Burcu Deniz'den mektup

  • Arşiv
  • |
  • Sol Hareket
  • |
  • Devrimciler
  • |
  • 24 Nisan 2012
  • 06:11

(24.04.12) – 12 Nisan günü yapılan Newroz operasyonlarında gözaltına alınan ve tutuklanarak Bakırköy Kadın Cezaevi'ne götürülen BDSP çalışanı Burcu Deniz, cezaevinden yazdığı mektup ile tutuklanma sürecini anlattı. Deniz, tutuklamaların özgürlüğünü yok edemeyeceğini vurguladı.

Burcu Deniz'in gönderdiği mektubu sunuyoruz...


Herkesin özgürlüğünü alır içeri girerim, hepiniz dışarıda tutsak kalırsınız!”

Eşber Yağmurdereli

Neydi ki özgürlük?

Ele avuca sığar mıydı, taştan, duvardan, etten öte miydi? Zorla takılan ters kelepçe ile, üzerine çullanan polislerin tekmeleri, yumrukları ile sindirilebilir miydi?

Neydi ki özgürlük?

O duvarların, tarihin, bir kuşağın tanık olduğu birebir yaşadığı işkencelerin, akan kanın harcında bulunduğu “pislik yuvasına” girerken öylece kapıda bırakılabilir miydi?

Avrupa Birliği’ne uyum süreci ile zorla takınılan “nezaket” maskesi işkencecilerin, katillerin ellerindeki kanı gizleyebilir miydi?

“O duvarlar tanık”tı ağızlarındaki salyaya, ellerindeki kana… Ve bulaşmamıştı bizim hiçbir kelimemiz, tenimiz, terimiz onlara…

Neydi ki özgürlük?

Mantığını, aklını, onurunu, bilincini, belleğini yani ne varsa insana dair herşeyin unutturulmaya çalışılırken, bilmem hangi yüzyılın artığı taş duvarlar arasına bedenen seni hapsettiğinde kaybedilir miydi?

Neydi ki özgürlük?

Hareket alanını biraz daha genişletip, her dakikanı kameralar ile, her davranışını toplumsal ahlak diye adlandırdıkları dayatmalar ile, ailesi, çıkara, yalana, dolana dayalı ilişkileriyle beynini işlevsizleştiren, yeteneklerini kısıtlayan, okulu, işi ile daha fazla tüket diyen lüks özlemleriyle kuşatılmışken insanlık, neydi ki özgürlük?

Şimdi ben Bakırköy Kadın Kapalı Ceza İnfaz Kurumu’nda bunları yazarken sırf kendimi avutmak için bu cümleleri söylemiş, yazmış, düşünmüş olsam hani. Hadi beni geç koskoca bir gerçeklik, hayat pratiği doğrulamaz mı söylediğimi, hissettiğimi, yazdıklarımı?

“Baharın ilk müjdesi”ydi New York’lu kadın dokuma işçileri. Aynı kumaşı dokur gibi hayatı, mücadeleyi, direnişi dokumuşlardı tarihimize, iliklerimize. “Ölü mü derdik şimdi onlara?” Kanıyla, etiyle, ruhuyla, gelecek özlemleriyle capcanlıydılar. Clara’nın, Rosa’nın, Krupskaya’nın, Colontai’nın, Zilan’ın, Beritan’ın, Hatice’nin, Sabahat’in, Lale’nin yiğitlik taşıyan ölümleriyle, ateş açan yürekleriyle işçi direnişlerini, 8 Martlar'ı, sokakları, devrimci baharı örgütlemeye girişmiştik. Girişmiştik ya biliyorduk bu yol yürünecekti dümdüzken de, engebeliyken de. Ve hep ardımıza bakmadan ama bizden önce yürüyenlerin seslerini “yapacağız başka yolu yok” diyenlerin dirençlerini kulağımıza küpe, geleceğimize miras, gökyüzümüze yıldız olarak asarak. Nerede bir işgal olsa onları barikatın başında gülümsediklerini bilerek, “başlatmıyor musunuz yoldaş işgalleri?” diyen sorularını duyarak…

Baharın müjdesini kızıl karanfillerle müjdelerken 17 yıl sonra da artan öfkemizle Gazi barikatlarında, Ümraniye’de, zamanın aşıramadığı Sivas’ta, Çorum’da, Maraş’ta, Halepçe’de, Beyazıt’ta sokaktaydık.

Mart'ın 18’inde Newroz ateşini Demirci Kawa’nın ruhuyla İstanbul sokaklarına taşıdık. Baharı katletmeye çalışanlar, Newroz ateşlerini de söndüreceklerini zannettiler. Ancak binlerce insan sokaklarda Newroz ateşini tutuşturdu. Devletin estirdiği teröre rağmen, gün boyu süren gözaltı ve tutuklamalara rağmen başarılı olamadı. BDP Arnavutköy İlçe yöneticisi Hacı Zengin katletildi. Polis bir çok noktada silah kullandı. Diyarbakır’da bir milyon kişi barikatları yararak Newroz ateşini tutuşturdu.

Devrimci baharı örgütleme coşkumuzu 1 Mayıs alanlarına taşımaya haftalar kala, sermaye devleti “Newroz baskınları” gerçekleştirdi. Birçok insan ev baskınlarıyla, çıkartılan yakalama emirleriyle gözaltına alındı. Bunlardan 7’si göstermelik gerekçelerle tutuklandı. 6 arkadaşımızla beraber cezaevlerine gönderildik.

Cezaevlerine gönderilmemizin öncesinde değinmek gerekirse;

12 Nisan Perşembe günü Gebze’den gözaltına alındım. Vatan emniyetine gönderildim. Vatan’da avukatı beklerken odaya bir polis girdi. Neden getirildiğimi söyledi. İfade vermeyeceğimi söyledim. Avukatı beklerken karşımdaki polis “pişmanlık yasası”ndan yararlanabileceğimi, bunun da ifade vermemek gibi bir hakkımız olduğunu, dosya da gizlilik kararı olduğu için avukatların dosyayı göremeyeceğini, bir çok fotoğraf olduğunu söyledi. Sonra başladı anlatmaya Vatan’ın ne kadar değiştiğini, imajlarını yenilemeye çalıştıklarını, eleştirilerimizi almak istediklerini söylüyor, seninle konuşmayacağım, ifade vermeyeceğimi söyledim dediğimde, bunların ifade değil “sohbet” olduğunu, ama zorlamayacaklarını söyledi. Sonra devletin 18 Mart’ta çok zarara uğradığını, PKK’nin reklam yaptığını ama bedelini bizim ödediğimizi, üzüldüğünü söyledi. Emniyetlerde, karakollarda artık işkence tarzının, ifade alma yöntemlerinin değiştiği aşikar. Yine de taktıkları “nezaket maskesi” gerçek yüzlerini gizlemiyor.

Dilleri o kadar yumuşak ki “herşeyi anlıyorum ‘şiddeti’ anlamıyorum, beni de ikna edin ben de katılayım” söylemleri geçmişin ‘Papaz’ yöntemlerini aratmıyordu. Vatan’daki birçok polisin söylemleri de benzer.

Avukat görüşünün ardından nezarete götürüldüm. Benden önce gözaltına alınan 12 arkadaşımız oradaydı. Beni ESP’li Çiçek Otlu’nun yanına koydular. 3 gün olanları ondan dinledikten sonra polis geldi. Yemek yiyecek misin sorusuna açlık grevi yaptığımızı söyledik. Sonra “tükürük’’ testi için geldiler. Gitmeyeceğim, yaptığınız insanlık suçudur dediğimde 8-9 polis Çiçek ile üzerime atladılar. Slogan atmaya başladık ‘’İnsanlık onuru işkenceyi yenecek!’’ Bütün hücrelerden aynı slogan yankılandı. Yerlerde sürüklenerek arabaya oradan da Haseki’ye getirildim. Hastaneye geldiğimde arabada ‘’kendi rızamla gelmedim, ve bu uygulama bitene kadar kendi rızamla tek bir adım atmayacağım’’ dedim. Aynı getirdikleri gibi sürükleye sürükleye doktorun yanına götürdüler. Üzerime çullanarak burnumu sıkıp nefes almamı engelleyerek ağzımı zorla açarak tükürük örneği aldılar. Aynı şekilde parmak izi ve hücreye konuluş sürdü. Bütün gece sloganlar ve marşlarla geçti. Yeni gözaltılar gelmeye başlıyordu. Bizleri mahkemeye götürmeye geldiklerinde birçok arkadaşımızla birlikte kelepçe taktırmayacağımızı söyledik. Zorla ters kelepçelerle mahkemeye götürüldük. Üç arkadaşımız savcılıktan, üç arkadaşımız mahkemeden denetimli serbestlik şart koşularak salıvıerildi. Yedimiz ise cezaevine gönderildik. Gözaltı süresi boyunca polisin bizi birbirimizi düşürme tavrı dikkat çekiciydi. Sürekli arkadaşlarımızın ardından ‘’yukarıda ifade verdin, şimdi neden direniyormuş gibi yapıyorsun’’ , ‘’orada imza attı burada aslan kesildi’’ söylemleri vardı. Biliyoruz polisin çok bilindik yöntemleri ancak bu yaşananları aktarmak önemlidir. Çünkü son dönem artan tutuklamalar, gözaltılarda bu yöntemin birçok insan da ‘işe yaradığı’ göze çarpmakta…

Şimdi “özgürlük neydi ki?” sorusuna dönersek.

Bizler buralarda devrimci baharı örgütlemeye devam edeceğiz. Newroz ateşini, Kızıldere’nin yiğitliğini, ateş saçan yürekli yoldaşımız Hatice’nin ruhunu direncimize katık ederek mücadelemize devam edeceğiz. Onurumuzu, kızıl bayrağımızı gözbebeğimiz gibi korurken gerekirse bedenimizi ezdireceğiz ama ne özgürlüğümüze ne gelecek düşlerimize el sürdürmeyeceğiz.

Burcu Deniz

Bakırköy Kadın Kapalı Ceza ve İnfaz Kurumu

B-5 Koğuşu