Dönüştürseniz de bu sokaklar emekçilerindir! - TMMŞP

  • Arşiv
  • |
  • Makaleler/Yazarlar
  • |
  • 28 Temmuz 2012
  • 10:23

AKP’nin inşaat sevdasının ülkeyi baştan başa bir şantiyeye çevirdiği bir dönemden geçiyoruz. AKP, bu sevdaya öylesine kapılmış durumda ki inşaat firmalarının önünü açmak için gösterilen çaba neredeyse “ileri demokrasi uygulamaları” ile at başı gidiyor. Böylesi bir hareketliliğin yarattığı rant da bekleneceği üzere oldukça büyük ve bu rantın taliplisi de çok. Hal böyle olunca ne 15 milyonluk şehirler, ne binlerce yıllık antik kentler, ne ovalar, ne yaylalar, ne dağlar, ne denizler, ne akarsular* AKP’yi ve sermayeyi kesmiyor!

Daha fazla talan!

AKP hükümetinin son dönemde çokça başvurduğu, sıkıştığı durumlar için geliştirdiği bir yöntem daha doğrusu suskunlukla beslenen bir pervasızlığı var. MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın ifadeye çağrılmasında, Deniz Feneri davasında, faşist katillerin salıverilmesinde ve şike davasında görüldüğü üzere “duruma özel” düzenlemeler yapılarak karşılaşılan sorunlar yasal olarak ortadan kaldırılıyor. İşte kentsel yağmaya dair son yapılan yasal düzenleme de bu şekilde yapıldı. Tayyip Erdoğan’ın uğruna “iktidarı bile kaybetmeyi göze alırız” dediği “Kentsel Dönüşüm Yasası” ile kent yağmasının önünde yasal olarak durabilecek hiçbir güç kalmamış durumda. Televizyonlarda “kamu spotu” başlığıyla yayınlanan reklamlarla, haber bültenlerinde deprem haberlerinin ertesine denk getirilen kentsel dönüşüm güzellemeleri ile birlikte hayatımıza giren “yasal yağma” ile birlikte kentler -özellikle İstanbul- çapulcu istilasına hazır hale gelmiş oldu. Adına “kentsel dönüşüm” denen yağmanın önünde yasal hiçbir engel bulunmuyor, tersine yasalar “dönüştürün” diye emrediyor.

Modern anlamda kentsel dönüşüm kavramının tarihi kapitalizmin erken dönemlerine dayanır. En bilinen ve en çarpıcı olanı Karl Marx’ın Louis Bonaparte’in 18 Brumaire’i kitabında ünlü “tarihte herşey iki kez yaşınır ilkinde trajedi, ikincisinde komedi olarak” sözüyle I. Napolyon (Napolyon Bonaperte) ile bağladığı ve bu ünlü sözün tarihsel komedi kısmı olan III. Napoleon (Louis Bonaparte) tarafından yapılan dönüşümdür. Louis Bonaparte 1851 yılında iktidara gelmişti. III. Napolyon, Paris Valisi Eugene Hausmann’a köprüleri, su kanallarını, kanalizasyonu, sanatsal ve kültürel mekanları, müzeleri, parkları içeren bu projede ayrıcalıklı bir yeri olan bulvarları içeren bir kentsel dönüşüm planını gerçekleştirmesi görevini verir. Böylece ortaçağın dar, kullanışsız ve karanlık sokakları yerine geniş, simetrik ve trafiğin kent merkezine doğru akmasını sağlayacak düzenlemeler yapılır. Böylece kentin içlerine kadar girmiş yoksul semtleri şehir dışına doğru atılırken denetim kolaylaşmıştır. Ancak bir darbeyle başa gelen Napolyon’un planlamadaki en önemli kıstaslarından biri halk ayaklanmalarında askeri birliklerin rahatça hareket edebileceği ve barikat kurmayı zorlaştıracak uzun ve geniş koridorlar yaratılması oldu. Benzer kentsel dönüşüm uygulamaları Hitler Almanya’sında ve 2. Dünya Savaşı’nın ertesinde Avrupa’da da yapılırken hepsinin ortak özelliği olağanüstü rejimler ve dönemler altında olması oldu. Hepsinin de yarattığı sonuçlar bakımından örtüşürken ortaya çıkan göz alıcı sonuçların (elbette buradaki göz alıcı durum göreceli bir kavramdır. Kentin planlamasına dair tüm sonuçlar kentin sahibi sınıfın ve onun ideolojisinin doğal yansıması olarak gelişmiştir ve tüm dünyada bu kural işlemeye devam etmektedir) bedelini kent yoksulları ve işçi sınıfı ödemiştir.

Tekrardan AKP hükümetinin özel önem verdiği Kentsel Dönüşüm Yasası’na dönmeden önce parantez açıp bazı noktalara özel bir vurgu yapmak gerekiyor. Paris sokaklarını barikatlardan ve isyanlardan korumak isteyenler ve kenti buna göre düzenleyenlerin tarihte nasıl bir kez daha komik duruma düştüğünü ve toplumsal kalkışmaların karşısında o çok güvendikleri sokaklarının ve kolluk güçlerinin nasıl tuzla buz olduğuna tüm insanlık tanıktır. 1871 Paris Komünü ve 1968 öğrenci olayları barikat kurulamayacak sokak olmadığını burjuvaziye öğretti.

AKP’nin yasasına geri dönersek, kapitalizmin kentsel mekânı ranta tahvil etme çabası bir tercih değil bir zorunluluktur. Bu yasa da bu gerçeğin aslında somut bir sonucudur. Zaten “iktidarımıza mal olsa bile” sözü aslında tersten bu gerçeğe yapılan bir vurgu olarak da kabul edilebilir. Yasanın özü tüm değişimin ne pahasına olursa olsun yapılmasına dayanıyor. Zaten “ne pahasına olursa olsun” yaklaşımının kendisi tıpkı kapitalist kentsel dönüşümün diğer uygulamalarında olduğu gibi faşist bir yaklaşımı zorunlu kılıyor. Buna cevap verenin ise AKP hükümeti olması elbette rastlantı değil.

Kentsel mekânların yağmalanması ilgili 31.05.2012 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe giren 6306 sayılı “Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkındaki Kanun” merkezi iktidara ve yine merkezi bir kuruma önemli yetkiler veriliyor. Yasa ile daha önceden yerel yönetimlere ait yetki genel olarak Çevre ve Şehircilik Bakanlığı`na devredilirken konut hakkını savunanlara ceza gündeme getirilmektedir. Yasal kentsel yağma planına göre, öncelikle riskli yapılar ve alanlar tespit edilecek ve bunu takiben “sağlam” raporu alamayan bina sahiplerine, yıkım tebligatı yapılacak. Bunun sonucu olarak bu yapılara elektrik, su ve doğalgaz başta olmak üzere verilen tüm hizmetler durdurulacak. En az iki ay süre tanınan yapı sahibi ile önce anlaşma yoluna gidilecek anlaşma olmaz ise eğer binalar bizzat Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından yıkılacak. Bu süreç ise hiçbir şekilde yargıya taşınamayacak. 30 Mayıs itibariyle yürürlüğe giren yasa bir döneme damgasını vuran arazi mafyasının tüm görevlerini(!) devlete devretmiş olduğunu açıkça ilan etmektedir. Devlet rant bölüşümünde geçmişin kuralsızlığını ortadan kaldırarak standartize etmiştir.

Tabii kentsel dönüşüm deyince TOKİ’yi de anmadan geçmek olmaz. Türkiye’nin kapitalist kentleşme sürecinin son dönemlerinde bir yandan stratejik bir yönelim olarak rekabetçilik, yatırım çekme gibi neoliberal kentleşme projeleri görülürken diğer yandan ise bu stratejileri siyasal planda güçlendiren ve merkezileştiren yeni siyasal iktidar kanalları yaratılmaktadır. TOKİ’nin yarattığı rantı yeşil sermaye olarak adlandırılan kendi sermaye odaklarına dağıtmak önemli bir yönelim sebebi olsa da TOKİ’nin asıl işlevi artık devasa bir sektöre dönüşen ve özünde toprak yağması olan inşaat sektörünün kontrolünün bir şekilde merkezileşmesi sağlamaktır.

TOKİ’nin yetkilerinin arttırılması yönünde yeniden yapılandırılması ve toplu konut üretiminin teşvik edilmesi, kıyı alanlarında ve turizm merkezlerinde yatırımları kolaylaştıracak önlemlerle yapılı çevre üretiminin desteklenmesi, rant-farkını kapatmayı amaçlayan büyük ölçekli kentsel dönüşüm projelerinin desteklenerek Büyükşehir Belediyelerinin ve kamu-özel sektör işbirliklerinin (public-private partnerships) kentsel dönüşüm projelerini yaşama geçiren kurumsal yapılar olarak düzenlenmesi, planlama yetkilerinin farklı sektörlerde uzmanlaşmış devlet kurumları arasında dağıtılarak kentsel mekana bütünlükten yoksun müdahalelerin önünün açılması…vb. Tüm bu gelişmeler Türkiye’de devletin sermayenin ikinci çevrime aktarılması sürecine yani kentleşmeye nasıl güçlü bir şekilde müdahil olduğunu göstermektedir.” (Türkiye’de Kapitalist Kentleşme Dinamiklerinin Son 10 yılı: Planlama Yetkilerinin Merkezileşmesi ve Büyük Ölçekli Kentsel Projeler/Mehmet Penpecioğlu –ODTÜ Şehir ve Bölge Planlama Bölümü Araştırma Görevlisi) TOKİ’ye tanınan yetkiler ile beraber artık bu kurum salt inşaat yapan bir devlet yapılanmasının ötesine geçerek doğrudan kentsel dönüşüm planlama gibi alanlarda da yetkili kılınmıştır. TOKİ-sermaye işbirliği eliyle kamu arazileri ranta açılırken geniş ölçekli planlamalar doğrudan merkezi yönetimin eline sorgusuz-sualsiz teslim edilmiş oldu. Özetle TOKİ ucuz konut sağlamanın ötesinde neoliberal bir tetikçi gibi rant dağıtan bir kurumdur. Samsun’daki TOKİ konutlarında olanları da göz önüne aldığımızda bu tetikçilik işinde eksik hiçbir şey bırakmadığını da söyleyebiliriz.  

Dönüştürseniz de sokaklar emekçilerindir!

Mevcut durumda aslında yasanın içeriğinin çok da bir önemi olmadığını çok iyi biliyoruz. Zira eğer ki yasal düzenlemelerin eksik kaldığı bir nokta olursa kentin üzerinde gezinen akbaba sürüsünün imdadına meclisin yetişeceğini çok iyi biliyoruz. Neoliberal talan kendi iktisadi dönüşümünü sürdürürken bir yandan da tüm devlet yapısını bu dönüşüme uygun olarak yeniden inşa etmektedir. Dünyanın dört bir yanında yasalar sermayenin ihtiyaçları doğrultusunda revize edilmekte “refah devletine” özgü bir dizi kurum ve anlayış hızla tasfiye edilmektedir. Artık amaç ve aracın arasındaki makas kapanmaktadır. Sistem geçmişte yasal düzenlemelerin yetmediği yerlerde mafya gibi illegal yolları tercih ederken, AKP iktidarı eliyle ve susturulmuş kitlelerin verdiği güçle yaptığı her türlü işe yasal kılıflar bulmaktadır. Tersinden dün belli oranlarda kullanılabilen yargı kapısı, işçi sınıfı ve ezilenler için artık kapanmaktadır. Geriye fiili-meşru mücadele yolları kalmaktadır.

AKP hükümeti de tam neoliberal konsepte uygun bir biçimde yolunu yürümektedir. AKP bu yönüyle çok özel bir proje, rol model olarak görülebilir. İçerde dizginsiz bir faşizm ve yalan kampanyası, dışarda da küresel sermaye için tam bir tetikçi. Bunlara karışık bir siyasal atmosferde yakaladığı güçlü “oy” desteği ve parlamenter demokrasinin tüm açmazlarının ona verdiği büyük yetki de eklendiğinde sadece Türkiye burjuvazi için değil küresel sermaye için de tadından yenmez bir hal almış ve AKP de buna uygun bir desteği arkasına almaktadır.

Kapitalizmin kentlerinde kurallar, yaşamda da geçerli olan, sınıf savaşının kurallarıdır. Kentlerin oluşumu ve değişimi de bu kurallara ve kapitalizmin gelişmişliğine göre şekillenir. Ancak kentler toplumsal hafızanın da biriktiği mekânlardır. Bu yüzden kentsel mekânlardaki aşınmalar bir yandan da toplumların biriktirdiklerinin aşınması anlamına da gelir. Bu yüzden her dönüşüm biraz da toplumsal belleğe vurulan darbedir. Ancak kaldırım taşlarının altındaki kumsalı arayanların sesi bitmeden bu kavga da bitmeyecektir. III. Napolyon’un hayallerini yere çalan Komün savaşçılarının barikatlarının öğrettiği gibi barikat kurulamayacak sokak yoktur!

Toplumcu Mühendis, Mimar & Şehir Plancılar

* İstanbul’un üzerine bindirilen yük yetmezmiş gibi şehrin kalan son yeşil alanları da talana açılarak İstanbul acımasızca yok ediliyor yaşanmaz bir yer haline dönüştürülüyor. Büyük bir deprem beklenen bir şehri daha da kalabalıklaştırmanın katliamdan ne farkı var?

Altın arama veya madencilik bahanesiyle Bergama’dan Kaz Dağları’na kadar eline geçen her yeri delik deşik etmeyi, yok etmeyi maharet sayan AKP hükümeti, kendinden öncekileri misliyle geçen bir iştahla, Anadolu’da doğanın ve buradan geçen uygarlıkların yarattığı ne varsa yok ediyor.

Dereler HES’lere, denizler duble yollara feda edilirken nükleer enerji ile her şey göz göre göre feda ediliyor.

(Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak, 27 Temmuz 2012, Sayı 30)