ister Ortadoğu’da bugün el Kaide’nin iddia edilen teknik beceriksizliği üzerine oynamaya hazır bir hükümet bulamazsınız.

Bir sonraki nokta 11 Eylül gününün kendisi. Bu noktada komplo teorisine inanmaya çok daha meyilliyim. ABD hükümetinin saldırılara tepkisi çok fazla şüphe doğuruyor. Saldırılara karşılık vermek için havalanan uçaklar çok çok geç kalmıştı. Öyle görünüyor ki Başkan George W. Bush, Cheney’i fiili karar verici haline getirecek şekilde uzun süre enformasyon akışından habersiz bırakıldı. Yine öyle görünüyor ki, Rumsfeld, inandırıcılıktan uzak biçimde, çarçabuk saldırıları Saddam Hüseyin’le bağlantılandıracak bir prosedür hazırladı.

Özetle, neo-con’lar saldırıları uzun süredir arzu ettikleri ve planladıkları Irak savaşı için avantaja çeviriyordu. 11 Eylül’ü takip eden yıl içinde ABD yönetiminde galip geldiler ve muhalif sesleri etkili bir şekilde bastırdılar. Önce Afganistan’da sonra da Irak’ta savaşlarına başladılar. Bugün ABD de dahil bütün dünya bu haksız ve haklı gösterilmesi mümkün olmayan savaşların sonuçlarından mustarip.

Peki sonra el Kaide’ye ne oldu? Öyle görünüyor ki, başlangıçta, el Kaide Usame bin Ladin tarafından sıkı sıkıya kontrol edilen küçük bir yapıydı. Önce 11 Eylül saldırıları, ardından da ABD’nin başlattığı savaşlar, örgütün Müslüman dünyasındaki prestijini ve insanların bu yapıya katılımını son derece artırdı. Bu durum aynı zamanda diğer örgütlerin el Kaide’yle ittifak köprüleri kurmalarına ve merkezi disipline dahil olmasalar bile kendilerini onun adıyla anmalalarına yol açtı.

ABD ve müttefikleri gerçekten de, el Kaide’nin Usame’nin kendisi dahil pek çok lider kadrosunu öldürmeye başladı. Ama böylece el Kaide kendisini, düşen kadrolarının yerine sürekli yenilerini koyan çok başlı bir yılan gibi gösterdi. Ayrıca öyle görünüyor ki, hilafeti yeniden kurma özleminin ve bir kinin sembolü olmasının aksine, el Kaide’nin merkezi kuvvetleri asla bir dünya ağı kuramamıştı.

Sözde Arap baharı el Kaide’ye yeni bir kapı araladı. İstisnasız bütün Arap devleti yönericilerinin meşruiyetini sarstı. Bu durumda sorun, hangi politik güçlerin iktidara geleceğidir. Bu da bu devletlerinin her birinde, kimisi diğerlerine göre daha kanlı uzun süreli mücadelelere yol açtı.

Bugün el Kaide’ye karşı en güçlü muhalefet ABD değil Arap devletlerindeki diğer politik güçlerdir. Biz bu politik mücadeleler safhasının yalnızca başlangıcındayız. Selefi güçlerinin ABD elçisini öldürdükleri Bingazi’deki ABD Elçiliği’ne yönelik saldırı, bu yeniden dirilişin yalnızca başlangıcı olabilir. El Kaide’nin artık işe yaramadığını söylemek için çok erken.

15 Eylül 2012

[Binghmaton.edu'daki İngilizce orijinalinden Sendika.Org tarafından çevrilmiştir]

Sendika.Org / 27.09.12